Kıyamet Aşısı – 1
Misafir Yazarlar, 26 Ocak 2013Ölüm Hakikati
İBRAHİM SAİD ÖZKUL – Ölüm, insan için en ciddi ve hayatının her anında, yaşamının her karesinde kendini hissettiren en aşikar hakikatlerden biridir. Neye nasıl inanırsa inansın kainatın büyük aynalarında, gökyüzünün boşalıp dolması gibi yok olup tazelenen, tarihin safahatında yükselip sükut eden her şey, başlangıcı olan her şeyin bir sonu da olduğunu hatırlatır. Her şeyin üzerinde fena damgası var; içinden süratle geçtiği, bir aydınlanıp bir kararan hadisat insanı zeval tokatlarıyla sarsıyor, onu geçmişin cenazeleri ve geleceğin hortlaklarıyla dolu hazin ve dehşetli bir ana sıkıştırıyor. Sırtında ecel pençesi, bir sonraki adımını boşluğa atarken demin bastığı yer yok oluyor. Bu zelzele ve imar aynı anda devam ediyor.
“Yahut onların [münafıkların] durumu gökten sağanak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır. Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, (şimşek sönüp) karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.” (Bakara 2:19-20)
Halbuki müminler için bambaşka bir manzara vardır:
“Size şimşeği göstererek, hem korku hem ümit verir, yağmur yüklü ağır bulutlar oluşturur. Gök gürlemesi hamd ile O’nu takdis ve tenzih eder…” (Ra’d 13:12-13)
“O’nun delillerinden biri de: Gâh korku, gâh ümit vermek için size şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip ölmüş toprağa onun sayesinde hayat vermesidir. Elbette bunda aklını çalıştıran kimseler için ibretler vardır.” (Rum 30:24)
Şimşek müminleri korku ve ümitle Allah’a yakınlaştırır. Hem celal hem cemal tecellisi ve rahmetin habercisidir. Yer ölümünün ardından yağmurla dirilitilir:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.” (Bakara 2:256)
Diğer taraftan dünya hayatını (Elmalılı Hamdi Yazır’ın daha literal ve Kuran’da olduğu gibi dünya kelimesini bir sıfat olarak kullandığı tercümesiyle “dünya hayat”, yani en aşağı, en düşük hayatı) esas maksat yapmak çok büyük bir yanılgıdır.
İyi bilin ki (âhirete yer vermeyen) dünya hayat, bir oyundur [laib], bir oyalanmadır [lehv], bir süstür [zinet]. Kendi aranızda karşılıklı övünme [tefahür], mal ve nesli çoğaltma [tekasür] yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayat da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza, müminler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayat, bir aldanma [ğurur] metâından başka bir şey değildir. (Hadid 57:20)
*
Ölüm hakikati, hayatın, insanın ve hatta kainatın anlaşılması için en önemli işaret ve uyarıcılardan biridir. Nasıl insan bu oluş-bozuluş (kevn ü fesad) aleminden ölümle çıkıyor, dünya zindanından onunla azat oluyorsa; dünyevi hayatın sahte mutlulukları ve boş emellerinin, bunların beraberinde getirdiği ıstıraplar ve tatminsizliklerin fasit dairesinden de ancak ölümü idrak ederek kurtulabilir. Ölüm herkes için kaçınılmaz bir son olduğu kadar, insanın kendini ve hayatı anlamlandırması için de kaçınılmaz başlangıç noktasıdır. (Bu tefekkür de insanın ölümle bizzat hakkalyakin tecrübe edeceği/tadacağı bir gerçeği, kendi kendine malik olmadığını ilmelyakin anlamasını netice verecektir.)
Ölümün gerçekliğinin idraki, insanın hayatı anlamasına vesile olabilir. En başta ona bu manayı araması dersi verir. Mana-yı isminin arkasında mana-yı harfiyi okuyarak, kaybolan, giden, bozulan, değişen şeylere karşı Hazreti İbrahim’in dediğini öğretir:
La uhibbu’l-afilîn “ben batanları sevmem” (Enam 6:76)
*
Ölüm Hayy isminin tecellisini anlaşılması için yaratılmaktadır. Nasıl acz ve fakr insana Kadir ve Rahim’i bilidiriyor, onu tanımasına ve ona ulaşmasına vesile oluyorlarsa, onlarla onun dergahına iltica insanı kimsesiz bir başıbozuk olmaktan Alemlerin Rabbi’nin bir muhatabı ve adeta yeryüzünün onun emrindeki halifesi seviyesine yükseltiyorsa; insan bu aşağıların aşağısındaki hali içinde ahsen-i takvim sırrını inkişaf ettirip, kulluk sırrıyla ala-yı illiyyine yükselebilir. Ölüm de Hayyu Kayyum rabbini bilip tanıması için en büyük bir ayettir. Nasıl ki hastalık Şafi ismini gösterip, o ismin tecellisi hastalığı iktiza ediyor ve insana aslında her an Şafi isminin tecellisi altında olduğunu anlatıyor. Nasıl ki ihtiyarlık o Baki’nin, solmayan ve sönmeyen Nur’un zayıf bir yansıması olduğu insana derk ettiriyor. Nasıl ki dalalet, üzerinden bir an üzerinden Hadi isminin tecellisi kalksa insana sapacağını ders veriyor. Ölüm de farklı ve küçükten büyüğe bütün nefislerde ve devirlerde o Hayy-ı layemut’un tecellisine ayna oluyor.
Ölüm hakikati, hem hayatın (ki bir noktada hayat ism-i azam sırrının tecellisinin mazharı olarak düşünülebilir) hem de rahmetin (rahmaniyet ve rahimiyet yönüyle ayrı ayrı ele alınabilir) apaçık bir göstergesidir denilebilir. Ölüm hayatın anlaşılabilmesi için, bu da beşeriyetinin ötesinde insanın anlaşılabilmesi için, insan da kainatın anlaşılması için bir nevi anahtar mesabesindedir. Evet, insan talim-i esma sırrıyla hilafete mazhar, beyana mazhariyeti ile ezeli kelamın muhatabı ve (yüklendiği emanetle) kainat tılsımının anahtarıdır. Kainat ise esma-i hüsnanın tecellilerinden ibarettir (Hakiki hakaiku’l-eşya esma-i hüsnadır). Cenab-ı Hak göklerin ve yerin ve arasındakilerin yaratılışının batıl, oyun-eğlence değil hak olduğunu söylüyor (dünya/aşağı hayat ise laib, lehv, zinet, tefahür, (evlat ve malda) tekasürdür, bir aldanmadır.) Ve işte el-mevtu hakkun, ölüm haktır ve her canlı, her nefis bunu yaşayacak, tadarak tahkik edecektir (etmektedir). Lezzetleri acılaştırıp yok eden bu ölüm zikri varlığında bir yönüyle daimi tesbihidir. (Adem ve vücut alemlerinin) tesbih ve hamdi, yokluk-varlık, ölüm-hayat zikrine de bakmaktadır :
Ve in min şeyin illa yusebbihu bi hamdihi “Hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih ediyor olmasın.” (İsra 17:44)
*
Ölümün taşıdığı anlamlara dair, herbiri ayrı bir yazı mevzusu olmayı hak eden mevt, vefat, adem, fena, zeval, firak, ecel, kabir gibi birçok mesele var. Diğer taraftan ölüm, hayat (ve dünya hayatı) ve insanın yaratılışından ömürler ve devirler, gece-gündüz, uyku (Ashab-ı Kehf’i de ayrıca analım) ve berzaha; peygamberler (Efendimiz, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa [ve Hazreti Hızır], Hazreti İsa, Hazreti Üzeyir ve Hazreti Süleyman’ı [ala nebiyyina ve aleyhimüsselam] özellikle zikredebiliriz. Peygamberlerin katli meselesi de başlı başına bir konudur), şehitler, kafirler ve müminlerin ölümleri ve ölümle ilişkilerinden, zebih, vasiyet, kısas-savaş-cihat, cinayet ve fitne-fesada; yaşama ihtirasından (tabii bu bağlamda Yahudiler ve münafıklardan) manevi hayata, ölüm meleklerinden cehennemdekilerin ve cennettekilerin ölüm ve hayatla ilişkilerine ve tabii en başta öldüren ve dirilten, ama kendisi Hayy Kayyum ve layemut olan Allahu Teala’ya ve yaratılışa, gökten indirilen suyla ölü Arz’ın canlandırılmasından kainatın ölümüne, kıyamete ve haşre kadar birçok Kuranî mevzuyla da doğrudan bağlantılıdır. Bunlar da zaten imkan elverdiği nispette gelecek yazıların mevzularını teşkil edecektir.
“Kıyamet Aşısı – 1” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
bu güzel ve derin makalenin devamı acaba ne zaman yayınlanır? Kur’anî bir nefahat var bu yazıda. tebrik ederim. singularity ile alakalı mı olacak bu yazı? hayırlı günler.