Transhümanizme Giriş – 4
Oğuz Aksakal, 12 Şubat 2013Yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyor, transhümanizmi tanımaya devam ediyoruz…
Transhümanistler size sonsuz bir hayat öneriyorlar; sağlıklı, güçlü ve en sonunda ölümsüz olacaksınız diyorlar. Bu öneri uzun önce planlanmış ve sahneye konmuş bir oyunun şimdiki parçası. Güzel, genç ve bakımlı görünmek erkek ya da kadın için bir hedef olarak önümüze konuluyor, ya bu hedefin sonunda bize “peki sonsuza dek mükemmel görünüme ne dersin, ya bu görünümden sıkıldığında sana yeni bir görünüm sunarız fikrine nasıl bakarsın?” diye soracak olurlarsa? Bu teklife nasıl yaklaşacak insanoğlu? “Güçlü ol” sloganı yakında “biyonik bir ele ne dersin?”, “şu eskiyen böbreklerini getir 250 yıl ömrü olan yapaylarını götür“ ya da “paslanmaz çelik ya da titanyum iç iskelete ve kendi ağırlığınızın beş katını taşıyabileceğiniz bir dış iskelete var mısınız?” sloganlarına dönüşürse nerede duracağız.
Öte yandan makinelerle bütünleşmek yerine tamamen sanal gerçekliğe geçelim derlerse tepkimiz ne olacak? Öyle ya bu sefer de makineleri yağlamanız, eklemlerdeki motorların bakımlarını yaptırmanız, somunları değiştirmeniz işlemcisini daha işlevseli ile belleğini daha genişi ile güncellemeniz, belki yeni işletim istemini yüklemeniz gerekecek. [Not: İncelediğimiz uluslararası hakemli bir dergide yayımlanmış bir makalede insan, insan+’nın bir alt kümesi, insan+ da insan++’nın bir alt kümesi olarak gösterilmişti (human ⊂ human+ ⊂ human++). Yani insan makine bütünleşmesi de bu sürecin yalnızca bir aşaması olarak görülebilir!]
“Oğlum, filancanın oğlu gibi derslerinde başarılı ol” diyen babaya oğlu “ama baba onun beyninde chip var ben hala et kafalıyım” şeklinde cevap verir mi sizce? Transhümanist bir çağda okula ihtiyaç olacak mı, öğretmen, özel hoca, dershane? Hukuk sistemi nasıl işleyecek. Suçlular uzaktan mı kapatılacak (shut down), sonra program yeniden yüklenmek üzere sistem mi formatlanacak. Suç olacak mı? Neler suç olacak? Biyonik gözü, biyonik eli ve beyninde yüzlerce chipi olan bir bilardocuyu izlemek size keyif verecek mi? Günümüz sporları bir anlam ifade edecek mi o zaman gelirse? Bunların birçoğunu biz sormuyoruz, her sene düzenledikleri konferanslarda transhümanistler soruyorlar.
Bu ne zaman gerçekleşecek diye soracak olursanız, onlar bunun gerçekleşmeye başlayacağı noktaya omega noktası diyorlar, ya da tekilliğin başladığı an (singularity), bu konuda araştırma yapmak için bir ilk isim isterseniz, Pierre Teilhard de Chardin ismini verebiliriz. (Ayrıntılar için sitemiz yazarlarını takip etmeye devam ediniz.) Transhümanistler bu noktanın yapay zekâya bakan yüzünü, “yapay zekâ insan zekâsının kapasitesini aştığında artık bize ihtiyacı olmayan sistemler/makineler devri başlayacak” şeklinde değerlendiriyorlar, o makineler bizi böcek gibi ezecekler diye düşünüyorlar. O halde bu gerçeğe hazır olalım ve makineleşme sürecinin içinde yer alalım diye amaçlarını dile getiriyorlar. Elbette tek gerekçe bu değil!
trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
diyordu Nazım Hikmet sanayileşmeyi övmek için; bir gün tenekeye dönüşmek isteyen insanlar çıkacağını tahmin etmemişti herhalde… Tenekeye dönüşmek demişken hatırımıza 1939 yapımı Oz Büyücüsü müzikali (Wizard of OZ) ve oradan tanıdığımız teneke adam (Tin Man) geldi. 2007 yılında bir de mini dizi çıktı karşımıza Tin Man adıyla…
1993 yılında Joseph Rosen adında oldukça başarılı bir bilim adamı Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi komitesine kabul edilir ve yapay gerçeklik (virtual reality) konusu üzerine öngörü çalışmalarına başlar. Kısa süre sonra insan-makine arayüzü (human-machine interface) konusuna yaklaşımı Savunma Bakanlığının dikkatini çeker. Aslında Rosen, 80’lerden beri sinirleri elektronik yongalar (chip) ile irtibatlandırmaya çalışmaktadır. Bakanlık adına sanal gerçeklik, geleceğin savaşları ve askerleri, biyoterörizm gibi konularda araştırmalar yapmaya başlar. Bu araştırmalar polytrauma adı verilen çoklu yaralanmalar üzerine yoğunlaşır, genelde askerlerin karşılaştığı, çoklu uzuv kayıpları konusuna odaklanır, zira dünyanın çeşitli yerlerinde kolunu, bacağını, el ve ayaklarını, yüzünü, çeşitli iç organlarını yitiren Amerikan askerlerine kimse tıbbi olarak yardım elini uzatamamaktadır. Rosen bu araştırmaları yaparken 1995 yılında Johnny Mnemonic filmi gösterime girer, filmin konusunu bir miktar hatırlayalım. Yıl 2021, tüm dünya büyük bir internet ağı (Terminatör’deki SkyNet gibi) ile donatılmış, dünyanın yarısı bir tür sinir sistemi rahatsızlığından muzdariptir. Beyninde bir chip implantı barındıran karakterimiz çok değerli bilgileri, peşindekilerin eline geçirmeden hedefine götürmek zorundadır.
1998 yılında İngiltere’de Reading Üniversitesi’nden sibernetik profesörü Kevin Warwick koluna RF chip yerleştirmeyi başarır, bu yolla binadaki ışıkları yakar ve söndürür, kapıları açar ve kapatır, bu bağlamda konuyu magazinsel hale de getirmiş olur. Bu arada Rosen araştırmalarını 2006 yılının Aralık ayından itibaren daha net bir program çerçevesinde yürütmeye başlar; tıp, mühendislik, robotik alanlarında 100 kadar uzmanın Rosen’in evsahipliğinde Dartmouth’ta gerçekleşen polytrauma konferansında yaptıkları katkılar sonucu 300 savaş gazisi medikal bir klinikte tedaviye alınır. Rosen “Onlar (bu askerler) bu ülke için, özgürlükler için ve inandığımız değerler için kendilerini feda ettiler, biz askerlerimiz için neden elimizden gelenin en iyisini yapmayalım!” der. Plastik cerrahlığın yanı sıra bir fütürist (gelecekçi) de olan Rosen, sürüngenlerden örnek vererek, “bir semender kopan ayağını 42 günde yeniden kazanıyor, insanda da bu bilgi (gen boyutunda) gizli, o halde bize düşen onu bulmak ve bir anlamda düğmeye basmak” derken polytrauma’ya bu tür bir rejenerasyon ile çözüm bulabileceğine inandığını açıklar. “20 ile 50 yıl arasında bu problemi kesinlikle çözeceğiz” derken kısa vadede kayıp uzuvların yapayları (makineler) ile telafi edilebileceğini öngörür.
Kelimelere yüklenen anlamlar üzerinde yeri geldikçe durmakta fayda var, şöyle ki, 1883 yılında Nietzsche’nin üst-insan (Übermensch) kavramını ve bu kavramın “bundan sonra yeni değerleri bu üst-insan ortaya koyacaktır” fikrine uzanmasını ve 1940’lardaki öte-insan kavramından (homo excelsior) sonra karşımıza çıkan ilk kavram 1960’lara ait cyborg’dur (cybernetic organism). Buna yarı insan yarı robot diyebiliriz. Şunu da hemen hatırlatalım; sibernetik dediğimiz bilim dalı geribeslemeli kontrol (feedback control) ve sistem teorisiyle (system theory) yakından ilişkili bir alandır. Ayrıca biyoloji, bilgisayar bilimleri, mekanik-elektrik ve elektronik (mekatronik) yanı sıra felsefe, psikoloji ve sosyolojiyi de ilgilendirir. Konuyu çok saptırmadan bu işin fikir babası olarak Norbert Wiener’i gösterebiliriz. Polonyalı ve Alman kökenli Yahudi bir ailenin çocuğudur Norbert ve mükemmel bir eğitim almıştır. Matematik, felsefe, zooloji, elektronik, haberleşme, bilişsel bilimler, biyofizik, nöroloji alanlarında çok ciddi çalışmaları vardır. Karl Schmidt, Bertrand Russell, G. H. Hardy, David Hilbert, Edmund Landau gibi ünlü bilim adamlarının yanına kabul edilmiş ve onlarla çalışmıştır. Çok farklı alanlarda araştırma gruplarına öncülük etmiştir, bunlardan birine örnek olarak içinde Warren Sturgis McCulloch ve Walter Pitts’in de yer aldığı, yapay sinir ağları ve yapay zekâ ekibi gösterilebilir.
Tarihsel sıralamasında cyborg’u fyborg izler, yani fonksiyonel cyborg (functional cyborg). Fikir babalığını Rus bilim adamı Alexander “Sasha” Chislenko’nun yaptığı, kendine dışarıdan eklentiler yapabilen cyborg’a verilen isimdir fyborg. Chislenko’nun bir transhümanist, extropian ve singularity yanlısı olduğunu şimdilik paylaşmakla yetinelim.
Greg Bear ve David Brin gibi bilim kurgu yazarları insansı olmayan yani insana benzemeyen (non-humanoid) cyborglara neomorph, insansı olanlarına homorph, fiziksel ve zihinsel kapasitelerini genişletebildikleri implantlar içermeleri dışında genetik olarak da modifiye edilmiş olanlarına enhant isimlerini takmışlardır. Paralel olarak insansı robotların cyborgların aksine canlı organizma içermeyenlerine android (örneğin 1977 yapımı Star Wars’daki C3PO gibi) denilmektedir. Robotlar ise genel bir aile tanımlar, bu küme içine örneğin kedi robot, balık robot, örümcek ya da yılan robot gibi hayvansı robotlar yanı sıra, yine Star Wars filmindeki bir varili andıran R2D2’yi de koyabiliriz.
Sinema dünyasında çoğu kez insana hizmet eden, ancak bazen çıldıran makineler olarak karşımıza çıktı robotlar. Daha sonra belli bir zekâ eşiğini aşmaları durumunda insan için (Asimov yasalarını ihlal ederek) ölümcül bir tehdit olduklarını izlemeye başladık. İşte buradaki zekâ ya da yapay zekâ eşiğinin aşılması konusu bu yazı dizisinin temel hareket noktalarından birini oluşturmaktadır.
1998 yılı gelmiş geçmiş en iyi oyunlar arasında gösterilen StarCraft ile tanıştığımız yıl oldu. Oyunda insanlığın gelecekteki formu Terranlar, bir tür humanoid olan Protosslar ve yine bir tür insectoid olan Zergleri savaştırdık öyle değil mi? (Not: Insectoid, böceğimsi yapılara verilen isimdir, sinema ve çizgi roman dünyası, Marvel Comics’in Brood’undan, Doctor Who’daki Menoptra’ya, Ben 10’deki Lepidopterran’dan, Star Trek’deki Xindi’ye kadar yüzlerce insectoid barındırır.) Bu konuda şu link kaynak olarak gösterilebilir.
Belki şu an vücudumuzda Kevin Warwick gibi sibernetik implantlar barındırmıyoruz, ama siberkültür, ya da Borg kültürü bizi hızla kendine çekiyor. Warwick’in RF chipi aslında büyütülecek bir konu değildir, cebinde de taşıyabilirdi bunu, o deri altını tercih etmişti. Daha sonra kolundan eline doğru giden sinirleri bir chip ile irtibatlandırdı (Rosen’in çalışmalarını hatırlayınız!). Artık elini kullandıkça sinir sisteminde olup bitenleri bir bilgisayarda görüntülemeye başlamıştı.
Bununla yetinmedi Warwick, vücuduna ultrasonik algılayıcılar yerleştirdi, bu algılayıcılardan gelen verileri sinir sistemine iletmeyi başardı ve bir anlamda gözleri kapalı görmeye başladı, aynı yarasalar gibi. Bir çizgi karakter geliyor burada aklımıza; yarasa adam (Batman). Warwick, eşinin de aklını çeldi, onun da koluna benzer bir operasyon yaptırdı, sonra eşinin ve kendinin sinir sistemlerini birbiri ile irtibatlandırdı, eşi elini kıpırdatsa Warwick bunu bir şekilde hisseder oldu. Hedef beyne implantlar yerleştirmekmiş. Beyninde implantlar olan insanları birbiri ile haberleştirmek! Belki telepatinin teknolojik çözümü /ispatı diyecektir buna. Bilgiyi indirmekten (download) bahsediyor Warwick. Daha fazla bilgiye ulaşmaktan söz ediyor. Oysa Büyüğümüz Yunus Emre Hazretleri nasıl buyuruyorlar:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak’kı bilmektir
…
Yazı dizimizin ilk bölümünde insanlığın bu değişiminin bir ayağını kelimelere yüklediğimiz anlamlar ile ilişkililendirmiştik. Kavramları ve onları açıklayabilmek için kullandığımız kelimeleri ters yüz etme ile transhümanist sürecin hızlanacağını düşünüyoruz. Ayrıca insanlar konuşurken kullandıkları kelimeler aynı kavramları mı çağrıştırmadığı, kelime hazinelerini karşılıklı olarak uyumlaştıramadıkları müddetçe fikir alışverişlerinde ne kadar verimli sonuçlar elde edebilir? Bireylerin aynı kelimeye yüklediği anlamlar farklı farklıysa, fikir alışverişi fikir çatışmasına sonra da fiziksel çatışmaya dönüşmeye ne kadar müsaittir öyle değil mi? Transhüman, deforme edilmiş kelimeler üzerinde mi yükselecek yoksa?
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk’ olmasa (Aşık Veysel)
Öte yandan bilim ve teknolojiyi yönlendiren milletler evrensel kelime hazinemize yeni kelimeler ekleme görevini de üstlenmekteler. Bu kelimeler teknoloji üretmeyen (tüketen) ve takip eden milletler tarafından ya aynen kullanılmakta ya da birebir tercüme edilmeye çalışılmaktadır. Bir örnek olarak download ve upload kelimelerini ele alalım dilerseniz. Her iki kelimeyi de ya aynen kullanıyoruz ya da indirmek ve yüklemek şeklinde tercüme ediyoruz. İster download ister indirme kelimelerini tercih edin, burada bilinçaltınıza bilgiyi daha yukarıda bir yerden aldığınıza dair bir mesaj gitmiyor mu sizce de? Bilgisayar bilimlerinde internetin bir bulut ile simgelendiğini düşünecek olursak yapbozun bazı parçaları zihnimizde belli belirsiz bir araya gelecektir. İnsan bilgiyi internet denilen yüce bir yerden, yüksek bir yerden, bir buluttan indirmekte; bu hiyerarşide yaratılmış en şerefli varlık olan insan, internet karşısında aşağıda sembolize edilmektedir. Bu simgesel yorumu abartılı ya da zorlama bulabilirsiniz, yeni evrilen kelimelerle biraz ilgilenmeye başladığınızda sizi birçok sürprizin beklediğine şimdiden hazır olun!
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017