Savaşabiliyorsan Sen İnsan’sın

, 28 Mayıs 2013
sadece sürat...

sadece sürat…

Zaman gittikçe hızlanıyor. Serbest düşüş tamamlanmak üzere. Delili, süratin artık kendi başına bir amaç haline gelecek kadar başımızı döndürmesi, bakışlarımızı bulandırması. Bakışlarımız kilitlenmiş durumda hız denilen mefhuma. Hipnotize etmiş sanki bizi. Hedefsiz ve amaçsız sadece sürat.. sadece sürat.. sadece sürat…

 

“Yeni” teknolojik aletler hayatımızı kolaylaştırıp bize “daha önemli” işler için “boş vakitler” sağlayacaktı. “Boş vakitler”imiz oldu. Ama biz bir türlü müsait olamadık “daha önemli” işler için. “Boş vakitler”, “daha da önemli” işler için “daha da boş vakitler” sağlayacak olan, “daha da yeni” teknolojik aletler tarafından dolduruluyor. “Daha da boş vakitler” ve “daha daha da önemli” işler için… Aldandık. Sürekli aldanıyoruz. Aldanmanın müptelası olmuşuz. Zannedilmesin ki aldanan sadece Türkiye… Hayır! Aldanan, bir nev olarak, bütün bir insanlık.

Bugüne kadar maksadımız vardı. Doğru yada yanlış; maksatlarımız vardı. Sadece milletimizi kastetmiyorum. Tüm insanlığı kastediyorum “Biz” derken. Doğru yada yanlış, amaçlarımız farklı olsa bile bir yönümüz vardı. Daha doğrusu farklı farklı yönlerimiz, kıblelerimiz vardı. Farklı farklı yönlerde giden farklı farklı araçlar bazen birbirleri ile çarpışırlardı. Bu çarpışmaların önüne geçmek için trafik kuralları icad edildi. Samimi olup olmadıklarını mülahazaya almıyorum; bunun için paktlar, değişik milletler arasında birlikler kuruldu. “Birleşmiş Milletler”, “Nato” vs. gibi… Trafik kazalarının önüne geçmek için. Bizler insanız ve savaş bizim tabiatımızda var. Farklı düşünür, farklı inanır ve bunun kavgasını veririz. İcabında savaşırız. Biz insanız. Binlerce yıl boyunca savaştık. Dünya savaşları bile yaptık. İnsanlık bunlara direnebilecek immün sistemlerine sahipti ve hep kendini yenileyerek çıktı bu savaşlardan. Evet, yeni dönemlere kadar bu böyleydi. Eski durumlar aynı kalsa idi daha biz binlerce yıl savaşır ve binlerce yıl ayakta kalmaya devam ederdik insanlık olarak. Hz. Ali’nin (kv) dediği gibi, “İnsan olarak kardeşiz.”; kavga da ederiz birbirimizle sevişiriz de.

Şimdi ise, belki de ilk defa; tüm insanlık tarihi boyunca ilk defa olacak bir şey ile karşı karşıyayız. Bu yüzden, tarihte gönderilmiş olan Nebiler (as) tek bir lisan olarak, büyük savaşlardan, büyük afetlerden değil de, karşı karşıya olduğumuz o büyük şey ile alakalı olarak uyarmışlar bizleri. Zira bu yeni tehlike, savaşlarımızı dahi elimizden alabilecek kadar korkunç, insanî kavgaları dahi manasız hale getirecek kadar alışagelmedik yeni bir durum.

Evet, savaş çok arzu edilir bir şey olmasa da Kur’an’da ifade edildiği üzere hakkımızda “hayırlı bile olabilecek” ihtimalleri, fırsatları barındırır içinde. Tekrar ediyorum: İnsanîdir.

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara/216

Savaş elimizden alınılmaya çalışılıyor. Savaşsız yenilgi. Zira savaş denilen trafik kazaları, farklı yollarda ilerlemekten ve bu esnada olan çarpışmalardan kaynaklanır. Herkesin bir yolu vardır ve o yol o yolcuya sevimli gösterilmiştir. Şimdi ise, “Yol önemli değil. Yola bakmana gerek yok.” diyor biri devamlı fısıldayarak. “Önemli olan arabanın kadrajında kaç kilometreye kadar çıktığındır. Ulaştığın hızdır. Bas gaza! Bas gaza! Düşünme varman gereken nihai noktayı. Düşünme hangi yolda ilerleyip, hangi trafik kurallarına uyman gerektiğini. Tek bir amacın var. Düşünme, bas gaza. Yeni trendimiz belli: “Exponential zaman”dayız.” Fısıldamaya devam ediyor o biri: “Exponentialsin; öyleyse varsın.”

Kötü bir yolda, kötü bir amaca sahip olmak bile -nisbetler perspektifinde- insanîdir ve o amaç sahibinin bir kalbi olduğuna işaret eder. Belki kötü bir kalptir; ama kalptir. Zira bir amaca sahip olabilme kabiliyeti taşımaktadır. “Kast” mekanizması işlemektedir. Ağrıyan çürük bir diş, diştir yine. Çürük diş tedavi edilebilir, dolgu yaptırtabilirsiniz. Çürük hali ile bile, bazı yiyecekleri çiğnerken faydalı olabilirler. Dişinizi çektirirseniz ağrı kalmaz, doğru.  Fakat bir ağrıya, kötü bir kokuya bedel orada bir boşluk, bir kara delik kalır. Kalp amaç edinebilme kabiliyetini kaybederse -bu amaç ne olursa olsun- bu kalp çoktan bir diş gibi çekilmiştir o kişinin haberi olmadan. Yerinde koca bir “Karadelik” (Black hole) bırakır sanki. Merkezinde Singularity dediğimiz bir merkez noktası vardır. Kapkaranlıktır orası. Şeytan’ın evidir karanlık. Kalp asıl bir yolda, bir amaç için ilerleme duygusunu yitirirse ölür ve orada kalan koca boşluk Şeytan’ın evidir aslında.

Başa dönelim. Bu kasıtla isimlendirilmiş olsun olmasın, Singularity, dünyada ilk defa global manada insan yüreğinde Şeytan’ın evini kurmasının adıdır. Hasta kalplerde, nifak dolu kalplerde, inkarcı kalplerde Şeytan hep kiracıdır. Global manada, İnsanlık nevinin yüreğinde ilk defa, kalpsizlik ile, boşluk ile, karanlık ile, nihil ile kendi evini inşa ediyor. Belki işte bu yüzden Nebiler nebisi (sav): “Karnuş şeytan” (Şeytan çağı)na dikkat çekmiş. Ne Moğol ne haçlı istilası… Ne Mescid-i Aksa’nın ve ne de Kabe’nin defalarca işgali ve mancınıklarla ateşten taşlara tutulması… Evet, hiç biri için “Şeytan çağı” dendiğini bilmiyoruz. Zira çürük de olsa diş diştir. Dolgu yapılır düzelir. Tevbe ederiz, Allah dilerse kabul buyurur. Ama dişimiz çekiliyor. Kalbimiz yerinden sökülüyor. “Tevbe kapısı” kapatılmaya çalışılıyor. “İnsanlık tepesi”, “Gönül tepesi” bu kadar zor bir durumda kalmış mıydı bilmiyorum.

Bizim için savaşın en önemli cephesi zihinlerdir. Zihin cephesi aşılırsa “Gönül tepesi” düşebilir. Bu yüzden zihin ve gönlün emanet edildiği “İnsan”ı anlamak zorundayız. Zübeyir Yetik, “Human” ile “Eşref-i mahlukât” olan “İnsan”ın birbirinden farklı olduğunu ifade etmişti. Tasavvufu reddeden bakışına katılmasam da, ıstılahi olarak beğendiğim bir tespit. Birinin İngilizce diğerinin Arapça kökenli Türkçe bir kelime olmasına takılmamak lazım. Arkalarında farklı “Dünya görüşleri” saklıyorlar. Ama “medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek”, bu kabil teferruatı “Yaratılışta kardeşimiz” olan diğer yollardakilerle aramızda bir ayrılık sebebi saymıyorum. Kısacası, bu manada “Human” da tehlikededir. “Transhumanizm” ve “Posthumanizm” bu tehlikenin ünvanlarıdırlar.

İlk düğmeyi doğru iliklemek adına, takip edecek yazılarda “İnsan”ı ve “İnsanî haller”i ele almaya gayret edeceğim. “İnsan”ı anlamak, “Human”ı anlamak zorundayız. Yoksa, Burak Sadık Ünal’ın dediği gibi, “Haman” kulesini inşa ediyor. Transhumanizm düşüncesi “İnsanlık tepesi”ni bombalamaya başladı bile. Orası aşılırsa Posthumanizm… Yani “Gönül tepesi”nin işgali. Ve işte, 2045’de o tepeye dikmek istedikleri bayrak: “Singularity”.

“Savaşabiliyorsan Sen İnsan’sın” yazısına 3 yanıt var

  1. Geri izleme: Hız Tutkusu Kalbi Öldürür | Her-An

  2. Metin Muhtar demiş ki: ( 29 Mayıs, 2013, 8:43)

    Toplumda insana yüklenen kimlik ile kişinin olmak istediği kimlik arasındaki çatışma, ya da insanın toplum içindeki rolünü başka bir rol ile değiştirme arzusu… İnsanın öz kimliğine tam olarak ulaşma serüveni… Akıl ve bilim sınırları içinde insanın doğa ile olan münasebeti, sınırları… İnsanı anlama, her hali ile kabullenme, sevme sanatı… 7 milyar insan kardeşini kucaklama… Bunları düşündürdünüz, sevgi ve hasretle kucaklarım Sizi…

  3. Ahmet Soylu demiş ki: ( 28 Mayıs, 2013, 14:28)

    “Tebük seferinden dönerken ashabına, ‘Küçük cihaddan, büyük cihada döndük.’ buyurmuşlardı.” hadisinin manasını şimdi daha iyi anladım. Yazardan Allah razı olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.