Transhümanizme Giriş – 8
Oğuz Aksakal, 11 Mayıs 2013“Ölümden niye korkarsın, korkma ebedi varsın.” (Yunus Emre Hz.)
Hemen hemen hepimizin duyduğu ancak çok azımızın içeriğini bildiği Gılgamış Destanı’nında (M.Ö. 1700) Gılgamış bir yarı tanrı olarak anlatılır; annesi tanrıça Ninsun ve babası bir Uruk kralıdır. Gılgamış çok güçlüdür, Uruk şehri erkeklerinin de kendisi gibi kuvvetli olmasını ve çok çalışmasını ister. Kent kadınları, erkeklerin evlerine vakit ayırabilmesi adına tanrıça Aruru’dan yardım isterler ve böylece en az Gılgamış kadar güçlü Enkidu yaratılır. Gılgamış ve Enkidu birlikte maceralara atılırlar, ancak Enkidu bir gün ölür. Enkidu’nun ölümü Gılgamış’ı çok sarsar ve kendisinin de öleceği fikri onun ölümsüzlüğü araması sürecini başlatır. Belki de Gılgamış’ı bir destan kahramanı yapan da onun bu ölümsüzlük arayışıdır. Sonunda denizin dibinden ölümsüzlük otu denilen bir bitkiyi çıkarır ancak bir yılan bu bitkiyi -Gılgamış onu yiyemeden- alır.
“Bir de cinleri Allah’a bir takım ortaklar yaptılar. Oysa onları O yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.” (Enam, 100)
Mitolojide bir titan olarak anlatılan Prometheus Zeus’tan ateşi çalmış ve insanlara vermişti, dolayısı ile insanların şartlarını geliştirmişti. Ateşin bilgiyi, bilimi, uygarlığı temsil ettiğini söyleyenler de vardır. Prometheus hadisesinde insanlara dış kaynaklı bir destek, öte yandan tanrılara da bir başkaldırı söz konusuydu. Transhümanist tarihçenin önemli bir çıkış hikâyesidir bu; “biz tanrılar olacağız” diyen bir takım felsefecilerin, ya da “makineler tanrılar olacak” demeye getiren diğerlerinin bir yol hikâyesi… Arthur C. Clarke’ın bizim bu gezegendeki rolümüz tanrıya tapmak değil, onu yaratmak deyişini hatırlayın lütfen. Britanyalı evrim biyologu John Burdon Sanderson Haldane, ben bir deney düzeneği kurduğumda bir tanrı olduğunu varsaymam, sürece melek ya da şeytanların müdahale ettiklerini öngörmem der ve ekler bu varsayımıma gündelik hayatta da devam etmezsem bu da bilimsel onursuzluk olurdu.
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.” (Rahman, 33)
Yine mitolojide yer alan Daedalus efsanesinde, Daedalus balmumu ve tüylerden kanatlar yapar, oğlu Ikarus’u bu kanatlar yardımı ile çok yüksekten uçarsa güneşin balmumunu eritebileceği konusunda uyarır, Ikarus uçmanın cazibesine ve yükseklerin çağrısına kapılır ve beklenen son gerçekleşir. Daedalus’ta tanrılara meydan okumayı ve büyü-dışı yöntemlerle insan kapasitesinin genişletilmesini, başka bir deyişle mühendisliğin temellerini gözlemleriz. 1973-1977 yılları arasında yıldızlararası uzay için insansız bir uzay aracı tasarımı projesine Daedalus’un isminin verilmesi de boşuna değildir elbette. Usta işçi anlamına gelen daedalus kelimesi bize Max Frisch’in Homo Faber’ini de hatırlatır. Homo Faber alet yapan insan anlamına gelir ve doğaya yaptığı aletlerle üstün gelen insanları niteler. Kahramanı 50 yaşında bir mühendis olan roman, teknolojik gelişmelerin birçok değerin yerini almasına değinir, kader ve rastlantısallık konularına göndermeler yapar, istatistik, olasılık ve matematik yardımı ile hayata dair alınan kararların ne denli güvenilir olduğunu düşündürür; ürperten sonu ile de bir tefekkür ufku sağlar kimi okura… Münir Derman (K.S.) ne güzel buyurmuşlar “hayatta bir tek tesadüf vardır. O da lügatlerdeki tesadüf kelimesidir” diye.
“Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” (İsra, 85)
Ortaçağ hristiyanlığı büyü ve simya ile cadılık 1736 yılında suç olmaktan çıkartılana dek savaştı. Onu yakarak öldüren kilise tarafından yaklaşık 500 yıl sonra azize ilan edilen Jeanne d’Arc’ın üzerinde adamotu parçası bulunduğu ve bunun bir büyücülük emaresi olduğu iddiaları da söz konusudur. Adamotu (mandrake, madragora) kökleri insan figürüne benzeyen halüsinojenik hezeyanlara sebep olabilecek, genelde ölümle ilişkilendirilen bir bitkidir. Harry Potter serisini okuyan ya da izleyenler neden bahsedildiğini daha da iyi anlayabilir. (Sihirbaz) Mandrake’yi de bir çizgi roman kahramanı olarak hatırladığımız gibi Mandrake ünlü bir Linux sürümü olarak da çıkar karşımıza. Simyanın maddelerin esas özelliklerini değiştirme, kaplarda homunculus (küçük insanlar) üretme, ölü diriltme gibi yönlere çekilmesi kilisenin simyayı şeytani bir iş olarak görmesine yetiyordu. Homunculus denilince aklımıza Gulliver’in maceralarından tanıdığımız lilliputlar geliyor. Büyük bir izleyici kitlesi olan Full Metal Alchemist çizgi filminde de tanışırsınız küçük adam anlamına gelen bu kelime ile… Şili’nin Atacama çölünde bulunan 15.2 cm boyundaki küçük insan iskeletini de hatırlarsınız belki…
Hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yapmayı, böylece ölümsüzlüğe ulaşmayı isteyen Victor Frankenstein hikâyesini bilirsiniz. Ve Ruh büyük bir gizem olarak bu maceranın önünde anlaşılması, aşılması gereken bir kavram olarak durmaya devam eder. İtalyan Medici ailesinin de destek verdiği Yeni Plâtonculuk akımında insanın kendini yeniden şekillendirmesi kavramı üzerinde durulduğu da bilinmektedir. Hümanizm üzerine yoğunlaşan, deneysel düşünce sistemini benimseyen Rönesans devri dinamikleri ile ardından Newton, Locke, Kant gibi isimlerin oluşturduğu zeminde rasyonel hümanizma güçlenmiştir. Transhümanizm yazı diziminin başlarında dönüşmüş insanı tanımlar derken, hümanizm ile de ilişkilidir demiştik, bu ilişki konuyu daha fazla merak eden okurlar için rasyonel hümanizma ekseninde değerlendirilmelidir.
İstanbul’un 1453 yılında fethi bize anlatılırken, İstanbul’dan kaçan ve Rönesans’ın başlamasına büyük katkılar sağlayan Bizanslı bilim insanlarından söz edilirdi, ancak bir tanesinin bile ismi verilemezdi. Rönesans’ta aslında Hıristiyanlık inancı içerisine Pagan figürlerin yerleştirilmesi, aynı potada eritilmesi vardı…
18. ve 19. yüzyıllar insanların bilim ile yeni ufuklara yelken açtıkları bir dönemin başlangıcı olur, meydan okuyuş yeni isimlerle anılır, zira insan her anlamda sınırlarını aşmak istemektedir.
Şeytan, Yehova’nın ismini lekeledi ve birçok yalan ortaya attı. Âdem ve Havva’ya yalan söyleyip, Tanrı’nın yasakladığı meyveden yerlerse ‘katiyen ölmeyeceklerini’ iddia etti (Tekvin 2:16, 17; 3:4)
1859’da Darwin imdada yetişir. Kabul edin ya da etmeyin, insanın sınırlarını teknoloji ile aşabileceğine inanması ve bu konuda eylemde bulunması için bir evrim teorisine ihtiyaç vardır. Evrime inanan insana teknoloji de işin içine katılabilir, evrim hızlandırılabilir ve katılımcı evrim anlayışımız ile daha üst bir evreye geçebiliriz demek kolaylaşıyordu. Bize göre transhümanizmin başarısı Darwinizm’den geçer, dolayısı ile Darwin tartışmaları asla bitmeyecektir. Darwin ile din barıştırılarak, Tanrı bizi Darwin’in söylediği gibi yarattı denmeye başlanacaktır. Ateist bir Darwinizm ya da tesadüfler ile olayları anlatan bir yaklaşım transhümanizme tam anlamı ile hizmet edemez dolayısı ile ateist olmayan Darwinizm üzerinde daha çok durulacaktır. Darwin’e Kur’an’dan da destek bulunmaya çalışılırsa şaşırmamak gerekir. Darwinizm’in biyolojik deliller ile çürütülmesi ya da desteklenmesi mücadelesi değil burada temel motivasyonumuz, iddiamız Darwinizm’in transhümanist ve posthümaniter hareket için inşa edildiğidir. (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis): “Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” (A’raf, 12) Burada İblis hayırlıyım kelimesini üstünlük anlamında da kullanıyor, İblis kendini beğeniyor, üstün görüyor ve hepimizce malum süreç burada başlıyor. İblis, insanlığı (sürecin başladığı) bu üstünlük ve kibir noktasında yakalamak istese nasıl bir plan yapardı sizce? Ve bu sinsi planını hangi adımlarla yürürlüğe sokardı?
“Allah Teâlâ, her bir âzâyı ne için yarattıysa o yolda kullanılmasını irade etmektedir. Kalbin yaratılış sebebi, mârifet ve tevhidle meşgul olmaktır. Lisânın vazifesi, şahâdet ve tilâvetle meşgul olmak, insanların ayıplarını araştırmamak ve insanlara yumuşak ve gönül alıcı bir üslûb ile hitâb etmektir.” (Mahmud Sami Ramazanoğlu K.S.)
Bir dönem kendi bilgisayarınızı kendiniz toplardınız, ihtiyaçlarınıza göre OEM parçaları alır bir bir kasada bir araya getirirdiniz, belki hala devam ediyordur bu, araştırmadım. Bellek, işlemci vesaire birleşince ona toplama bilgisayar denirdi. Frankenstein’in yaratığı içinde bir tür toplama insandı diyebiliriz sanırım. Birçok makinenin işlemci ya da lojik kısmına hala beyni diyoruz öyle değil mi? Bazı parçalar da kalbi oluyor, mesela buzdolabının motorunda olduğu gibi… İnternet ağının bir omurgası (backbone) yok mu sahiden? Günümüzde makinelerin gelişimini medeniyet zanneder bir haldeyiz, belli bir düzen içinde bir araya getirilmiş metal, cam ve plastikten medet umuyoruz. Kısacası, makinelerin yükselişi insan ruhunu incitti, insanı egoistleştirdi.
“O (kimsenin vay hâline) ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.”(el-Hümeze, 2-3)
Bu ayette malı yapay organlar olarak da görebilir miyiz diye düşünmeden edemiyorum. Eskiyen kalbini getir yenisini götür kampanyaları mı olacak ileride? Bir kalp alana bir böbrek bizden mi diyecek firmalar.
“Transhümanizme Giriş – 8” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Tebrik ediyorum Transhümanizm diye anlatmaya başlayıp full blown dini propaganda, güzelleme tarih ve transhümanizm kötü ölüm iyidir aslındaya bağladınız. İş değil şu yaptığınız.