Eskatolojik Sapma ve Maneviyatın İnkişafı

, 1 Temmuz 2013

İBRAHİM SAİD ÖZKUL – İçinde yaşadığımız zamanı anlamak, ona göre Rabbimizin bizden razı olacağı bir hal almak, hayatın ve iradenin hakkını verip kalbin ve ruhun derecesine yükselebilmek, faniyat ve zailattan sıyrılarak Hazreti İbrahimvari “batanları sevmem” deyip ebedi ve ezeli olanlara yüzümüzü çevirmek giderek daha da zorlaşıyor. İçinde yaşadığımız zıtlıklar çağında, hadis-i şerifin ifadesiyle tekarüb-ü zaman ve tekarüb-ü mekanla, (özellikle durmadan hızlanan ulaşım vasıtaları ve devamlı değişen iletişim araçları ve teknolojileri ile) zaman  giderek hızlanıyor ve dünya daha da ufalıyor. Son üç-beş yüzyıl, sadece teknik-teknolojik (ve bunlara bağı iktisadi) değişimin yokuş aşağı hız kazandığı değil, aynı zamanda insanın hayatın anlamına ve gayesine tabir-i caizse yabancılaştığı, geleneğe ve tarihe savaş açtığı, mukaddesler de dahil kadim olan ne varsa yıkıp yerine “yeni”lerini vaz etmeye çalıştığı, belki de insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir dönem oldu. Maneviyata ve vahye sırtını dönem Batı, tek gözlü dehasıyla maddi alemi mikro ve makro boyutlarıyla en ücra köşelerine kadar tarassut ederek devşirdiği yeni aletler, edindiği yeni teknikler vasıtasıyla; hakikatlerini hayatdar bir şekilde temsil etme kabiliyetlerini büyük ölçüde kaybetmiş eski medeniyetlere kök söktürdü. Maddecilik taunu, bazı adacıklar müstesna, bütün yerküreye sirayet etti. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında, yıkılmaz sanılan medeniyetin, bunca zamandır biriktirdikleri iki büyük dünya savaşıyla tarumar edildi ve mukaddeslerin yerlerine yerleştilen putlar da bu kargaşada devrilip parçalandı. Geriye insaniyetten uzaklaşmış, hakikatle irtibatını nasıl tekrar nasıl kuracağını bilmeyen şaşkın bir insanlık kaldı.

Ne var ki zamanın çarkları yavaşlamıyor, hız kazanıyor ve zamanımızı belirleyen iki hususiyet, zamanın daralması ve ilmin inkişafı daha da tebarüz ediyor,buna maneviyatın inkişafı diyebileceğimiz bir üçüncüsünü de ekleyebiliriz (bunu aşağıda biraz daha tafsilatlı izah edeceğiz). Bütün bu çalkalanma ve fırtınalar tabii  tohumları da etrafa saçarak yeni neşv-ü nemalara da zemin hazırlıyor. Karanlık kesifleştikçe nurani kandillerin ışıkları da bir noktada tezaüd ediyor (aydınlık ve karanlığın bu içiçe inkişafı ayrı bir yazı konusu). O yüzden yaşadığımız zamanın ayrı bir ruhu ve buna göre de ayrı hastalıkları var.

Bu hastalıkların en fazla dikkat çekenlerinden birini eskatolojik sapma olarak adlandıracağız (eskatoloji: ahir zaman, öte dünya bilimi). Ahir zamanın ifade ettiği hakikatlerden koparılmış olarak anlaşılması olarak tarfiedebiliriz bunu. İnsanın tabii ömrünün uzatılmasından hatta ölümün hepten öldürülmesinden bahsedildiği, bunun için bedenin tasviyesini dahi öngören projeler ortaya atıldığı, hatta artık “bilim”in dahi felaketleri öngörmeye çalışıp, kendi kıyamet senaryolarını yazdığı bir zamanda yaşadığımız düşünüldüğünde bu çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Gelecekteki savaşlardan tutun, farklı distopyalara, bunlarla makusen mütenasip robotlaşmış medeniyet hayalleri ve cennet projelerine kadar bilim ve teknoloji dellalları dinin sadece vadettiklerini (!) kendilerinin gerçekleştireceklerini iddia etmekten geri durmuyor ve daha ne fanteziler kuruyorlar. Açık bir şekilde bir nevi dinî dil (sonsuz hayat, ölümsüzlük, cennet, cehennem, tanrılaşmak, ruhu yaratmak) kullanıyor ve hatta ahir zaman kavramlarına denk düşen formlarda kendilerini ifade ediyor, kahinler, mesihler, mehdiler ve deccallerden dem vuruyor veya üzerlerine bunların gölgesi düşmüş mefhumlarla konuşuyorlar. Bu fütursüz futurizm, her şeyin en doğrusunu kendi bildiğini zannetme kibriyle esip savurduğu iddialarıyla makul insanlar nazarında her ne kadar kendini komik duruma düşürse de, durmadan yenilenen teknolojik  oyuncaklar ve gözbağları, ahtapot gibi her yere yayılan nefsaniyetin tasallut aygıtları, dünyaya saplanmış pusulasız insanlara yol gösterir, bir çıkış yolu sunar gibi yapması ve menfi cereyanlar tarafından durmadan körüklenmesi  sayesinde etkisini daha da artırıyor.

Daha acı ve çarpıcı olansa inananların da bu eskatolojik sapmadan nasiplenmesi. Kendi kaynaklarında buldukları hakikatlerle kainatı okumak ve aklı ve kalbi cem ederek tahkike ulaşmak şöyle dursun, birçok alanda Batı’nın ancak acemi bir mukallidi olabilen insanlardan başka ne beklenebilir? Düğümlere üfleyenlerin tesiri altında, sosyal meseleleri komplo teorileri zaviyesinden ele alan insanların, ahir zamanı da hakikatle irtibatı kopmuş bu eskatolojik zeminden anlamlandırması ne kadar acı değil mi? Hadisleri ve ayetleri yüzeysel paralelliklerle olaylara tatbik eden, ahir zaman hadisatından kendi çıkardığı çerçevelerle en alakasız Hollywood konseptlerini kafasında mecz edebilen, mehdi-deccal-mesih enflasyonu  içinde etiketlerle düşünüp bunların arkasında manayı kovalayan, her şeyi izah eden maneviyat teorileriyle gelecek hakkında da kehanetler öne süren, ifşa ettiği sırlarla (!) her açıkamasında tarihin seyrini değiştirdiğini iddia eden, ricalü’l-gaybı bir nevi gizli servis zanneden… Bilmiyorum bu iç karartıcı listeyi, bu mantıksızlıkların yol açtığı birbirine zıt bir sürü yaklaşımı, bunların iç tutarsızlıklarını daha fazla izah etmeye gerek var mı? Daha da vahimi bunların dünyaya bakarken esas çerçeveler gibi kabul edilmesi, olayların ve hareketlere bunlara göre anlam ve kıymet atfedilmesi. Kendinden başka herkesi yanlış gören hatalarının nasıl farkına varacak?Bütün bu peşin teorilerin, çok derin şeyleri anladığını zannettiren izahların arkasında ümmet-i İslam ve insanlık için gerçek manada ızdırap çekmemek yatmıyor mu? Sünnet-i seniyyeye tam anlamıyla ittiba edip, devamlı kendini sıfırlayarak sürekli bir muhasebe içinde yaşamaksızın buradan çıkış yolu yok.

Bu çıkmaza işaret ettikten sonra meselenin özüne dair birkaç noktayı da tespit edelim. Bediüzzaman Said Nursi’nin melekler ve ruhun bekası hakkında yazdığı 29. Söz’deki pasajlar zamanın (ve ahir zamanın)hakikatini erkan-ı imaniye ile ilişkisi içinde anlamak için çok önemli gözüküyor:

Âlem-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, lâtifleşir. Kudret-i fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle, kesif, câmid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi bir remz-i kudrettir ki, âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayatla eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatini kuvvetleştiriyor.

 

Demek, herhalde bir zaman gelecek ki, kâinat hakikat-i uzmâsının kışır ve sureti olan âlem-i şehadet, Fâtır-ı Zülcelâlin izniyle parçalanacak, sonra daha güzel bir surette tazelenecektir.
(29. Söz, 2. Maksat, 4. Esas, 1. Mesele)

Dünya çekirdeği ahiret sümbülünü vermek üzere çatlamıştır, öyle ki yukarıda da bahsettiğimiz üzere ahirete ait bazı hükümler bu dünyada tezahür etmeye başlamıştır: Ruhaniyatın tesirini hissettirmesi, ilmin görülmemiş inkişafı (ve bununla beraber zamanın hızlanması). Sadece tek gözle, maddi nazarla bakanlar (ve maalesef cüzi-külli bakışı bulanmış bizler) tam idrak edemesek de bunlar İseviyet’in ahkamıdır zaten, ahir zaman dediğimiz budur; mehdiyetle nihai manada yaşanacak maddi-manevi inkişaf bununla alakalıdır (Bir noktada yukarıda bahsettiğimiz sahtelerinin etrafı doldurması da bu hakikatlerin inkişaflarıyla alakalı olarak değerlendirilebilir).

Teleskoplarlarla evrenin ücra (!) köşelerinde hayat (ve yaşamaya elverişli yeni dünyalar) arayan, uzaya mesajlar gönderen; (her şeyi maddeye indirgeyerek ve okuyamadığı şeylerin anlamsız, ne işe yaradığını bilmediği şeylerin de gereksiz olduğuna hükmederek de olsa) hayatın şifrelerini (!) çözmeye çalışan, elektromikroskoplarla mikro alemlerdeki mucizeleri müşahede eden, nano boyutlarda atomları dizip şimdilik moleküler makineler olmasa bile ilkokul çocukları gibi isimlerini vs. yazabilen; normoalemde bir taraftan beynin fotokopilerini nöron yollarını gösterecek hassasiyette çekmeye, elektronik modellerini yapmaya çalışarak şuura ulaşmaya çalışırken, diğer taraftan yüz mimiklerinden sıçrayıp dengede durmaya kadar insan ve hayvan bedenlerindeki envai çeşit sistemi taklit etmeye çalışan tek gözlü deha, lebaleb yeryüzünün her yerinden hayat fışkırdığı halde, (her şeyin  hayata göre ayarlanmışlığını raslantıya tesadüfe verdiği için) bütün kainatı boş  ve ölü zanneder. Oysa yıldızlar ve mikro alemler hayatın belki daha latif ve parlak envaıyla, melekler ve ruhanilerle doludur. Ve belki düne kadar bazı aletlerden mahrum avamın muttali olamadığı bu alemlerin keşfi ve buradaki ayetlerin inkişafı yeni bir maneviyat devrinin işaretleri olarak okunabilir. Işığın ve manyetizmanın işlenmesi, nano alemlere ve DNA’ya cüzi de olsa tasarruf edilebilmesi birazda bununla ilişkilidir denebilir. Bunların hakiki mahiyetlerinin anlaşılması ve buradaki tasarrufun sınırlarını tesbiti ise ancak varlığın metafizik boyutuna açık, hilafet misyonunu yüklenebilecek insanların selahiyetindedir. (Yoksa, bugünden bile dellallığı yapılmaya başlanmasına bakılırsa ortalığı değişik nefsaniyet tuzakları ve uyuşturucuların, canavarlar ve savaş makinalarının doldurması işten bile değil.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.