Transhümanizme Giriş – 9

, 18 Temmuz 2013
John McCarthy

John McCarthy

John McCarthy 1927 yılında Irlanda göçmeni bir baba ile Litvanya göçmeni Yahudi bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Matematiği çok iyi olan John 17 yaşında Caltech’e kabul edilir. Orada von Neumann’dan aldığı dersler ona ileride yapacağı işlerde büyük ilham kaynağı olacaktır. Doktorasını Princeton Üniversitesinde Lefschetz’in yanında tamamladığında daha 24 yaşındadır. Solomon Lefschetz, Osmanlı vatandaşı Yahudi bir ailenin çocuğudur. Lefschetz büyük bir matematikçidir, birçok alanda çok önemli çalışmalara imza atmıştır, tekillik teorisi de (singularity theory) bu alanlardan biridir. Brown Üniversitesi, Dinamik Sistemler Merkezine onun adını vererek ismini yaşatmaya devam etmektedir.

Marvin Minsky

Marvin Minsky

John McCarthy 1956 yılında yapay zekâ üzerine ilk uluslararası konferansı düzenleyen isimdir. Bu konferansa katılan isimlerden biri de Marvin Minsky’dir: 1951 yılında SNARC’ı yapan adam; Stochastic Neural Analog Reinforcement Calculator, bir başka deyişle yapay öğrenen ilk makineyi yapan adam (elbette vakum tüpleri ile)! Minsky, Arthur C. Clarke’ın 2001: A Space Odyssey eserine de danışmanlık yapmıştır, 2006 yılında The Emotion Machine kitabını yazmıştır. ALCOR’un da bilimsel danışma kurulunun bir üyesi olan Minsky’nin adına transhümanist metinlerde de rastlamanız oldukça muhtemeldir. O da Yahudi kökenlidir ve o da McCarty gibi kendini ateist olarak tanımlar.
McCarty birçok başarılı proje gerçekleştirir ancak belki de en önemlilerinden biri Alonzo Church’un Lambda Kalkülüs’ü üzerine inşa ettiği Lisp dilidir ki, Lisp 1960 yılından itibaren tüm yapay zekâ araştırmacılarının tercih edeceği dil olacaktır. Araştırın göreceksiniz cloud computing konusu da McCarty’nin düşüncelerine dayanır (zaman paylaşım teknolojisi). “The robot and the baby” başlıklı bir de kısa hikâyesi vardır ki okumaya değer…

Kur’an-ı Kerim de birçok ayette “olur ki akledersiniz”, “eğer aklediyorsanız”, “artık akletmeyecek misiniz?”, “akledesiniz diye”, “siz akletmez misiniz?” şeklinde akla vurgu yapılmaktadır. Bu vurgularda okuyucu gerçeğe davet edilir. İnancı, düşünceleri ya da yapıp etmeleri arasındaki tutarsızlığı idrak etmesi beklenir. “Gerçeğe davet” ifadesi bize Rekall şirketini hatırlattı, hani 1990 yapımı Total Recall filminde (dilimize Gerçeğe Çağrı olarak çevrilmişti) rüyaları gerçek anılara çeviren, müşterilerine akıl gezileri yaptıran şirket… Bir büyüğümüz akıl dünya işlerini görmekte faydalıdır, ama ilâhî vahiyden feyizlenmediği takdirde hakikat yolunda kifayetsizdir buyurmuşlardır. Dolayısıyla nefis tezkiyesinin akılla değil de kalb ile olabildiğini de hatırdan çıkartmamak gerekir.

Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalbler de körleşir. (22:46)

İki yılı geçkin bir süredir transhümanizm ve tekillik (singularity) ekseninde yaptığımız okumalar, geçmişe yolculuklarımız, karşılaştığımız hikâyelerde parçaların birleşivermesi bizi hayretler içerisinde bıraktı. İçimden kepenkleri kapatıp Max Frisch’in “insan nedir ki?” suali peşinde yollara düşmek geçmiyor değil. Gözlerimizin önünde –bir benzetme yapmak gerekirse– SkyNet kurulurken, insan bir böcek gibi ezilmek istenirken ben size çizgi filmlerden, sinema filmlerinden bahsettim durdum. Geride kalan tüm okumaların beni ne denli yorduğunu belki birkaç kişi biliyordur: bu konu bana çok ağır geldi. Ancak tüm bu okumalar neticesinde insanı daha da sevdim, ancak yeterli değil elbette, ona karşı burun kıvırmalarımdan dolayı çok üzgünüm. Şimdi dipten yazıyorum bu satırları, ne kadar burada kalacağımı bilmiyorum, dipte de olsam insan kalabilmeyi, insanı daha yakından tanıyabilmeyi istiyorum. Hani birbirini yıkayan iki el gibi olmamız isteniyor ya işte kusurlarımızı affetmek, acı ve mutluluğu paylaşmak vesaire, insan kelimesi de bu yakınlıktan, ünsiyetten gelmiyor mu zaten? Unutmayalım ki gerçek kardeşlik, zor zamanlarda sergilenebilen kardeşliktir, işte o zor zamanların içindeyiz. Bu nedenle Feridun B. Kaya’nın Savaşabiliyorsan Sen İnsansın yazısını çok çok önemsiyorum, defalarca okudum o yazıyı, İnsanlık Tepesi, Gönül Tepesi kavramlarını düşündüm, düşündüm, düşündüm.

Bir büyüğümüz kalbi dirilen ölümsüzlüğe kavuşur, zıddına nefsaniyete bürünen ise büründüğü nispette insanlık sıfatını kaybeder demişler. Nefsaniyete büründükçe biz insanlıktan çıkıyoruz ve bizi bekleyen merkezinde singularity olan kara deliğe sürükleniyoruz. İşte orada insan da kalamayacağımız aşikâr. Trafikte, parkta, sokakta insanlığı görmek istiyoruz, nezaketi, zarafeti, asaleti içimize çekmek istiyoruz. Ağacı, çiçeği, böceği dert edinen, insanı dert edinen insanı görmek istiyoruz. Otobüste, vapurda, lokantada onların güzelliğini görmek istiyoruz, ruhumuzda açılan boşlukların onlardan sızan hikmetle kapanmasını istiyoruz. İnsanlık için ayağa kalmak istiyoruz. Hazret-i İnsanı saygı, sevgi ve muhabbetle selamlamak, ona doya doya sarılmak istiyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.