Savaşçı – 2

, 27 Şubat 2014

Mikro yada makro; mülk yada melekut; fizik yada metafizik… İlk baktığınız anda, her bir alemde oraya mahsus bir savaşın cereyan etmekte olduğuna şahit olursunuz. “İlk baktığınız anda” diyorum; zira daha özel bir başka bakış açısına sahip olduğunuz anda oradaki savaşın bir “silm”e; yani barışa dönüştüğünü ve yine orada “huzur”a erildiğini müşahede edersiniz. Bu bakışa sahip olmak için çıkılması gereken bir merdiven ve o merdiven ile de ulaşılacak bir “sümuv” var. O özel bakış açısına sahip olunan ve merdivenin nihayet bulduğu o zirvede savaşanların barış ilanına, zalimlerin mağlup, insan olmayı başarabilenlerin ise aziz olduğuna ve bir çok varlığın da birbirleri ile kucaklaştığına şahit olursunuz. Sanki yaratılış bir “mehd-i uhuvvet”; yani bir “kardeşlik beşiği”dir. Bir başka ifade ile, JRR Tolkien dünyasından bir alıntı yaparsak, orası Tom Bombadil ve Altınyemiş’in ülkesidir.

Bu konuya inşallah ileride değinmek istiyoruz. Ama şimdiden ifade edelim, bu merdiven Burak Sadık Ünal’ın çok önemli bir makalesinde geçen (Kur’an ve Singularity) bir kavramsallaştırma ile, bir “Singularity Merdiveni” değildir. Moore Kanunu ile alakası yoktur. “Singularity Merdiveni” bir baş aşağı gidiştir ve daha önce dediğimiz gibi vardığı yer, değil barışın savaşın bile manasını yitirdiği bir karadeliktir.

Evet, her alemde bir ilk bakışla savaş olarak algılanabilecek diyalektik bir sürecin olduğundan bahsettik. Taoculuktaki meşhur yin ve yang sembolü gibi. (Kadim olan bu sembolün Rahmanî bir geçmişi var. “Her-An”ın ambleminin o Rahmanî geçmiş ile alakalı olduğunu belirtip geçelim.)

Her alemde bir savaş cereyan etmekte olduğu gibi elbette tüm alemleri içinde barındıracak kadar toplayıcı ve adeta sıkıştırılmış bir dosya olan insanda da bu savaşları gözlemleyebiliriz. İnsan kainatın minyatür bir modeli ve eğer kainatı bir çok dosyayı ihtiva eden bir kitap kabul edersek, aynı zamanda bu kozmik kitabın da bir fihristidir.

100 trilyon kadar hücreye sahip bedenimizi korumak üzere tavzif edilmiş değişik savaşçılar var. İyi ki varlar. Savunma görevindeler. (Acaba buradan, sağlıklı bir yaşam sürmenin ve bunun için de sağlıklı beslenmenin, takva kavramının şümulüne girdiği manasını çıkarabilir miyiz? Zira takva vikaye kökünden gelen bir kelimedir ve “korunma” demektir. Allah’ın bir emanet olarak verdiği bedenin savunma kuvvetlerine destekçi ve yardımcı olmak, herhalde takva’nın bir başka derinliği olsa gerek.)

Bedenimizin savunma ordusunu oluşturur akyuvarlar. Bu ordu değişik uzmanlıkları olan birimlere ayrılmıştır: B Lenfositler, T Lenfositler, monositler, nötrofilller, özonofiller, bazofiller, makrofajlar vs…

Şuuruna ermediğimiz sessiz bir savaş her an devam etmekte bedenimizde. Hücrelerimizi besleyerek bedenimizi canlı kılan vesileler olan alyuvarlar ve sayısı belirsiz virüsler ve onlarla devamlı mücadele ederek bu bedeni muhafaza eden akyuvarlar. Ateşimizin yükselmesi bile vücutta bir savaşın, bir direnişin olduğuna emare. Hatta tabirimiz edepsiz kaçmazsa, sivilceler bile bir nevi savaşçı kabirleri değil mi?

Kırmızı ve beyaz yuvarlar… Sanki milletimizin mübarek ve bir o kadarda sırlı bayrağı bu durumu da sembolize ediyor. Dünya koca bir insan vücudu… O vücudun; yani dünyanın içinde insanların hayatlarını huzur içinde idame ettirmeleri ve bu idame için de bunun vesilesi olan rızıklarının peşinde koşmaları… Bu aslî bir durumdur ve arızî bir durum çıkıncaya kadar böyle de devam eder. Beslenmek ve yaşamak… Rızık arayışı ve hayatın devamı… Fakat o arızî durum zuhur ederse insanlar da bu özel durum için kendilerinde mündemiç bulunan özel bazı potansiyelleri ortaya çıkarırlar. O arızî hal savaştır. Düşmanlara karşı kendini ve habitatını savunma… Harekete geçirilen özel potansiyel ise savunma kuvveti; yani ordudur.

Bizim mübarek bayrağımız bu aslî ve arızî hali kendi üzerinde cem etmiş gibidir. Kırmızı bir aslî fon. Aslî diyoruz; zira kumaşın kendisi kırmızı. Bu kırmızı milletimizin hayatını idame ettirme manasını ve insan vücudunda da alyuvarları sembolize ediyor olabilir. (Elbette burada kırmızı fonun aslî manası olan mübarek şehidlerimizin kanını göz ardı etmiyorum.) Kırmızı aslî bir fon üzerine arızî olarak işlenmiş beyaz bir hilal ve beyaz bir yıldız. Bu beyaz ise milletimizin kendini muhafaza etme manasını ve insan vücudunda da akyuvarları sembolize ediyor olabilir. Milletimizin ve aynı zamanda tüm insanlığın Aksakallıları ve vücudumuzun akyuvarları. Şiirsel bir benzerlik…

Kur’an’da

“Sana hilallerden soruyorlar…” Bakara/189

ayetinden hemen sonra

“Sizinle savaşanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın.” Bakara/190

denilmesi hilal ve savaş ilişkisi adına da oldukça manidar. (Bkz: Derûnî Devlet-Oktan Keleş /143-144)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.