Kılıç ve Göktaşı

, 11 Ekim 2014

Kılıçlar savaş konseptinin vazgeçilmez araçlarıdır ve son 400 yılda gelişen silah teknolojisiyle yerini kaybetmiş gibi gözükse de zihinlerimizdeki karşılığı bugünkü kullanım alanının çok ötesindedir. Modern dünya pratiğinde karşılığı olmamasına rağmen kılıç unutulmamıştır. İnsan için basit bir silahtan fazlasını ifade eder ve üzerine çeşitli sembolik manalar yüklenmiştir. Mühimmat gücü açısından hiçbir anlam ifade etmemesine rağmen bir çok devletin üst düzey askeri seremonilerinde yer alan kılıçlar devletin gücünü ve otoritesini simgeler, algıları etkilemeye yönelik gösteri silahı olarak kullanılırlar.

Türk epik edebiyatı ve folklöründe de bu algı oyununu görmek mümkündür. Hemen herkesin aşina olduğu kılıç kalkan ekibi ve mehteran takımı geçidini izleyenlerin ekseriyetinde kahramanlık hissi oluşması tesadüf değildir. Önceki nesillerden devralarak geldiğimiz genetik ve kültürel miras bu tarz gösterilerde kahramanlık duygularımızın kabarmasına neden oluyor. Esasında tarih sahnesinde olduğu dönemlerde dünyada savunma silahlarının gelişimine önemli katkılar sağlamış bir milletin ferdi için kılıçların heyecan uyandırması garipsenmemeli. Karakteristik Türk kılıcı Yatağan’ın ilçeye ismini verdiği yerde halen günümüzde üretilmesi bile kılıçların bilinçaltımızdaki yeri açısından önemli bir argüman.

Kara Harp Okulu mezuniyet töreni ve kılıçlarıyla resmi geçidi izleyen komutanlar

Kara Harp Okulu mezuniyet töreni ve kılıçlarıyla resmi geçidi izleyen komutanlar

Amerika ve İngiltere’de kılıçların kullanıldığı seremoniler

Amerika ve İngiltere’de kılıçların kullanıldığı seremoniler

Hz. Ali denilince aklımıza çatal şeklinde iki başlı Zülfikar gelir. İlmin kapısı bu Yiğit insan ve keskin kılıcı Cebrail A.S’ın sitayişine mazhar olmuşlardır.Bediuzzaman Said-i Nursi Risale-i Nurları asrımızda gördüğü vazifeden mülhem “Kur’an’ın elmas kılıncına” benzetir. Hun İmparatoru Atilla’nın hakimiyetini Mars’ın Kılıcı simgeler ve ilginçtir ismini bir gezegenden almıştır. 90’larda popüler olan “Gölgelerin gücü adına güç bende artık” sözünü işitseniz bilirsiniz ki kılıcını gökyüzüne doğru uzatmış He-man’den başkası değildir o. Starwars serisinde onca teknolojiye rağmen senaristler ışından da olsa kılıçlardan vazgeçememişlerdir. Hatta ilginçtir filmin karakterleri ışın kılıcını kullanmadaki ustalıkları ölçüsünde önem arz etmişlerdir.

Önceki yazımızda Kral Arthur’un kılıcı Ekskalibur’un göktaşından elde edilen bir madenle dövüldüğünden ve bu güçlü kılıç sayesinde Britanya’da hakimiyet sağlandığından bahsetmiştik. Yazının sonunda sorduğumuz sorunun cevabı 2008’de Muğla’ya düşen bir göktaşıydı. Halk dilinde yıldız kayması denilen atmosfere giren göktaşlarının bir kısmı tespit edilebiliyor. 2013’ün şubat ayında Rusya semalarında 60.000 km hızla atmosfere giren Çelyabinsk göktaşı yeryüzünden 20 km yukarıda patladı. Atmosfere Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından 20-30 kat fazla enerji yayıldı. Çelyabinsk göktaşı 1908’deki Tunguska olayından sonra dünya atmosferine giren en büyük göktaşı olma özelliğini taşıyor. Sonucu kamuoyuna açıklanır mı bilinmez ama Rus bilimadamları Çelyabinsk göktaşının parçalarını çoktan incelemeye başladılar. Türkiye’de de varolan bazı göktaşı araştırma grupları ihbar aldıkları bölgelerde göktaşı aramaları yapıyorlar ancak bu araştırmaların yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Uzayın derinliklerinden dünya dışı maddeleri getirme ihtimali yüksek olan ve insanlık tarihinde yeni çığırlar açtığını düşündüğümüz göktaşları şüphesiz daha fazla ilgiyi hak eden bir konu.

Disiplin olarak astronomi,fizik ve kimyanın birleşiminden oluşan, gökcisimleri ve uzayda yer alan elementleri konu edinen bilim dalları olan astrokimya ve astrofizik 1960’larda bilim olarak kabul edilmeye başlandı. Dünya yüzeyinde keşfedilen göktaşları özellikle astrokimyada güneş sistemi ve öncesinde yaşanan kimyasal hareketlerin analizi için gerekli en kritik araçlar olarak görülüyor. Gelecekte şimdikinden çok daha önem arz etmesini beklediğimiz bu bilimlerde literatüre katkı sağlayan en ciddi araştırmalar Nasa’da var olan 35 kişilik bir ekiple gerçekleştiriliyor.

Ayrıca ismini Saint-Exupery’nin eseri Küçük Prens’teki bir göktaşından alan B612 Foundation gibi şu an için kar amacı gütmeyen organizasyonlar dünyaya yakın cisimlerin (NEO; near-Earth object) tespiti için çalışıyorlar. Merkezi Amerika’da bulunan ve temel motivasyonu korku olan kuruluşun amacı dinazorlarla aynı kaderi paylaşmamak için dünyaya çarpma ihtimali yüksek göktaşlarını tespit edebilmek. Tabi dünyaya doğru yola çıkmış bir göktaşını durduramıyorsanız veya ondan kaçamıyorsanız tespit ne işe yarar sorusuyla şu an için pek ilgilenmedikleri aşikar. Mevcut teknolojiyle bir göktaşının yakın zamanda dünyaya çarpacağı öğrenilse Thomas Grey’e (Matrix’de Cypher karakteri de kullanmıştı) ait “cehalet mutluluktur” sözü sanıyorum B612’ciler için hakikat hükmüne geçecektir.

“Tam münevverü’l–kalb bir abidi (kalbi nurlanmış bir mü’mini) küre–i arz (dünya) bomba olup patlasa, ihtimaldir ki onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret–i Samedaniyeyi (Allah’ın kudret tecellisini) lezzetli bir hayret ile seyredecek.Fakat, meşhûr bir münevverü’l–akıl (aklı parlak) denilen kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhama düşer.Bir vakit, böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.”(Sözler’den, Üçüncü Söz)

Dinazorlarla aynı kaderi paylaşmayalım diye yola çıkan B612 Vakfı

Dinazorlarla aynı kaderi paylaşmayalım diye yola çıkan B612 Vakfı

Artık B612 Foundation’da korkular yerini yavaş yavaş ticari kaygıya bırakıyor ve bunu açıkca dillendiriyorlar. Kuruluş birkaç yıl önce “Sentinel Mission” adında bir proje başlattı. Projede temel olarak güneş sisteminin haritasını çıkarılması hedefleniyor. Bunu 2017-2018’de uzaya gönderilecek gelişmiş bir teleskopla yapmayı planlıyorlar. Proje başarıya ulaşırsa uzayın derinliklerine ticari seyahatler gerçekleştirmek isteyen girişimcilerin önü açılacak ve gök cisimlerinin bilimsel veritabanının oluşturulmasına büyük katkı sağlayacak. Ayrıca büyük uzay araçları yapılabildiğinde dünya için tehdit oluşturan göktaşlarından kaçabileceklerini düşünüyorlar. Sentinel Mission için önümüzdeki 10 yılda 450 milyon dolar harcanması planlanıyor.

Dünyanın İlk Savaşı ve Göktaşı

Araştırmacı yazar Oktan Keleş’in Deruni Devlet-Kutsal Halı kitabından geçen bir bölümü konumuzla ve milletimizin/insanlığın misyonuyla doğrudan ilgili olması hasebiyle buraya özel bir parantez açmak istiyorum. Önce ilgili pasajı hatırlayalım:


İstanbul şöyle dedi: “Gökten bir taş düşecek (meteor). O taşı bulup, onunla, bana öğretilen ilimle savaş aleti yapacağız.”

Gecenin ilerleyen vaktinde, zifiri karanlığı delen bir aydınlık her yeri gündüz gibi yaptı. Gözün gördüğü son tepenin ilerisine, bir gök taşı (meteor) düştü. Düşen taşın parlaklığı ve dumanları çok net görülüyordu.

“BATTIĞI ZAMAN YILDIZA AND OLSUN Kİ.” Necm/1

“YEMİN OLSUN O GÖĞE VE TARIK’A. TARIK NEDİR BİLDİN Mİ? O, KARANLIĞI DELEN YILDIZDIR. HİÇBİR KİMSE YOKTUR Kİ, BAŞINDA BİR GÖZETLEYİCİ OLMASIN.” Tarık/1-2-3-4

O yıldızdan bir parça düşmüştü. İstanbul, bir an evvel göktaşının bulunduğu yere gitmek için yanına iki genç aldı ve atlarının hazır olmasını istedi. Göktaşının aydınlattığı gecede üç at hazır edilmişti. Bu durum aynı zamanda atların savaşlarda kullanılmasının da ilkiydi. Üç atlı, göktaşının düştüğü yere doğru hareket ettiler. Göktaşının düştüğü yerden dumanlar yükseliyordu. Yerde çatlaklar ve çukur oluşmuştu. Üç atlı, tepeye doğru dörtnala at koşturuyordu.

Şeytan ve İsrail durumun farkındaydılar. Şeytan’ın süvarileri de çoktan tepeye doğru yönelmişlerdi. dete İstanbul’un atlıları ile yarış ediyorlardı. Müthiş bir mücadele başlamıştı.*

Atlar bir saate yakın soluksuz, göktaşının düştüğü alana doğru koşmuştu. Vardıklarında yerler sıcaktı. Atların ayaklarından kıvılcımlar çıkıyordu.

‘NEFES NEFESE KOŞAN ATLARA. NALLARINDAN KIVILCIM SAÇANLARA…’ Âdiyât/1-2

Bir çıkılmaz alana gelindi. Atların çıkması mümkün değildi. Vadiler, dar geçitler çıkmaz bir yola dönüşüyordu sanki. Adeta bir labirent içinde gibiydiler, dönüp dolaşıp aynı yere geliyorlardı. İsrail ve yoldaşı cinler, tepenin farklı bir yerinden göktaşının bulunduğu alana doğru yaklaşıyorlardı. Göktaşına daha yakın görünüyorlardı. İstanbul attan indi, yanındaki iki genç de aynısını yaptı. İstanbul secdeye kapandı, dua etmeye başladı. Sanki bu duaya kuşlarda eşlik ediyordu.

‘AND OLSUN Kİ, BİZ DAVUT’A TARAFIMIZDAN ÜSTÜNLÜK VERDİK. EY DAĞLAR, DAVUT’UN ZİKRİNE KATILIN. EY KUŞLAR SİZDE ÖTEREK BU YAKARIŞA KATILIN DEDİK. ONA DEMİRİ DE YUMUŞATTIK.’ Sebe/10

İsrail ve yandaşları dağdan yuvarlanmaya başladılar. Dağların hareketiyle açılan yoldan İstanbul ve arkadaşları geçip, düşen meteorun özünden alıp, yanlarında getirdikleri sepete koydular. Hızla geri döndüler. Şeytan, daha savaşa başlamadan ilk uğraşı kaybetmişti. İstanbul ve yanındakiler, On Altılar Meclisi’nin yanına dönmüşlerdi. Hemen yanlarında getirdikleri madeni İstanbul, kendisine verilen ilim ile eritip, ateşte döğüp kılıç yaptı.

‘AND OLSUN Kİ DEMİRİ BİZ İNDİRDİK’. Hadîd/25

Üç kılıç yapıldı. Birinin üzerine İstanbul özel yazılar yazdı ki, bu yazıların sırrı ahir zamana kadar kalacaktır. ( sa Kitabı, Kod Mehdi s. 491) Bu kılıç uzun zaman sonra Davud (as) tarafından işlenecektir. Diğer iki kılıç, bir kılıç haline getirildi ki, bu kılıca da Zülfikâr denilecektir. Zülfikâr’ın çift ağızlı olması, iki kılıcın üst üste çakılmasındandır ki, bunlar yeryüzüne ait madenlerden yapılmadı. Zülfikâr’ı daha sonra Hz. Muhammed (sav) bizzat eliyle Allah’ın Aslanı’nın eline verecektir. ‘Ali gibi yiğit, Zülfikâr gibi kılıç yeryüzünde yoktur.’ denilecektir. İstanbul’un yaptığı bu kılıçlar cinlere de tesirliydi.

Yaradan, ‘cin ve şeytanlara gökyüzünden şahaplar yani ateş topları (meteorlar) attığını’ Yüce Kur’an’da buyuruyordu. Demek ki tesirliydi. Bu madenle yapılan kılıçlar,onlara azap veriyordu.

İstanbul, ledün ilmi ile zırh yaptı. Tıpkı Davud (as) gibi.

‘ÖLÇÜLÜ BEDENİ ÖRTECEK ZIRHLAR YAPMAYI ÖĞRETTİK.’ Sebe/11

Bundan sonra On Altılar, İstanbul ve Türk kavmi; Şeytan’ın, İsrail ve cinlerden oluşan ordusunu yapılan savaşta perişan etmişlerdir. Şeytan ve cinler, o savaştan sonra dağlara, ormanlara kaçıp dağıldılar. İşte o gün bugündür, bu savaşın rövanşını almak için Şeytan ve Şeytanîler, İsrail soyu ve yandaşları, Şeytanî cinler, fırsat buldukları anlarda saldırmışlardır. Ahir zamanda, Allah adına kurulmuş ilk ordu olan Türk Ordusu ile son savaşa, rövanşa hazırlanmaktadırlar.” dedi Bektaş Baba.

Bektaş Baba’nın anlattığı bu derûnî bilgileri, sabaha kadar dinledim. Anlattıklarının gerisi hem dehşet doluydu, hem de umut verici idi.


İnsanlığa düşman recm edilmiş Şeytanla savaşta Allah’ın (c.c) Türk’e yüklediği görevi, inayetini ve milletimizin kaderi plandaki rolünü gözler önüne seren, insanlığın ilk dönemlerini anlatan bu hikayede göktaşıyla gelen madenin savaşın gidişatını değiştirdiğini öğrenmiş oluyoruz. Yazıda cevabı sırlanmış birçok soru var; Göktaşına ulaşmak için üç atlının koşturmasıyla ele geçirilen madenle üç kılıcın yapılması arasında bir ilişki var mı? Bu üç kılıcın özellikleri aynı mıydı? Maden ele geçirildikten sonra Hz. İstanbul kendisine verilen ilimle madeni eritip kılıcı dövüyor. Hadid Suresi 25. ayette geçtiği üzere Allah’ın (c.c) dünyanın yaratılışından sonra gökten nimet olarak indirdiği demirden dövülmüş halihazırda bir sürü kılıç var ama sahibine üstünlük sağlamıyor. Cin taifesine tesirini de göz önünde bulundurulduğunda acaba maden bizim bilmediğimiz farklı bir ilimle mi eritildi? Bu soruların cevaplarını tefekkür denizi dalgıçlarına ve ariflere havale ederek başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum.

Apaçık düşmanımız olan şeytan insanlığın çanına ot tıkamak için harekete geçmişti ve Allah’ın (c.c) izniyle gökten gelen madenden elde edilen zırh ve kılıçla mağlup oldu. Hikayenin sonunda yazar şeytanın rövanşa hazırlandığına dair çok önemli bir bilgi veriyor. Meselenin bamteli diyebileceğimiz bu bilgi aslında bizi hazırlıklı olmamız konusunda uyarıyor. Anlaşılan çağlar geçecek, mekanlar değişecek, konjonktür bambaşka bir hal alacak ve Şeytan yeni doktrinler üreterek bu savaşı kıyamete kadar sürdürecek. Tabiri caizse filmin sonunu biliyoruz ama hadiselerin nasıl cereyan edeceğini bilebilmek bizim için gayba taş atmaktan öteye gidemez. Savaşın uzay cephesinin olacağını bildirenler ve kırık dökük bazı öngörülerimiz dışında kaynağımız yok. Ancak tarihte zamanın döngüselliği içinde hadiselerin tekerrür etmesine yabancı değiliz. Kimbilir insanlık yine nasıl mücadele etmesi gerektiğini bilmediği bir düşmanla karşılacak. İhtimal binlerce yıldır dünyaya düşen göktaşlarını yeni bir maden bulma maksadıyla aramaya koyulacağız (İlhami Abi’nin düşen göktaşlarının sırrına dikkat çektiği haşiyeyi hatırlayalım: Bir gün İlhami Abi ile bu konuyu konuşurken şöyle demişti: “Yeryüzüne düşen meteorlar incelense çok sırlar meydana çıkar.”), yetmeyecek uzaya çıkıp arayacağız. Belki madeni elde edebilmek için Allah (c.c) dostları ile şeytan taifesi arasında yeni bir yarış olacak ve yine madeni ele geçiren büyük üstünlük sağlayacak. Yarış olacak diyoruz ama yarışın çoktan başladığına dair birçok işaret var ki zamanı geldiğinde değineceğiz.

“Kılıç ve Göktaşı” yazısına bir yanıt var

  1. Yasin Akdoğan demiş ki: ( 14 Ekim, 2014, 17:17)

    Kıymetli Her-An ekibine yürekten SELAM OLSUN!
    Makalenin ilim sahibine ayrıca şükranlarımı arz ederim!
    Hülasa > Muhteşem bir sahife! Muhteşem bir seyir…

    İlimde ruhsat sahiplerinden gıdalandığınız pek mübin. Davanız FETTAH isminin hakikatı ile CAN bulsun!

    Kardeşlerinizden bir kardeş
    Ya-Sin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.