Ouroboros* Kuluçkası

, 22 Kasım 2014

Singularity’nin bir din(!) ve Ray Kurzweil’ın da sahih olmayan bu dinin sahih olmayan bir peygamberi olduğundan bahsetmiştik. Bu mevzu anlaşılmaz ise gelecek için arz ettiği tehlikenin büyüklüğü hakkıyla idrak edilemez. Zira insanları hareket ettiren en büyük güç “kutsal” düşüncesidir. Sahih kutsal olarak isimlendirmek istediğim “kudsiyet” vicdanların muharriki; yani provoke edicisidir. Sahte bir kutsal, vicdanları mı hareket ettirir yoksa hevaları mı, bir şey diyemeyeceğim. Ama toplumlar üzerinde iddiası olan her bir düşünce, başarılı olmak istiyorsa kendi kutsalını bulmalıdır. Ya “kudsiyet”e intikal edecek yada kendi “kutsal”ını uyduracaktır.

Singularity’nin de kendi kutsalları vardır. Yazılarımın inandırıcılığını tehlikeye atarak çok sonra yazmamın belki daha makul olacağı bazı meselelere değinmek istiyorum. Tehlikeye atacağım diyorum, zira şu anda Singularity tehlikesinin perde önünde; “zahir”inde, bilimsel ve teknolojik meseleler durmakta. “Batın”ında ve perde arkasında duran konular ise, kendisini Singulariteryen (Singularitici) olarak tanımlayan birçok insanı bile zorlayacak “uçuk” fikirleri içermekte. Evet, çok sonra yazılabileceklere -az da olsa- değinmeyi düşünüyorum.

Singularity düşüncesi ateist bir düşünce gibi gözükse de, derinliklerinde kendince bir Tanrı’yı kabul etmektedir. Fakat bunu öyle bir şekilde dile getirir ki, beni bile gelecek nesiller adına ürpertiyor. Bu konulara ileride değineceğimiz için şu anda detay vermiyorum. Ama Bedirhan Sonakın’ın son makalesi olan “Yeni Batılın Tebliği”nden şu satırları alıntılamak istiyorum:

“Ray Kurzweil’ın Transcendent Man belgeselinde “Yani, Tanrı var mı?” sorusuna “Henüz değil, diyebilirim” şeklinde cevap verdiğini, bir diğer röportajda da Tanrı’yı bir varlık olarak değil de evrimin sonucunda gelişen insanın ulaşacağı nihai ideal olarak gördüğünü daha önce belirtmiştik.”

Bedirhan Sonakın’ın bu makalesinin tamamını dikkatle okumalarını okuyucularımıza tavsiye ederim.

Belki insanın kendi putunu kendi eli ile inşa etmesinin daha modern bir versiyonu diye düşüneceksiniz ve “ne var bunun özünde yeni olarak…” diye sitem okları göndereceksiniz. İleride “Omega Point” (Omega Noktası), “Waking Up the Universe” (Evreni Uyandırmak) konularına değindiğimiz zaman sizin de benim gibi ürpereceğinizi düşünüyorum. Belki bizim için değil ama çocuklarımız için. Şu kadarını söyleyeyim bari. Daha doğrusu bir animasyoncuktan tarif etmeye çalışayım:

Gökten gelen bir robot el. Ve bu robot el geçmiş çağların birine taş tabletler bırakıyor. Yani Hz. Musa (as)’ya verilen 10 emir. Arkasından bu robot el bazı kutsal kitaplar bırakıyor. Belki İncil ve belki Kur’an. Zaman ötesi bir yerden… Bu zaman-mekan üstü yere “Omega Noktası” diyorlar. İnsanlar zihinsel ve teknolojik evrimlerini tamamlayarak Tanrı’yı; yani “Omega Noktası”nda bulunanı gerçekleştirsinler diye bu kutsal mesajları yolluyor. Kim yolluyor? Robot el ile sembolize edilen ve Omega Noktası’nda bulunan yapay Tanrı. Gülmeyin. Teknoloji bağımlısı ve teknolojiyi kutsalları olarak algılayan gelecek nesiller için bu düşünce hevalarına çok hoş gelebilecek ve “kendi içinde tutarlı” bir senaryo.

Singularity bu manada ateist değil. Ama şimdilik bu görüşünü vurgulama ihtiyacı hissetmiyor. Dolayısı ile şu an ki görüntüsü ile “ateist bir din”. Oksimoron değil bu ifadem. Çünkü Tanrı kabul etmeyen dinler de var. Bazıları için Budizm böyle bir dindir. Benim bu görüşü (Budizmin Tanrı’sı olmayan bir din olması) paylaşmamam ise bir başka mesele.

“Singularity’nin evveli ateist, ahiri teisttir.”

Şimdi ise önemli bir başka konuya değinmek istiyorum.

Dünyada yeni bir ateizm furyası var. Richard Dawkins’in peygamberi(!) olduğu ve Daniel Dennett gibi başka misyonerlerinin de bulunduğu bir furya bu. Dalga dalga geliyor. Gönül ehli bir büyüğüm bunu endişeli bir ruh hali ile ifade etmişti. Türk insanı için de tsunami etkisi yapacak bir birikim ve hızda geliyorlar. İsmini vermek istemediğim bazı yayınevleri, arka arkaya, Batı’da güncel olan bu görüşteki eserleri tercüme ediyor ve yayınlıyorlar. Çağı okuyabilmelerini ve gösterdikleri gayreti tebrik ediyorum. Bu konuda samimi olduğumu zannediyorum. Fazilet odur ki düşman dahi takdir etsin. Günümüzün genç nesilleri, son bilimsel gerçekleri öğrenme adına bu ve benzeri yayınevlerinin kitaplarını okuyorlar. Özellikle birisini. Maalesef buna panzehir olması beklenen telif yada tercüme eserler ya modası geçmiş, soğuk savaş dönemi argümanlarını kullanan yada güncel ve başarılı ama kemmî (kantite) olarak ihtiyacı karşılamaktan uzak kitaplar. Görünen o ki, bu dalganın önüne kısa vadede geçilemeyecek. Gönül ehli büyüğümden aldığım intiba da bunu teyid ediyor. Belki tsunami vurduktan sonra Her-An ve benzeri platformların kıymeti daha iyi anlaşılacak. Zaten bizim hazırlığımız da o günler için.

Bir yandan bu yayınevlerinin, ateist görüşteki en başarılı yada janjanlı yada bilimsel görünümlü kitapları tercüme ederek arka arkaya, bir kütüphane oluşturacak kadar seri bir şekilde yayınlaması, bir yandan da 16 Nisan 2014’de Türkiye’de ilk defa bu isim altında (ateizm) bir derneğin kurulması… Ateizm Derneği.

Bu derneğin kuruluşunun zamanlamasının manidar olduğuna inandığımı belirteyim. Türkiye’de oluşturulmak istenen Yeni Ateizm furyasının çatısı olarak kurulduğuna inanıyorum. Yani birbirleri ile (Yeni Ateizm furyası-Ateizm Derneği) bir sebep-sonuç ilişkisi tarzından ziyade, geniş çerçeveli bir planın iki ayrı parçası olduğunu düşünüyorum. Ve ekliyorum: Nihai çatı ve nihai amaç bu dernek değil.

“Singularity’nin evveli ateist, ahiri teisttir.” demiştim. Benzer bir tespit daha yapmak istiyorum: “Ateizmin evveli evrim, ahiri Singularity’dir.” Bu konuya; evrim ve Singularity ilişkisine, ileride daha detaylı bir şekilde değineceğim. Şu anda ise bu konuyla alakalı olarak sadece, Türkiye’de ileride kurulması planlanan daha büyük bir çatıdan haber vermek istiyorum.

Yeni Ateizm düşüncesi bir tepki hareketi daha çok. Bir varlığın (Tanrı) olmadığı konusunu dava etmek reaksiyoner bir tavırdır, aksiyoner değil. “Diğeri”ne muhtaçsınızdır ve varlığınız onun varlığı ile kaimdir. “Diğeri” bitince senin de misyonun biter ve mananı yitirirsin. Tek başına “manasız”sın. Sana mana veren senin düşmanın. Sana yaşamak için bir amaç; yani verilebilecek en büyük hediyeyi veren senin karşıtın. Düşman ve hediye… Ne yaman bir çelişki…

Çelişki bir yana, insanların bir ideale kendini adaması ile alakalı hisleri tatmin etme adına da kifayetsiz bir durum bu. İnsanlardaki bu duygu/dürtü, üzerinde bir ırmak gibi akacağı kendi yatağını arar. Tepki vermek haricinde, motive edici ayrı bir hedef, ona ulaşma yolunda gayret edeceği bir kızıl elma, inşasında katkı sağlayacağı (yıkmanın ardından bile olsa) bir ütopya ister.

Yeni Ateizm maçın ilk yarısını sürdürebilir daha çok. Kitleleri arkasından sürükleyebileceği bir coşkunluğa ulaşması imkansızdır. Bir toplumda reaksiyoner ve muhalif olabileceklerin sayısı mahduttur. İnsanların büyük çoğunluğu, sesli olarak tepki vererek “diğeri” ile kavga etmeyi göze alacak kadar cesaretli değildir. Ona, itaat edebileceği “trend” bir şey lazımdır. “Trend” bu şey, teknoloji alaşımlı olursa başarı ihtimali çok yüksektir. Zira yeni gelen her bir nesil, bir öncekine göre daha da teknolojiye bağımlı oluyor ve her geçen gün, “dışarıdan” gelen şeylere karşı daha da az vize soruluyor.

Teknoloji kölesi olmuş ve kendi kültürel değerlerinden gerekli vitamini alamayan bu genç ruhların akabilecekleri yatak Singularity’dir. Yeni Ateizmin, kendisinin de dahil olduğu, büyük resmin tamamlanması için muhtaç olduğu bu gelecek ideolojisi Singularity olacaktır.

Türkiye’de zincirin iki ucu daha bağlanmadı. Zamanlamaya, daha önce de değindiğim gibi, çok dikkat ediyorlar. Aslen birbiri ile bir takımadanın iki parçası gibi, dışarıda ayrık ama derinlerde birleşik ve aynılar. Şu anda zincirin ilk ucunun tekmiline çalışıyorlar. Vakti gelince ikinci zincir gündeme şaşaalı bir surette getirilecek. Ve yine zamanı geldiğinde, zincirin iki ucu birleştirilerek neslimizin boynuna bir tasma olarak geçirilecek. Köleleştirilmeleri adına… Fakat deccalî bir şekilde… Mücevherden bir gerdanlık olarak takdim edilerek…

Zincirin her iki ucu da yalancı birer peygamber tarafından temsil ediliyor. İlk ucun peygamberi(!) Richard Dawkins, diğer ucun peygamberi(!) Ray Kurzweil’dır. Vakti gelince bu iki alakasız görünen insan aynı tabloda daha sık bir araya gelecekler.

Richard Dawkins - Ray Kurzweil

Richard Dawkins – Ray Kurzweil

Yıllar önce bir kitapta geçen enteresan bir tespitle yazımın bu bölümün bitirmek istiyorum. Bu tespitin sahibi Singularity tehlikesine Türkiye’de ilk defa dikkat çeken Oktan Keleş. Kendisi “Singularity Tehlikesi-Bilinç Kıyameti” yazısını yayınladığında sadece istihbarî bir paylaşımda bulunmuştu ve bu haberde ismini verdiği kişiyi (R. C. Dawkins) tanımıyordu. Kendisine gelen istihbaratı paylaşmıştı sadece. Halen gerçekleşmeyen, fakat emarelerini gördüğümüz ve anlatmaya çalıştığım bir durum ile alakalıydı bu paylaşımın değineceğim kısmı. Zincirin uçlarının Ouroboros yılanı gibi birbirine bağlanacağı Dawkins ve Kurzweil yada Yeni Ateizm ve Singularity birlikteliği.

“Henüz bu planın tanıtımı, akımın varlığını yayma aşaması gündemde. Aldığımız bilgiye göre, bu işin bir de İstanbul sorumlusu olarak R. C. Dawkins diye biri varmış. Önce bilimkurguya aşina gençliğe ve sosyeteye panellerle (“Bitkiler ve hayvanlar dünyasındaki sırlar.” adı altında) yeni akımı yayma faaliyetleri hazırlığındaymışlar. Yakında birtakım gençliğin, kişilerin beyinleri adeta afyonlanmış gibi bilinç temizleme derslerini ve öğretilerini duyarsanız şaşırmayın.” (Asâ: Bir Meczubun Rüyası-4)

Richard Dawkins’in, Singularity’nin İstanbul sorumlusu olması gerçekten çok enteresan bir düşünce. Çok erken ve halen gerçekleşmemiş bir tespit. İki denizin birleştiği yerde; İstanbul’da Ouroboros yılanı çöreklenecek… Enteresan hakikaten. Bakalım Ateizm Derneği, sevgili büyükleri Dawkins’i İstanbul’a davet edecekler mi? Zaman nasıl sürprizlere gebe, hep beraber öğreneceğiz.

(*):  Ouroboros, kendi kuyruğunu ısıran bir yılan ya da ejderha şeklinde resmedilen sembol.

Kendini yaratmayı sembolize eden kuyruğunu yutmuş bir yılan şeklidir. Yunanca’daki οὐροϐóρος, Latince’deki uroborus kelimesinden gelir ve bu sözcüklerin sözlük anlamı “kuyruğunu öldüren” dir. Yanar, döner gökkuşağı mitleri ile benzerlik gösteren sembol “doğanın ebedi döngüsü” ‘nü ifade etmektedir. (Vikipedi)

Kendi kuyruğunu yiyen yılan

Kendi kuyruğunu yiyen yılan

 

1617 yılına ait bir çizim

1617 yılına ait bir çizim

“Ouroboros* Kuluçkası” yazısına 3 yanıt var

  1. Ezgi demiş ki: ( 8 Haziran, 2017, 23:47)

    Bu makaleye ödevim için araştırma yaparken rastladım ve birçok yeni şey öğrendim. Bu denli ayrıntılı, iyi araştırılmış ve orijinal türkçe metinlere rastlamak kolay değil. Ama Richard Dawkins’in İstanbul temsilcisi olduğu bilgisi nereden geliyor? Burayı pek açıklamamışsınız.

  2. Leyli demiş ki: ( 24 Ağustos, 2016, 1:23)

    Arka plandaki birikiminiz çok fazla, kısacık ve dağınık yazılar yazıyorsunuz. Ve biraz da geciktiniz hakikaten. Yine de tek başıma tecrübe ettiğim şeyleri başkalarının kaleminden okumak güzel,hiç olmazsa delirmemişim hepsi de zannettiğim şeylermiş çok şükür diyorum. Ülkenin halinin farkındayım ama keşke bu konularla ilgili daha ayrıntılı konuşabileceğim biri benimle iletişime geçse.

  3. Gamlı demiş ki: ( 3 Haziran, 2016, 10:14)

    Tüm dünyayı kasıp kavuracak bir tehdidin oluşturacağı bir çığı erken farkeden kişiler olarak, bu çığın bu denli güçlü bir biçimde gelirken önüne çıkan engelleri bertaraf etmek isteyeceğinden yola çıkarak, henüz hedef kitlesi milyonlara ulaşmasa da ciddi yazılara imza atan yazarlar olarak bir endişeniz, çekinceniz yok mu?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.