Singularity Avrupa Zirvesi Günlüğü – 3
B. Sadık Ünal, 28 Aralık 2014Dil Birliği ve Önemi
Belli bir entellektüel zümrenin veya toplumun aynı kavramlarla düşünmesi ve başarılı iletişime geçebilmesinin önemi aşikardır. İtalyan Milleti, İtalyanca ile, Prusya Birliği, Almanca ile mümkün olabilmiştir. Başka manalarıyla “dil” kelimesi ele alındığında; tasavvuf, astronomi, fizik, biyoloji gibi her disiplin ancak uzmanları arasında zengin bir dil/kavramca geliştirebildiği ölçüde amacına ulaşabilir.
Singulariteryen yaklaşımlar birbirinden bağımsız disiplinlerden ve kişilerden beslenen ve tartışmanın odak noktasını oluşturma kabiliyetinden yoksun olarak devam etti bugüne kadar. Farklı olarak; Avrupa Zirvesi’nde en azından iki günlük içerik ve yirmi kadar konuşmacının kendi arasında bir dil birliği sağladığını gördük. Temel konular, göndermelerin bibliyografyası ve kavramlar itibariyle konuşmacıların çoğu bir ortak alanda kesişmeyi başarabildi. Henüz çok zengin bir kavramca oluşturamasalar dahi eklektisizmden kendilerini kurtarma yönünde bir gayret seziliyordu.
Genelde dil birliği bugüne kadar üst dil kurabilen eserler yoluyla olmuştur. Bu yoldan gidildiğinde en azından bir kaç nesil gerektiği gözönünde bulundurulursa eksponensiyel zamanlar için ayrı bir yöntem izlemenin gereği anlaşılacaktır. Singularity Üniversitesi ve bu tarz organizasyonların önemi de bu noktada ortaya çıkıyor. Dar bir elit içindeki iletişimi azami ölçüde hızlandırıp, kendi kadroları itibariyle şahıs olarak değil de bir şahs-ı manevi olarak hareket ederek kavramcalarını ve entellektüel odaklılıklarını hızlı biçimde akord ediyorlar. Bir yönüyle “plurubus unum”u eksponensiyel olarak hızlandırma gayreti var. Plurubus Unum; çokluktan teklik veya çokluğun tekliği veya çokluktan tekliğe gibi anlaşılan bir deyim. Amerikan 1 Doları üzerinde de olan bu ifade, genel bir hareket stratejisinin de ana başlığı, özetleyici mottosu gibi kabul edilebilir. Singularity Avrupa Zirvesi’nde bu yönde atılan ilk adımların ayak sesleri duyuluyordu. Lobideki konuşmalar ve konuşmacılar arasında sağlanmaya çalışılan armoni ortak bir söylem arayışını ve gayretini gösteriyordu. Diğer Zirvelerden farklı olarak; düşünce hapishanesinin temellerinin artık atılmaya başlandığını söyleyebiliriz.
Düşünce Hapishanesinin Yapı Taşları
Kabul edilme eşiğini aşmış kavramlar (1) ve yakın bir zafer vaat eden teknolojik gelişmeler (2) şeklinde iki kategoride değerlendirebileceğimiz bir yol izlendiğini gördük.
Dil Birliği Adına Öne Çıkan Kavramlar
1 – Yapay Zeka
Yapay Zeka kavramının artan oranda konuşmaların çoğunda yer bulduğunu görüyoruz. Ortalama olarak bir nesil sonra sonuç vermesi beklenen yapay zekanın, bu kadar erkenden propagandasının şiddetlenmesi, ilgilenilmeye değer ayrı bir konu. Eksponensiyel zamanlarda 20-25 sene gibi sürelere, başka çağlara oranla uzun asırlar nazarıyla bakılabilir. Bu anlamda neden propaganda bu kadar erken başladı? ve İnsan zekasının geliştirilmesi konusu ne zaman bu kadar arka plana itildi? Neden?
20-25 sene sonra doğma ihtimali olan bir çocuğun kapasitesinden dolayı -eksponensiyel zaman üzerinden bakarsak bu çocuğun asırlar sonra doğacağını söyleyebiliriz – bugün kendi kapasitesini yetersiz görüp, aşağılık kompleksine kapılan biri ne kadar normal ise, Yapay Zeka’nın üstünlüğü iddiası ile insanın aşağılanması da o kadar normaldir. Neo-Firavun tarzındaki bu aşağılama motivasyonu ne zaman ve kimin tarafından ve nasıl aşılandı bilemiyoruz, ama psikolojik bir operasyonun orta yerinde kendimizi bulduğumuz açık bir gerçek hükmünde. Bu propagandanın Singularity Avrupa Zirvesi’ni aşan pek çok cephesi var. İnsanlar içinde zekaları ile mümeyyiz bir kısım zevat da, bu “insanlığın ve insanların kendilerini aşığılama seansı”na açıklamaları ile katıldı. Elon Musk ve Hawking, bu konu ile ilgili endişelerini hemen hemen eş zamanlı olarak kamuoyu ile paylaştı. Yani bize “Zeki insanlar bile korkudan titremeye tutulmuşlar, siz kim oluyorsunuz ki korkmuyorsunuz? Tamamen değersiz olacağınız bir geleceğe hazırlanın!” mesajı verildi.
İnsanlar, tiranlar, diktatörler ve firavunlar tarafından durmadan aşığılandı. Bu sistemler ve başlarındaki tek adam yönetimlerinin, devrin şartlarına göre en önemsedikleri konu bilginin idaresiydi. Bilgi doğru etiketlenebildiği ve idare edilebildiği sürece o bilgi ile ulaşılabilecek sonuçlar da yönetilebiliyordu. Böylelikle modern zamanlarda farklı ‘izmler’ şeklinde örgütlenmiş çok sayıda düşünce hapishanesi inşa edildi. Singülarity Hareketi de insanları insanlığından utandırmaya çalışan tavırlarıyla bu düşünce hapishanelerinin sonuncusu olmaya aday olduğunu açık bir şekilde gösterdi.
En büyük nimet olan insan aklının işlevleri ve tanımları dar bir alana hapsedilerek bu tanım içinde bir makina karşısında mağlubiyete zorlanıyor. Bu zavallı uğraşın bir uzantısı olarak bazen tevazu libası giydirilmiş, bazen de doğrudan aşağılama içeren ifadeler Singularity Avrupa Zirvesi’nde kendine yer buldu.
Sunumlarda çok defa, IBM tarafından geliştirilen “Watson” uygulaması ve bilgi yarışmasındaki galibiyeti bir coşku ile sunuldu. “Deep Blue” isimli uygulamada da insan aklı bir satranç tahtasına hapsedilmiş ve şaibeli bir yapay zeka galibiyeti olarak propaganda tarihinde yerini almıştı. Watson aynı propagandanın bir diğer ayağı olarak, zekamızdan/aklımızdan şüphe duymaya bizi teşvik ediyor. Bir anlığına hepimiz, en ileri düzeydeki yapay zeka uygulamasının ancak bir hamamböceği, hem de gerizekalı bir hamamböceği kadar zeki olduğu gerçeğini unutur gibi oluyoruz, ya da amaç bu.
2 – Altüst Edici Değişim (Disruptive Change)
Bilinç düzeyinde en iyi argümante edilmiş kavram olarak karşımıza çıkıyor. Sunulma biçimi itibariyle ise bilinçaltımıza şöyle telkin ediyor:
“Korkman için çok sebep var, ama her türlü tedbiri almaktan çok acizsin. Bizim limanlarımıza yanaşırsan yaşamını sürdürme şansın olur.”
Geleceğin dalgalarında sürüklenme ihtimalini daha çok teknoloji ve ekonomi çerçevesinde argümante ediyorlar. Ekonomik kaygı çağın başat kaygılarından birine dönüştüğü ve teknolojik gelişmişlik ile ekonomi arasında pozitif ve doğrudan korelasyon da olduğu için, söylem anlamlı ve dinlenesi bir konuma yükseliyor. Tehditler ve herşeyin altını üstüne getirecek gelişmelerin çağında yaşadığımız hususu belki de Singülariteryenlerle fikri mutabakat içinde olduğum az sayıda konudan biri. Diğer yandan; tehditlerden somut olarak bahseden Singulariteryenler, iş çözüme ve tedbirlere gelince topu taca atıyor. Hiçbir somut ve kısa vadede amaca yönelik tedbir öneremiyorlar. Kısa vade ile uzun vade arasında “fikirsiz” oldukları, çözümsüz oldukları bir koca geçiş dönemini Altüst Edici Değişim (Disruptive Change) olarak etiketleyip, gittikçe soyutlaşan ve realitede karşılığı müphem, uzun vadeli hayallerinden bir illüzyon yapma edası ile bahsetmeye başlıyorlar. Dinleyiciler, 5-10 sene içinde yüzleşeceği felaketlere 25-30 sene içinde çözüm vaat edildiği gerçeğini unutuveriyor.
Singulariteryen öncüler, mucize ve helak vaat eden birer sahte peygambere dönüşüyor. İşin ilginç yanı; helakı hemen, mucizeyi bir kaç on yıl sonra vaat etmeleri… Aradaki boşluk el çabukluğu marifet tezgahı ile yapılan teknolojik ürün pazarlamaları ve göz boyamaları ile dolduruluyor.
Google Gözlüğü ve Google’un Sürücüsüz Aracı tam bu noktada devreye giriyor. Bilgeliğe ihtiyaç duyduğumuz noktada elimize verilen oyuncaklar ile mest olmamız isteniyor. “Technos” bilgisi bilgeliğin müteradifi olarak sunuluyor. Rob Nail’in faciaya dönüşen robotlu sunumu ve her yere google gözlüğü ile gitmesi tam bir sahne şovu olarak karşımıza çıkıyor ve daha esaslı soru ve sorunları düşünmekten bizi alıkoyuyor.
Mucizevi Çözümler ile Hakiki Helak İhtimalleri Arasındaki Zaman Farkına Bir Örnek:
Ekonomik Felaket İhtimalleri ve Singülariteryen Cevaplar
Felaket Senaryosu:
Dünya Ekonomisi 70 Trilyon Dolardan fazla bir büyüklük ifade ediyor. Dünya Nüfusunun yarısına yakın kısmı Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya gibi dünya ortalamasını yukarı çeken gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Zikredilen ülkelere ek olarak Amerikan ekonomisi, yaklaşık toplam ekonomik büyüklüğün tek başına %25’ini temsil ediyor ve son makro dataların ışığında ortalamayı yukarı çeken bir örnek olmaya aday konumunu koruyor. Avrupa Ekonomisi ise ortalama büyüme olarak sıfırın az üstünde kalabiliyor. Bu rakamları genel olarak değerlendirdiğimizde ise muhtemelen önümüzdeki 5 yıl için her yıl ortalama %4-4,5’luk ortalama büyüme, global ekonomi için sürpriz olmayacak. ‘Bu senaryonun neresi felaket?’ diyebilirsiniz. Bunun için bu büyümenin olası sonuçlarına odaklanmamız gerekecek. Ortalama küresel büyümenin %4 olacağı varsayımında 5 yıllık global büyüme bileşikte yaklaşık %22’lik bir büyümeye tekabül edecek. Çin, dış ticaret fazlasından dolayı Yuen’in değer kazanmasının bir noktadan sonra önünde duramayacak ve belki de diğer hızlı gelişen 3. Dünya Ülkelerinin para birimlerinde değerlenmeler olacak. Para birimi değerlenen ekonomiler için dolar bazlı emtia fiyatları ucuzlayacağı için hammadde tüketiminde artış olması gündeme gelecek. Yani %22’lik büyüme bazı hammaddelerde – demir-çelik, petrol gibi – %30-40’lık artışlara sebep olabilecek. Bu artan talebi karşılayacak enerji kaynaklarına sahip değiliz. Bildiğim kadarıyla metallerde de hammadde üretim artışının bu hıza yetişebilmesi mümkün gözükmüyor. Bunun doğal sonucu olarak hammadde fiyatlarında ölçüsüz bir artış – bu senaryoya göre – kaçınılmaz gözüküyor.
Singulariteryenlerin bu gibi kısa vadeli konulara uzun vadeli ütopyalarla cevap verdiğini söylemiştik. Bugün benzin tüketiminin çoğu otomobillerle yapılıyor. Elektrikli otomobil, eğer enerjinizi nükleerden elde ediyorsanız, büyük ölçüde sizi petrolden bağımsızlaştırabilir ve nükleer enerjisi olan ülkeler için bir alternatif oluşturabilir. Ancak senaryomuzun zaman dilimi olan gelecek 5 yıl içinde elektrikli otomobilin pazar payının %5 dahi olması beklentilerin dışında; yani %30-40’lık muhtemel bir talep artışının cevabı konferanslarda söylendiği gibi “TESLA” değil… Tesla ve benzeri teknoloji geliştiricileri belki 10-20 yıl gibi vadelerin “kurtarıcı” çözümlerini üretiyor olabilirler. Milyonlar ekonomik krizlerle, savaşlarla çalkalanıp, oyuncular değişip, kartlar yeniden dağıtılınca, bir kurtarıcı gibi sahneye çıkabilirler ama yakın geleceğin reel sorunları açısından bir kıymet ifade etmiyorlar ve Singülariteryenler de dahil olmak üzere kimsenin böyle bir derdi olduğu izlenimi almadık. Ne son zirvede ne de katıldığımız daha önceki zirve ve konferanslarda. İnsanlık bir kere daha zihinsel elit tarafından acılarıyla başbaşa bırakılacağa benziyor.
Yukarıda gördüğünüz satırları yazarken petrol fiyatları hala düşüyordu. Amerikan Ekonomisi ve Çin peşpeşe başarılı makro datalar açıklıyorlardı. Önümüzdeki 5 yıllık büyüme ve muhtemel hammadde talebi patlamasının ilk ipuçları olarak değerlendirip bu temeller üzerine inşa ettiğimiz senaryonun gerçekleşmeme ihtimali de var. İkinci ihtimal küre ölçeğinde bazı “önleyici krizler” meydana gelmesi. Hammadde talebi artan pazarlara karşılık olarak bazı pazarlarda Avrupa başta olmak üzere durgunluğun, çok derin bir krize erkenden dönüşmesi ve hammaddeye bu pazarlardan olan talebin düşmesi ve diğerlerinde olacak artışın bu düşüş ile dengelenmesi. Her halükarda bu iki senaryo arasındaki tek fark; gelecek 5 yıl içinde bu krizlerden etkilenecek milyarlarca insanın sayısı ile ilgilidir. Esas soru şudur: “Kaç milyar insan tehdit altında?”
Türkiye’ye yönelik esas soru ise: “Paralel Var!” isimli orta oyununa bakıp her türlü hırsızlığa, ahlaksızlığa, dinimize rağmen destek vererek bu tehditlere cevap üretebilir miyiz?, “Vur Paralele Gitsin!!!” mantığı ile ülkeyi gerçekten bir düşünememe hastalığına itmedik mi? gibi sorulardır. Tehdit paralelden gelmiyor. Tehdit dışarıdan da gelmiyor. Tehditlerin en büyüğü ahlaksızlıktan ve bunun sonucu dumura uğramış düşünemez haldeki kafalardan geliyor. Konferanslarda görüp de eleştirdiğimiz insanlar teknolojinin üssel büyümesinden bahsederken bizim hırsız, yolsuz kafalar ahlaksızlığı üssel/ geometrik /eksponensiyel büyüttü.
“Muta Nikahı zina değildir!”, “Yolsuzluk, hırsızlık değildir!” diyen insanlarla yol alıyoruz 21.Yüzyıl’da. Aynı zihniyet “benim adamımdır” yaklaşımı ile hayvanat bahçesinden Tübitak’a müdür atıyor. Teknoloji üretmesi gereken kurumlar, hayvanat bahçesine çevrildi, çökertildi biz bu konferanslara katılırken. Uyanmak için son saniyelerimizi yaşıyoruz. Singulariteryenlerle aynı düşündüğüm bir şey var ise o da: Değişimin hızlı olduğu ve uyanamamış kitleleri sürükleyip yokluğa atacağı düşüncesidir.
3 – Eksponensiyel Büyüme
Eksponensiyel (üssel/geometrik) büyüme, Singularity Akımı’nın öncüsü Ray Kurzweil’in yıllardan beri en fazla kullandığı kelime. Singularity’nin sembolü, bir yönüyle markasına dönüşen bir geometrik fonksiyon eğrisi de mevcut. İlk defa bu zirvede, bu fonksiyon eğrisi bir tasarım eşliğinde logo olarak da kullanıldı. Kurzweil belki çok anılmadı ama, en favori kavramı konuşmacıların hiçbirinin ağzından düşmedi ve markalaşarak; zirveye yeni tasarımı ile damgasını vurdu. Bilinç düzeyinde bu kavram, Bilgi Teknolojilerinin üssel gelişiminin bir “akıl patlamasına” varacağı öngörüsü ile ilgili. Bu “akıl patlaması” sonucu ortaya çıkacak “Süper Yapay Zeka” ile ilgili de kıyamet senaryolarından sonsuz refah senaryolarına kadar uzanan pek çok farklı gelecek projeksiyonu var.
Bilinç altı düzeyinde ise her türlü kalite/keyfiyet ölçüsünü hıza endeksleyerek, zihnimize şu ibareyi ekiyor:
“Her şey senden çok daha hızlı ve ivmeleniyor. Sen ise çok yavaşsın, geridesin ve daha çok geride kalacaksın.”
Böylelikle insanlığımızdan, tartışmanın bu noktasında yavaşlığımızdan, utanmamız ve komplekse kapılmamız için bize farkında olmadan bir argüman daha sağlanıyor.
Özetle “Dil Birliği” sağlama yolunda atılan adımlar Singularity’nin fikri altyapısındaki boşlukları doldurmasa da propaganda gücünü ve iletişim kabiliyetini arttırıyor.
Singularity Avrupa Zirvesi Günlüğü – Bölüm 4 Yazı İçeriği:
Tayyip Erdoğan peşimizi Singularity Zirvesi’nde de bırakmadı: Zirveden “Tayyip Erdoğan Enstantanesi” ve Yorumu, Brad Templeton ve Neil Jacobstein sunumları ve kısa notlar ile birlikte genel bir değerlendirme…
“Singularity Avrupa Zirvesi Günlüğü – 3” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Bence artık Avrupa Zirvesi Günlüğü Zirvesi-4 gelmeli.Cidden meraktan ölecem. 🙂 Latife bir yana ama birazda sabırsızım, neden bilmiyorum. Gerçekten günlüğün 4. analizi gel artık!!! Çok özlettin..