Çamura Girmek
Oğuz Aksakal, 25 Ocak 2015Bir süredir yazılarımıza ara vermiştik (Temmuz 2013), ancak hem transhümanist hareketi takip etmeye devam ediyor, hem de sitemizde yer alan birbirinden güzel yazıları defalarca okuyarak istifadeler elde ediyorduk. Daha önce okuduğun satırları ilk kez okuyormuş gibi yeniden ve defalarca okumak ne güzel! Yazmamız gerektiğini yine Feridun B. Kaya Ağabey hatırlattılar.
Yalnızlık kötü arkadaştan daha hayırlıdır; salih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir… (Hadis-i Şerif, Hakim, III, 343)
Transhümanizm hareketi, bir tarafta yapay zekâ, sanal gerçeklik, yapay organlar gibi çalışmalar yürütürken diğer tarafta hayal dünyamızı şekillendirmeye hızla devam ediyor, sinsice zihnimizi ele geçiriyor, onu yapaylıkla meşgul ederek köklerinden kopartıyor, bir tür boşluğa çekiyor. Transhümanizm, insanı özgürleştireceğini iddia ederken çeşitli yöntemlerle onu, bir adresi, birkaç rakamı aklında tutamaz hale getiriyor. O anda da eline derhal bir veri bankası, bir hesap makinesi tutuşturuyor ya da bir bilgisayar koyuveriyor dizlerinin üzerine.
O öyle bir hırsızdır ki, karanlık geceleri kollar ve fırsatını bulunca kapına gelir, tıklatır. Sen de kapıya çıkar elindeki kandili tutuşturarak gelenin kim olduğunu görmek istersin. Fakat çakmağı her çakışında o hırsız kavı tutup söndürür. Sen de karanlık dolayısıyla bunu görmeyip hakikatin dışına çıkar ve “kav nem kapmış” dersin. Böylece kavı söndüren hırsız, sana gizli ve meçhul kalır da sen ondan gafil olursun. (Mevlana Hazretleri, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2005, Sayı 4, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi – Akıl ve Gönül Ahengi)
Bu sinsi düşman, insana çok parlak bir gelecek resmi çiziyor/çizdiriyor ama onu eline bir kalem alıp diğer elinin resmini çizemez hale getiriyor. Bakınız, Finlandiya 2016 yılından itibaren ilkokullarda el yazısı dersini kaldırmak için çalışmalara başladığını açıkladı, İsviçre ve ABD de bu konuda adım atmak için hazırlık içerisinde… Bırakın bir el çizmeyi her halde iki paralel doğru parçası çizemez duruma geleceğiz bu gidişle!
O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.(96:4)
Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun. (68:1)
Arama motorları her geçen gün daha da maharet kazanıyor ve ihtiyaç duyduğumuz bilgiye birkaç anahtar kelime ile ulaşmamızı sağlıyor. Bilmediğimiz şeyleri öğrenme adına büyük bir hizmet bu, ya bildiğimiz ama o an aklımıza gelmeyenler için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? “Neydi bu şiirin devamı?” ya da “kimdi o yazar?” soruları için bir ses “zorlama kendini, birkaç tık ile ben sana o şiiri hemen bulur, getiririm” diyor, bir başka deyişle “kullanma şu et parçasını her şey bulutta” diye sesleniyor. Hatırlayamama problemimizin sebebi, o probleme çözüm üreten mekanizmanın kendisi olmasın sakın!
Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm, benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim” dedi. (27:39)
Bilginin her türlüsünün bulutta zaten yer aldığı düşüncesi, zihni makul sınırlar içinde zorlama melekesinin yitirilmesine sebep olmuyor mu? İnsan, “neydi o şiirin devamı” diye biraz zorlasa kendini, hatırlayacak belki de, acele etmese dökülecek kelimeler birer birer… Neden bu acelecilik? Teknoloji ve özellikle bilişim teknolojilerini ne ölçüde kontrolümüz altına alabildik? Internetin dar ve karanlık arka sokaklarının çağrısına hayır diyebiliyor muyuz? Bu tür sorular arttırılabilir, özünde sormak istediğimiz soru şu:
Teknoloji bize hizmet mi ediyor, bizi kendine hizmetkâr mı kılıyor?
Teknolojiye hizmetkâr olma konusu üzerinde çok kısa düşünelim birlikte ve şöyle bir sual ile düşünmeye başlayalım: “İleride zamanda yolculuk mümkün olacak” cümlesi yanlış bir cümle değil mi sizce de? İleride bu mümkün olacak ise şu ana da gelinip, geleceğe geri dönülebilecek (Back to the Future) anlamı gizli değil mi burada, yani zamanda yolculuk şimdi de var dersek yanlış bir söz söylemiş olur muyuz?
İkinci nokta ise şu: her çekirdek bir ağaç ve her ağaç bir çekirdek değil mi? Makinelerin Turing testini geçişini de bu tür bir çekirdek olarak görebilir miyiz? Bir açıdan baktığımızda yeni teknoloji dediklerimiz bile eski değil mi? Torun teknolojilerin dede teknolojilerini koruma refleksi üzerine bir film değil miydi Terminatör?
The unknown future rolls toward us. I face it, for the first time, with a sense of hope. Because if a machine, a Terminator, can learn the value of human life, maybe we can too. (Sarah Connor, Terminator II)
“Bir makine dahi insan hayatının anlam ve değerini öğrenebiliyorsa belki biz de öğrenebiliriz” demiyor muydu Sarah Connor? Burada çok katmanlı bir düşünme süreci içerisine girilmesi gerekiyor. Şimdilik bu faslı açma niyetinde değilim. Filmi ilk izlediğimde bu ifadeleri defterime hızla not almış ve Sarah Connor umudu dediğim bir umudu beslemeye başlamıştım. Ancak son bir şey söyleyeyim bu konu ile alakalı; kötü kraliçenin sihirli aynası gibi bir teknoloji bugün bile yok! Canım o masaldı, masallar da olur öyle şeyler… O masal ise bugünün masallarını kimler, nasıl yazıyorlar, ya da kimler yazdırtıyor?
Dikkat edelim artık her şey dijital ortama aktarılıyor. Dijital ne demek diye sorsak kaçımız açıklayabilir?
Elektronik kartları bile makineler basmıyor mu artık ve bunu tasarlayabilir olanlarımız ne kadar az değil mi?
Matbaaların yerini kart basan makineler mi alıyor?
Teknolojiyi hemen hemen her alanda kullanıyor ama aslında onun dilinden asla anlamıyoruz, ya da anlayanlarımız çok az ve her geçen gün de azalmakta.
Bilgisayar programcıları hala makinelere hükmediyor, ama yarın onlarla aramızdaki tercümanlar ya da elçiler mi olacaklar?
Program yazan programlar…
Devre tasarlayan devreler…
Yapay zekâ…
İnsan nerede?
Burada duralım, zihin konumuza geri dönelim. Kabul edelim genel anlamda insanlık artık zihnini etkin kullanmayı bırakıyor, dolayısı ile satranç tahtasında değerli bir taş, zihin kalesi oyunun başında yitiriliyor. Aslına bu değerli taş beyhude hamleler yaptırılarak (malayani işler ile meşgul edilmek suretiyle) elimizden alınmak isteniyor. Buna ister kullanılmayan melekelerin yitirilmesi diyelim ister belleğe ulaşamama sorunu diyelim, insanın zihnindeki kavramlara erişimi her geçen gün zorlaşıyor. Zihnimizdeki öz kavramlar ile dış dünya arasındaki eşleştirmeleri değiştirmek için ikisi arasındaki bağlantı öncelikle kopartılmaydı elbette, yeni ve değiştirilmiş bağlantılar yapılmalıydı. Belki bu nedenledir Feridun Esfandiary’nin “Are you a transhuman?” kitabı “kelime hazineniz ne kadar güncel?” testi ile başlıyordu.
Neyi, neye karşılık değiştirdiğimizin farkında mıyız? Bir dönem sokak sokak eskiciler dolaştı şehirlerimizde, eski olanı yeni olanla değiştirdiler yıllarca, mandal ve naylon leğen karşılığında kim bilir ne hatıraları, ne antikaları, değerli kitapları takas ettik. Buna benzetiyorum ben bu işi… Böyle ticaret mi olur Allah Aşkına!
Uzun süreden beri her şeyi kodluyoruz, kodlanmış bir geleceği kendi ellerimizle hazırlıyoruz, kare kod, çubuk kod, kütüphane kod sistemleri, telefon numaraları… Zira “hızlanan hayat” bunu zorunlu kılıyor!
Apple dediğimizde akla ilk gelen şey elma mı yoksa bir teknoloji firması mı? (İngilizce bilenlerimiz için…)
Bugünün değerleri ile bakıldığında bu söylediklerim çok anlam ifade etmiyor olabilir, zorlama da bulunabilir. Yazı dizimizin ilk bölümünde geleceğin dünyasında isimsiz olmayı, bir kod ile tanımlanmayı isteyen birinden bahsetmiştik, FM-2030! Hatırladınız mı?
Evlatların da ana ve babaları üzerinde pek çok hakları vardır, bunlardan biri de çocuklarımıza güzel isimler koymaktır. Bu düsturu unutmayalım, unutturmalarına izin vermeyelim.
Sosyal medya bir düşüncenin, bir akımın yayılma hızını ölçme adına faydalı bilgiler içerebilir. Gelin beraberce facebook’a bir göz atalım: Scientific Transhumanism grubu biz bu satırları yazarken onikibinaltıyüz, Singularity Network grubu ise onsekizbin üye sayısına sahipti. Üç yıl önce gruplarda sadece 500 civarında üye vardı. ‘Transhuman’ anahtar kelimesi ile facebook ortamında bir arama yapacak olursanız gerçekten şaşıracaksınız. Son birkaç yıl içerisinde gerek yaşlanmanın yavaşlatılması/engellenmesi, gerekse transhümanizm ve singularity konularına kendini adamış gençlerin idaresinde birçok blog ya da forum da oluştu, işte birkaç tanesi:
Methuselah Vakfı’nın internet sayfasında açılışta sizi bekleyen slogan şöyle “2030’a kadar 90 yaşındakilerin 50 yaşındakiler kadar sağlıklı oldukları bir dünya yaratmak istiyoruz”. Neden 2030? Nasıl hesaplıyorsunuz bu tarihleri? FM-2030? Sitemiz, transhümanistlerin başka bir tarih üzerinde de durduklarını hatırlatıyor bizlere ara ara; 2045!
Transhümanizm ve singularity eksenli birçok sempozyum/konferans düzenlendi son yıllarda, ki sitemiz bu etkinliklerin birçoğuna katıldı ve siz değerli takipçilerimizi adeta canlı yayın yaparak gelişmelerden haberdar etti, bazı üniversitelerde yeni dersler açıldı, kitaplar yazıldı, filmler çekildi, şirketler kuruldu. Bu kurulan şirketlerden biri de Google’a sırtını yaslayan California Life Company (Calico) oldu, yaşlanma etkilerini azaltmayı, insan ömrünü uzatmayı amaçlayan şirket Eylül 2014 tarihinde AbbVie ile kuracağını duyurduğu ortaklık ile bu amaç doğrultusunda ne kadar ısrarcı olduğunu da gösterdi.
Yazılarıma ara vermeden önce Dr. Cohn ve Dr. Frazier’in yapay kalbi ile hayata tutunan, ilk kalpsiz insan Craig Lewis’ten bahsetme planım vardı, bu konuyu ele almak istiyordum. Şimdi bakıyorum da bu haberler bile “demode”. Kalpsiz insan, gönülsüz insan derken gönlün ele geçirilmesi konusu üzerinde sitemiz yeri geldikçe duruyor, durmaya da devam edecek Allah’ın izni ile…
Şu an en önemli şey, ABD başkanlık seçiminde Transhümanist Parti’nin adayı olduğunu açıklayan Zoltan Istvan ya da Ray Kurzweil gibilerin tuzaklarına karşı bir karşı bilinç hareketi içinde yer almak. Feridun B. Kaya’nın dediği gibi mesele çamura girmek!
“Çamura Girmek” yazısına 3 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
El yazısının geleceği Almanya’da tartışılıyor:
http://www.ntv.com.tr/teknoloji/almanya-el-yazisinin-gelecegini-tartisiyor,rB6xZ84laEmZJVYh6Io5MQ
Sayın mustafa ali,
Alice Cooper School’s out şarkısında neler diyordu birlikte hatırlayalım.
School’s out for summer
School’s out forever
School’s been blown to pieces
No more pencils
No more books
No more teacher’s dirty looks
Pink Floyd “Hey teacher, leave them kids alone” dememiş miydi? Rahmetli Barış Manço ise Dört Kapı’da şunları diyordu:
Tuz ekmek hakkı bilene
Sofra kurmasan da olur
Ilık bir tas çorba yeter
Rızkım buymuş der içerim
Kadir kıymet anlayana
Sandık açmasan da olur
Kırk yamalı hırka yeter
İdris biçmiş der giyerim
Bir çorbayla karnım doydu
Hırka bana yorgan oldu
Bir de kalem tutmayı öğret
Kırk yıl sana hizmet ederim
Bana bir harf öğret yeter
Kırk yıl sana hizmet ederim
Barış`ım uzaktan geldim
Dört kapı önünde durdum
Dört kapıdan geçemezsem
Geldiğim gibi giderim
Değerli yorumunuz için biz teşekkür ederiz.
Bu enfes yazı için teşekkürler.
2010 yılında yayınlanan bir haber de kalem kullanıldığında klavyeye nazaran beynin çok daha fazla bölümünü çalıştığını, uzak doğuda kalem kullanımının eğitimde minimuma indirilmesiyle çocuklarda unutkanlıkla ilgili bazı sendromların görüldüğünü söylüyor.
http://bit.ly/1BqiWdf