Gölge ile Güneş Arasına İnşa Edilen Dünya
Faruk Ay, 4 Ocak 2015Joseph B. Pine “Sonsuz Olanak” kitabında Gerçek ile Sanalın birbiri içine geçmesi ile ortaya çıkan farklı gerçeklik algılarını incelemiş. Gerçek (Güneş) ve Sanal (Gölge) arasında oluşan ara bölgeler insanların hayatına yeni teknolojilerle birlikte girmeye başladı. “Giyilebilir Teknolojiler” bu işi yakın gelecekte çok daha kolaylaştıracak, aynı akıllı telefonların günlük hayatın bir parçası olduğu gibi.
Zaman, mekân ve maddenin gerçek veya sanal/dijital olması üzerinden oluşan algılardan biri olan “Süslü Gerçeklik” (Augmented Reality): Gerçek zamanlı fiziksel dünya üzerine dijital nesnelerin yerleştirilmesi ile farklı bir gerçeklik algısı olarak ortaya çıkıyor. Örneğin giyeceğimiz özel bir gözlükle (ya da gelecekte kontakt lensle), normalde göremediğimiz ama bu dünyada bizle birlikte yaşayan sanal varlıkları görmeye başlayacağız.
Daha basit bir ifadeyle, Gerçek ile Sanal arasındaki duvar yıkılıyor ve dijital varlıklar bizim yaşadığımız dünyaya sızmaya başlıyorlar.
“Süslü Gerçeklik” tanımını bilinçli olarak seçtik, kavramın Türkçe çevirilerinde kullanılan “Artırılmış Gerçeklik” kavramı “Gerçekten daha gerçek” gibi yanlış bir anlam ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte gerçeklik algımızı teknoloji ile değiştirip bize görmediklerimizi göstermeye çalışanların yaptığını “süsleme” olarak tanımlamak daha uygun geliyor bize.
O zaman, şeytan onlara yaptıklarını süsleyip, “Bugün, insanlar arasında size galip gelebilecek hiçbir kuvvet yoktur; ben de yanınızdayım!” demişti. Ama ne zaman ki iki ordu savaş düzeninde karşı karşıya geldi, o zaman topukları üzerinde gerisin geriye dönüp kaçmaya durdu ve “Benim sizinle bir alâkam yoktur. Şurası bir gerçek ki ben, sizin görmediğinizi görüyorum; hem ben, Allah’tan korkarım da!” deyip sıvışıverdi. Allah, cezalandırması pek çetin olandır. ENFAL – 48
Yeni Dünyanın İnşası
Büreyde İbnu’l-Husayb radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm gölge ile güneş arasında oturmayı nehyetti.” bir rivayette de gerekçe olarak “Öyle yer Şeytanın oturduğu yerdir” ifade buyurur.
Sanal(gölge) ile gerçek(güneş) arasındaki belirgin çizginin kaybolduğunu düşünün. İkisinin arasında kalan bir dünya. Biraz gerçek biraz sanal. Bir başka deyişle yokluk âlemi olarak sayılan sanal âlemden gelen dijital nesnelerin, Allah’ın güzel isimlerini bize yansıtan dünyanın üzerinde bir gölge gibi yer alması, yani hakikatle aramıza giren aldatıcı süslerin yer aldığı yeni bir dünya. Peki, kim nasıl inşa ediyor bu dünyayı?
Şu ana kadar henüz Süslü Gerçeklik (Augmented Reality) geniş kitlelerce bilinip kendine bir kullanım alanı bulmuş değil. Google’ın Glass projesi (“Glasses” çoğul bir kelime ve İngilizcede gözlük anlamında kullanılıyor, ürün tek göz üzerine yerleştiği için kelimenin tekil hali olan ve aynı anda cam anlamına gelen “Glass” kelimesi seçilmiş), etkileyici tanıtımı ile merak uyandırsa da daha sonrasında cihazla yapılabileceklerin kısıtlı olması ve gizlilik ihlali konularında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle beklediği ilgiyi görmedi. Projenin geleceği hala net değil.
Glass projesinin belirsiz akıbeti ile birlikte Google’ın bu yıl içinde aynı alanda yaptığı büyük ve gizemli yatırımı “acaba Google’ın asıl gerçeği süsleme projesi bu mu?” diye sorduruyor. Ekim 2014’te, Google Florida merkezli Magic Leap şirketine 542 milyon dolar yatırım yaptı. Bu yatırımda ilginç iki nokta var. İlki Google, kendi yatırım şirketi olan Google Ventures üzerinden değil, yatırımı doğrudan Google şirketi üzerinden yapması. Bu yatırımla birlikte Google kendi üst düzey yöneticisi Sundar Pichai’yi Magic Leap’in yönetim kuruluna atadı. Diğer ilginç yanı ise şirketin her ne kadar 2010 yılından beri faaliyeti bulunsa da ortaya çıkan bir ürünü olmadan yatırımın henüz gelişmekte olan gizli bir projeye yapılması.
Şirketin web sitesinde vaat ettiklerinden ve aldıkları patentler üzerinden çok büyük bir proje olduğunu anlıyoruz. Proje özetle bu dünyanın üzerine sanal bir katman inşa etmek. Patentlere bakıldığında iki büyük sorunun üstesinden gelindiği iddia ediliyor, birincisi retina üzerine yansıtılan ve gözün ışığa verdiği tepkinin benzerini göstermesini sağlayan “dijital ışık alanı” teknolojisi ile sanal nesneleri adeta gerçekmiş gibi görülecek ve derinlik, ışık gibi değerler insan gözüne gerçeğinden ayırt edilmeyecek kadar gerçekçi görünecek. İkinci ve daha etkileyici olan ise bütüncül bir dünya oluşturma fikri, böylece dünya üzerinde yeni bir katman olarak algılanacak bu boyut herkes için ortak olacak, örneğin dev bir robotu aynı alanda bulunan herkes (tabi bu dünyayı görmeye yarayan gözlüklerini takmaları kaydı ile) görebilecek.
Hedef sihri dünyaya geri getirmek
“Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden farksızdır”
Arthur C. Clarke
Magic Leap’in web sitesindeki tanıtımına baktığımızda çok iddialı ve ilgi çekici ifadeler kullanılmakta. “Teknolojiyi kullanarak sihri dünyaya geri getireceğiz” diyen Magic Leap ejderhaları ve perileri dünyanın bir parçası haline getirmenin ne kadar heyecan verici olduğunu belirtip bu konuda tüm ilgilileri sihirbaz olmaya ve dünyayı birlikte şekillendirmeye davet ediyor.
Projenin kilit isimlerinden biri olan Sir Richard Taylor, Yeni Zelanda’daki, “Yüzüklerin Efendisi” gibi filmlerin bilgisayar animasyonlarını yapan meşhur Weta stüdyosunun kurucusu. Taylor’un projeye katkısı projenin nasıl etkileyici bir görsellik sunacağının habercisi.
Ekibe yeni katılan “sihirbaz”lardan biri de literatüre “Metaverse” (üst evren) kavramını kazandıran ünlü bilim kurgu yazarı Neil Stephenson. Daha önce yazdığı “Snow Crash” romanı ile “Second Life” projesine ilham kaynağı olan yazar Magic Leap’te “Baş Fütürist” olarak görev yapmaya başladı.
Magic Leap ve Singularity tutkusu
Bu detaylardan sonra işin karanlık tarafına bakalım. Magic Leap kurulduktan sonra “Hour Blue” isminde bir projeye girişiyor bu projede de Weta animasyon stüdyosunun tecrübelerinden yararlanarak, gelecekte geçen mitolojik bir hikaye ortaya çıkıyor. Singularity sonrası dünyada geçen hikâyenin gün yüzüne çıkmamış bir çizgi romanı, web sitesi ve Süslü Gerçeklik uygulaması mevcut. Web sitesine baktığımızda Kurzweil, Yudkowsky, Vinge ve Drexler gibi Singularitycilerden alıntıların yer aldığını görüyoruz.
Hour Blue projesi çerçevesinde kurguladıkları hikâyeye paralel olarak Singularity sonrası gelecekten gelen mesajların yayınlandığı bir site de hazırlanmış.
Bu projenin hala gündemde olduğunu Magic Leap’in mevcut web sitesinde kendini anlatmak için seçtiği anahtar kelimeler arasında yer alan “Hour Blue” ve “Technological Singularity” terimleri ile anlıyoruz. Bu bile yeni inşa edilecek süslü gerçekliğin nasıl bir fikriyat ile şekilleneceğini anlamak için yeterli bir bilgi.
Yine sitede yer alan “İnsanların çoğu makineleri daha akıllı yapmak için uğraşıyor, bunun yerine insanları daha akıllı yapmak için uğraşsak iyi olmaz mı?” benzeri ifadelerle insanın mahiyetinin değiştirilmesine atıfta bulunuluyor.
Ray Kurzweil’in Google’ın mühendislik direktörü olmasından sonra gerçekleşen bu hamle ve projenin büyüklüğü Singularity projesinin adım adım nasıl hayata geçeceğine dair ilk sinyalleri veriyor.
Çocukları bekleyen tehlike
Yine Magic Leap’in web sitesindeki görsellerden öncelikli hedef kitlenin çocuklar olduğunu anlıyoruz. Çocuklar için uzun yıllardır zihin alt yapısı yapılan bir projenin burada nasıl hayat bulacağını tahayyül edebiliriz. Bütün kitaplarını tanrıyı öldürme fikri üzerine yazan Phillip Pullman’ın “Kuzey Işıkları” kitabında kurguladığı, çocuklara bağımlı olarak yaşayan cinlerin onların yoldaşı olması ve her yerde takip etmesi benzeri “hayaller” için inşası başlayan yeni dünya oldukça uygun bir ortam oluşturacak.
Konuyu akla yaklaştıracak bir başka kurgusal örnek de Dennō Coil isimli Japon animesi. Bu animede aynı Magic Leap’in projesinde planlandığı ve Pullman’ın kitabındaki gibi bu dünyanın üzerine kurulan sanal bir dünya içinde çocukların düşük de olsa zeka ve bilinç sahibi dijital yaratıklara sahip olmalarını ve yaşadıkları maceraları izliyoruz.
Yine zihin ekiminde mahir olan uzak doğudan çıkan “Pokemon” anime projesinde çocukların yanlarına aldıkları yaratıkları eğitip birbirleri ile dövüştürmesinin özellikle genç nesil içinde geçtiğimiz yıllarda nasıl popüler olduğuna şahit olduk.
Rivayetlerde Deccalın evlere kadar girip çocukları esir aldığından da söz edilir.
“Deccal, evlerinize girmiş, çocuklarınızı esir almıştır” diye bir ses duyulacak… (el-Bürhan, s. 73. )
Peki, o zaman biz ne yapacağız?
“Gölge ile Güneş Arasına İnşa Edilen Dünya” yazısına 8 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Pokemon go ile gerçekten de bahsettiğiniz vaziyete ciddi bir adım atıldı. Yalnız çok uçuk mu bilmiyorum ama önceki yazılarda bir arkadaş cinlerin yaratıldığı dumansız ateşi elektrikle özdeşleştirmişti. Bunu ben de daha önce düşündüm ancak düşünme sebebim teknolojiyle uzaktan yakından alakalı değildi. Bildiğimiz gibi insan sinir sistemindeki nöronlar da elektriksel aktiviteyle çalışmaktalar. Ve şizofreni, psikoz gibi bazı psikiyatrik hastalıklar manevi destekle hiç olmamış gibi atlatılabilmekte. Bu sebeple cinlerin sinir sistemine nüfuzunun çok kolay ve doğal olacağını ve bu rahatsızlıklara hatta belki bazı kanser türlerine de sebep olabileceklerini düşünmüştüm. Şayet dumansız ateş gerçekten elektrikse o zaman hakikaten teknolojiyle ayvayı yedik. Uçuk diyeceğim kısım da şu, acaba sanallıktan öte gerçekten de iki alem birleştirilmek isteniyor olabilir mi? Çünkü ilk yazılarınızdan birinde “insandan başka şuurlu varlıklardan da yardım almak” ve kuantum bilgisayarlarla “paralel evrenler arası işbirliği” bahisleri geçmişti. Bir de güneşin batıdan doğacağı hadisi bunu düşündürüyor bana.
Pokémon GO ile birlikte bu yazı daha da güncel hale geldi. Zaten bu yazı üzerinden zaman geçtikçe hep tazeleşecek gibi gözüküyor.
Bir örnekte ben hatırladım.
Sanal hayvan bebek besleme oyunları vardı.
Dijital saat gibi cihazlarda. çocukların eğlencesiydi. Yedirip içirip büyütülüyor. Bakmazlarsa hasta olup zayıf düşüyor hatta ölüyordu.
Duygusal bağ kuran çucuklar ölümüne üzülüp depresyona bile giriyordu.
Pokemon örneği vermişsiniz. Bende ondan sonra çıkan ama onun kadar popüler olamayan digimon örneği vereyim.
Digimon (Digital Monsters)’lar sanal bir boyutta yaşıyor ve orada savaşıyorlar. Onları kontrol eden çocuklarda arada sırada o boyutta vücut bulup (Online olup) maceralara atılıyorlardı. Daha snora gelişen olaylar neticesinde Digimon evreni ile Dünya evreni birbirine karışıyor. Digimonlar yaşadığımız evrene gelip bizimle birlikte hayatlarını sürdürüyorlardı. Çocukların zihnine (ki o dönem bizlerdik çocuk) yerleştirilen şeyleri dehşetle öğrenmeye devam ediyoruz. Teşekkürler.
Yazinizi gercekten cok begendim ellerinize saglik, bu yaziyi okudukca aslinda Turklerin demiri neden zapt etmede bu kadar ciddi hareket ettiklerini daha iyi anladim, cunku ileride belli ki demir, insanlari zapt etmeye baslayacak(aslinda basladi bile), bu seytaniler Allah’in yarattigi metafizik boyutlari bile taklit edip kendi dijitalden yapilma boyutlarini olusturmaya calisiyor. Aslinda Pokémon animesinden cok Digimon animesi bu duruma mukemmel bir ornek olusturuyor
Çok çok ufuk açıcı doyurucu bir yazı olmuş. Bunun gibi deşifre edici nice yazılarınızı bekliyoruz.
Son Kaleyi yıkmak için gelenlerin önünde Aynı Haçlı seferlerindeki Alperenler gibisiniz
ALLAH İlminizi artırsın gönlünüzü genişletsin
Kaleminiz Kılıçtan’da keskin olsun Amin İnşaAllah.
enfes bir yazı. bir tarih yazılıyor ve hep beraber buna şahit oluyoruz. içindeyiz. Faruk Ay’ın bu yazısı da tarihe şahitlik eden yazılardan biri olacaktır kanaatindeyim. bu şeytani kodları anlama ve çözme adına bu yazı referans yazılardan biri olacaktır. tebrik ederim.