Neden Hala Uzayda Kolonileşemedik?
Mehmet Aydemir, 1 Şubat 2015Son dönemde artan uzay haberleri Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA)geliştirdiği Rosetta uzay aracının sondasını 67P/Churyumov–Gerasimenko kuyruklu yıldızına indirmesiyle tavan yaptı. Aya inişten sonra yaşanan en büyük uzay projesi olarak gören de oldu tamamen septik yaklaşan da. Sosyal medya ve tartışma platformlarından gözlemleyebildiğim kadarıyla çoğunluğu oluşturan septik yaklaşımın temelinde basit bir soru var; “bir uzay aracının kuyruklu yıldıza inmesinin topluma ne faydası var?”. Cevabı basit gibi görünen oldukça haklı bir soru. Bir ülkenin yurttaşları kendilerine kısa vadede maksimum refah getirecek politikalara destek verirler. Uzay projeleri doğrudan pratik kazanımlar getirmediği için halk nezdinde konunun meraklıları haricinde çok itibar görmüyor. ABD ve Avrupa’daki gelişmiş vatandaşlık hakları devleti yurttaşlardan topladığı vergileri harcarken hesap vermeye zorlaması (ABD’de hükümet harcamalarını eleştiren bir platform) ve yukarıdaki basit sorunun doyurucu şekilde cevaplanamaması (Sorunun cevabına yönelik çalışmalardan biri) yıllarca uzay projelerinin ağır aksak ilerlemesine neden oldu. Yıllar içerisinde yaşanan ekonomik krizler ve savaşlar da uzaydaki duraklama dönemine tuz biber ekti.
NASA ve ESA gibi kamu kurumlarının haricinde bilim üretme kapasitesine sahip olan üniversitelerin araştırmalar için ihtiyaç duydukları kaynaklar uzay bilimlerinin geliştirilmesine hiçbir zaman yeterli olmadı. Kıt kaynaklarla daha çok teorik alanda evrenin yapısını anlamaya yönelik bilgi üretimine yönelik katkı sağladılar. Ancak bu katkıların da ne kadar ispatlanmış gerçeklikler olduğu hemen hergün yine akademi tarafından üretilen makaleler ile sınanıyor. Büyük resme baktığımızda teoremden teoriye geçen, temel yasa olarak kabul edebileceğimiz bilimsel gerçeklik çok sınırlı. Genel kabul gören ilk defa 1920’lerde ortaya atılan Big Bang kuramı tam olarak ispatlanamadığı için tartışılmaya devam ediyor. Tanrı parçacığı olarak da anılan Higgs bozonu uzay boşluğunu manalandıracak mı belli değil. Bu teorik tartışmaların gölgesinde zuhur eden bilimsel çalışmaların dağınık ve birbirinden kopuk olması ise ayrı bir problem.
ABD ve AB dışında Rusya, Hindistan gibi ülkelerin uzay ajansları da geçen yıllar içinde çok ilerleme kaydedemediler. Hatta bir ABD şirketi olan NASA’nın açıkca desteklediği Elon Musk’ın SpaceX’i birçok açıdan bu ülkeleri solladığını söylersek yanılmış olmayız. Uzun vadeli ve maliyetli uzay projelerini destekleyebilecek güçlü ve sürdürülebilir ekonomilerinin olmaması belirgin ilerleme kaydedilememesinde önemli rol oynadı. Çin son dönemde ciddi atak yaptı. Ay’a insansız uçuş gerçekleştirmeyi başardı ama hala çığır açacak uzay keşiflerine epey uzak görünüyorlar.
Genel manada şu ana kadar başarılmış en önemli uzay misyonu olan Ay’a insanlı uçuşun (Ay’a gidilmediğine dair komplo teorilerini şimdilik gözardı edelim) gerçekleştirilmesinin üzerinden neredeyse 45 sene geçti ancak hala daha ötesine geçilemedi. Bırakalım ötesini 1972’den sonra bir daha Ay’a insanlı uçuş yapılamadı. Ay’ın hala karanlık yüzünde ne olduğunu bilmiyoruz. Keşfedilen yerlerinde ise elde edilen teleskop görüntüleri üzerinden bol bol uzaylı,piramit..vb spekülasyonları yapılıyor. Uzay keşiflerindeki durgunluğun artık kazanılması gereken bir “Soğuk Savaş” olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Devletler yurttaşlarını ulusal bir hedefe inandırmadan zafer kazanamazlar. O dönemde şeytanlaştırılmış SSCB’nin amerikan toplumu üzerinde kamçılayıcı bir etkisi vardı ve uzay yarışı milli bir mesele olarak görülüyordu. Silahlanma yarışında uzayda hakimiyetin sağlanması kırılma noktasıydı. Nihayetinde sovyetlerin uzay yarışını kaybetmesiyle başlayan çöküşleri 20 sene sonra dağılmalarıyla sonuçlandı. (Yeniden dizayn edilmek istenen çift kutuplu (tanrılılar-tanrısızlar) dünyanın oluşturacağı sonuçlara bu nazarla da bakmanın önemli olduğu kanaatindeyim.)
ABD’nin nasıl zafer kazandığını anlamak için biraz rakamlara göz atmakta fayda var. Aşağıdaki grafik NASA’ya ayrılan bütçenin toplam ABD bütçesine oranını gösteriyor. 1960’larda %4’ün üzerine çıkan oran, geçen günlerde kongrenin 18 milyar dolarlık bütçeyi onaylamasıyla 2015 yılında tahmini %0,46 olacak (2015 toplam ABD bütçesi 3.90 trilyon dolar). Bir bakış açısıyla 1966’da federal bütçeden NASA’ya ayrılan oran 2015’te ayrılsaydı rakam 172 milyar dolar olacaktı. Bir başka açıdan 1966 bütçe rakamının 2015 yılında da aynı olacağını varsayarak enflasyona göre değerleseydik reelde 43 milyar dolar olacaktı. Neresinden bakarsak bakalım muazzam bir finansal kaynaktan söz ediyoruz.
Son dönemde yıldızı giderek parlayan, Planetary Resource’un kurucularından Peter Diamandis tam da bu sebepten bilimin sadece devlet ve üniversitelerin tekeline bırakılmasına karşı çıkıyor ve tabiri caizse bilimin-teknolojinin liberalleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Şirketler bu yükün altından kalkıp kalkamayacaklarını zaman gösterecek. Ancak finansal anlamda aslında devletlerle aynı kaderi paylaşıyorlar. Uzay misyonlarını gerçekleştirebilecek büyüklükteki şirketlerde devleti yöneten siyasetçilerin oy kaygısı olması gibi öngörülebilir karlılık sağlayacak alanlara yatırım yapılmasını isteyen yatırımcıları bulunuyor. Uzay keşiflerinin kar getirebilecek projelere dönüşmesi, sağlam temellere dayanan yatırım geri dönüşlerinin hesaplanması şu an için mümkün değil.
New Gold Rush (Yeni Altına Hücum)
Artık yeni bir uzay hikayesine ihtiyaç var. İnsanlığın önüne koyulabilecek, kitleleri peşinden sürükleyecek, rüyalar gördürecek yepyeni bir hedef. Devletleri, üniversiteleri, şirketleri, bağımsız kuruluşları aynı hedefe yöneltecek bu yeni hikayenin adına arka planda hadiseleri kurgulayan ideologlar “yeni altına hücum” diyorlar. En büyük argümanları eninde sonunda dünyanın bir gün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak olması. Bir kuyruklu yıldız çarpabilir, kaynaklar tükenebilir, nükleer savaşlarla dünya çöle dönebilir. Aklınıza gelebilecek envai çeşit apokaliptik senaryo yaşanabilir ve insanoğlu o gün geldiğinde yeni bir gezegene gidip yaşamını sürdürmeli.. Kıyamet senaryoları yaşanmayacak olsa bile yalnız dünyaya bağlı kalmadan yepyeni maden kaynaklarına ,sonsuz arazilere vb sahip olabilme düşüncesi.. Bu fikrin 1 numaralı propaganda aracı tahmin edebileceğiniz üzere Hollywood. Artık hayalini bile kurmakta zorlanacağımız senaryolara gelişmiş görsel efektlerle akla yatkınlık kazandırılıyor. Bu bağlamda geçmişten bugüne film endüstrisi rakamlarını incelemekte fayda var;
- Wikipedia’da yer alan bilgiye göre 1902’den bugüne kadar toplam 28 uzay filmi çekilmiş. Bu filmlerin çoğu Hollywood yapımı ve Dünya’yı Kurtaran Adam gibi “uzay filmleri” listeye dahil değil. Türkiye listeye GORA ile katkı yapmış.
- Son dönemde çekilen 20 filmin bütçeleri ortalama 100 milyon doların üstünde ve 10 tanesi 2013’te çekilmiş.
- 2013’te toplam 900 milyon dolar harcanan uzay filmleri dünya çapında 2,8 milyar dolar gişe hasılatı getirmiş.
- Yine aynı yıl sadece Amerika ve Kanada’da en çok izlenen 25 film 5,2 milyar dolar hasılat elde etti ve bu rakamın %15’i uzay temalı filmlerden elde edilmiş.
- 2014’de Interstellar birçok eleştirmen tarafından yılın en iyi filmlerinden biri olarak gösteriliyor ve Amerika’da 182, dünyada 660 milyon dolar gişe hasılatına ulaştı. Film o kadar başarılı oldu ki birçok bilim adamına ilham oldu. Belgeselleri çekildi ve önemli yayınlar filmi konu alan özel sayılar çıkarttı.
- 2015’te vizyona girecek J.J Abrams’ın Star Wars-The Force Awakens’i ve Wachowski kardeşlerin Jupiter Ascending’i tüm kategorilerde yılın en iddialı filmlerinden. Yönetmenlerinin sıradan kişiler olmaması bile yeterince dikkat çekici.
Basit bir analizle uzay sinemasına gittikçe artan bir ilginin olduğunu söylememiz mümkün. Bu ilgiyi sadece insanın bilinmeyene olan merakıyla açıklarsak eksik kalır. Birilerinin tıpkı transhumanizm, ölümsüzlük, robotik yaşam konularında yaptığı gibi uzayın derinliklerine zihinleri hazırlamaya çalıştığını açıkça görüyoruz. Aslında son dönemde elde ettiğimiz bilgiler doğrultusunda zihinleri hazırlamadan ziyade “hatırlatma” daha doğru kaçıyor.
“New Gold Rush” uzun vadeli bir plan ve Allahüâlem kıyamete kadar sürecek. Nasa’nın 2030’larda gerçekleştirmek istediği Mars’a yolculuk sadece başlangıç. Hedefe ulaşıncaya kadar aşılması gereken birçok engel var.
Türkiye’nin gelecekteki uzay keşiflerinde yer alabilmesi için önemli bir döneme giriyoruz. Mevcut bilimsel ve teknolojik bilgi (know-how) seviyemizin parlak olmadığı ortada ancak kimseyi ümitsizliğe düşürmemeli. Artık şirketlerin bile uzaya yatırım yapamaya cesaret ettiği bir çağ yaşıyoruz. İnsan sermayesini oluşturma ve bilgi transferini sağlamaya yönelik çalışmalar önümüzdeki 10-20 yılda gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı kapatma adına çok kritik olacak. Yeni kalkacak uzay trenini kaçırmamak zorundayız. Evet, zorundayız çünkü sübjektif bir mülahazayla bunu vazife olarak görüyorum.
“Benim nam-ı celilim güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır” Hadis-i Şerif
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017