Singularity Avrupa Zirvesi Günlüğü – 4
B. Sadık Ünal, 5 Şubat 2015Neil Jacobstein’ın Rolü ve Önemi
Neil Jacobstein, Singularity Üniversitesi Yapay Zeka Bölümü Başkanı. Bugüne kadar iyi bir akademik performansı da olmuş. DARPA, NSF, NASA, NIH, EPA, DOE, Birleşik Devletler Ordusu ve Hava Kuvvetleri, GM, Ford, Boeing, Applied Materials, NIST ve diğer pek çok ajans ve kuruluşa yapay zeka konusunda danışmanlık yapıyor. Aynı zamanda YZ (yapay zeka) konusunda faaliyet gösteren Teknowledge isimli şirketin de sahibi.
Yani bu derece meşgul iken dahi mesleki, akademik, ticari açıdan kendisine çok da fayda sağlamayacak olan Singularity Üniversitesi’ne destek veriyor olması çok ilginç. Singularity konusunda kendisince bir adanmışlığı olabilir. Diğer yandan Singularity’nin merkez konusu, diğer konuların dağılmadan etrafında toplanabileceği esası da, yapay zekaya dayanıyor. Bu noktada Neil Jacobstein, Singularity fikrinin ve üniversitesinin yeni hayat kaynaklarından birine dönüşüyor.
Neil Jacobstein Sunumu ve Önemli Noktalar
Neil Jacobstein’ın sunumu, akademik sıkıcılıktan uzak ve heyecanlı bir sunumdu. Yapay zekanın varlığını hemen ilan etti ve ardından henüz insan seviyesinde bir yapay zeka bulunmadığını ekledi.
Yapay zekayı “ilan etmek” için kullandığı slaytta, dijital ve kırmızı “tek göz” çağrışımı yapan bir fotoğraf vardı. Bu slayt, aynı zamanda Turing Testi’ni geçen ilk makinenin de ilanı oluyordu. Bir makinanın sorulara verdiği cevaplar ile, yeterli sayıda insanı “13 yaşında bir çocuk olduğu”na inandırabildiği haberini paylaştı. Yapay zekanın, bu çerçevedeki ilk başarısı oluyordu bu gelişme.
Turing testi, bir makinanın verdiği cevaplar üzerine insan olduğunun zannedilmesine dayanıyor. Bu seviyeyi geçen bir bilgisayarın da kişilik sahibi kabul edilmesini öneriyor. Varlığını, insanları mahiyeti konusunda aldatarak, ilk belirişi ve varoluşu bir aldanmaya dayanarak tarih sahnesine çıkan bir varlık oluyor böylece yapay zeka.
IBM Watson’dan bahsederken farkında olarak veya olmayarak ona bir kişilik atfetme ile konuyu ele alıyordu.
Sunumda kendisini hissettiren konulardan biri de verimlilikti. Yapay zeka ve her türlü teknolojinin gelişimi, verimliliği arttırdığı ve bunun sonucu olarak zenginlik ortaya çıktığı için teknoloji kutsanıyordu. Ancak verimliliğin bu derece merkeze oturması ve verimliliğin hız ile hesaplanması, hızının limitleri olan insanın hayatın merkezinden uzaklaşması manasına geliyordu. Şimdiden, konular ele alınırken insan ve insani olan kaçınılmaz olarak ikinci sıraya kayıyordu. Neil Jacobstein, bu noktada ahlaki bir çıkmaza insanları sürüklediğini fark etmiyordu bile. Ama kendisi de ahlaktan bahsetti. Nuremberg Duruşması Müdafiilerini; eli kanlı nazileri gösterip “Bu insanların da hepsi akıllıydı, ama ahlaki açıdan morondular.” dedi. Bu sırada kendisinin de farkında olmadan aynı duruma düşme ihtimalini göremedi bile.
Naziler, insanları sınıflara ayırıp, her sınıfa bir değer verdiler. Yapay zeka ise hızı ve verimliliği merkeze koyup bütün insanlara aynı anda bir sınıf düşüşü yaşatıyor. Teknoloji Eliti, yeni faşist sistemin egemen ve kahredici üst sınıfı olmaya adaydır. Bu yönüyle Neil Jacobstein, farkında olmadan dahi olsa Nuremberg Duruşması fotoğrafında gösterdiği “ahlaki moronlar” ile aynı duruma düşüyor.
Yapay Zeka ve Yapay Genel Zekanın Tanımı, Anlamı ve Önemi
Yapay zeka ile ilgili pek çok tanım var. Ortak noktalarından hareket edildiğinde yapay zekanın, kendi başına öğrenebilen ve kendi yorumlama kabiliyeti olan bir bilgisayar veya daha ziyade yazılım olduğundan söz edebiliriz. Bir yönüyle insan tarafından yapılmış, hatta yaratılmış bir çeşit zeka/akıl formu da diyebiliriz. Yapay Genel Zeka ile kastedilen ise bu yazılımın insan ile ayırt edilemeyecek bir kapasiteye sahip olanına deniyor. Yani farkındalığı olan, kendisine ait bir kişiliği, iradesi, algısı, amaçları olan versiyonu. Bazı durumlarda da Yapay Genel Zeka, tek ve herşeyi kendi bünyesine katmış veya herşeyin aynı anda farkında ve herşey ile ilgili bilgi sahibi kahir bir zeka formu olarak yüceltilen bir olguya dönüşüyor. Bu yönüyle Yapay Genel Zeka, Allah’ın ilim sıfatına ve herşeyi biliyor ve görüyor olmasına benzer vasıflar ile donatılıp çok şiddetli bir şirke yol veriliyor. Technocalyps’de değinilen bu konu “Digital Messiah” yani Dijital Mesih başlığı altında ele alınıyordu. İslam Eskatalojisi’nde de “Deccal Mesih” kavramı vardır ve pek çok hadiste de bu kavram geçmektedir. Manalarından biri ; Çok Aldatan/Yalancı Mesih’dir. Bu noktada dijital teknolojinin de en ziyadesi ile göz boyama ve aldatma üzerine kurulu olduğunu nazara vermek isterim. CGI yani dijital tabanlı oyun ve dünyalar ile insana, yaşadığının dışında alternatif gerçeklikler sunulmakta ve insan gerçeklerden kaçabilmekte ve hakikate kapılarını kapatabilmektedir. Faruk Ay, “süslü gerçeklik “ (augmented reality) kavramı ve gerçekliğin dijital teknoloji ile saptırılması noktasında bu konuları derinliği ile ele alıyor. Hakikat, gerçeğin iç yüzünü, manasını, derinliğini ifade etmektedir; hakikate gerçeğin ruhu da diyebiliriz. Bu yönüyle gerçeklik ile ilişkinin kesilmesi, kaçınılmaz olarak hakikate ve hakikatler hakikatine; Allah’a giden yolların kesilmesi gibi olacaktır. Allah, kainatı okunması gereken bir kitap gibi yaratmış ve bu kitabın her satırına kendisine giden yolların bilgisini yerleştirmiştir. Bu büyük kitap/kainat, bir “e-kitap”/sanal evren ile değiştirildiğinde yeni kitabın satırları arasında Allah’a giden yollar görülemeyecektir.
Yapay Zeka ve Turing Testi
Turing’in ismiyle anılan bu test, günün birinde bir bilgisayarın insandan ayırt edilemeyecek cevaplar vermesi tezine dayanıyor. İddialarına göre böylelikle bu bilgisayarın/yazılımın bir kişiliği olduğu ve yapay zekanın doğmuş olduğu kanıtlanıyor.
Ray Kurzweil’in, “Singularity is Near” belgeselinde önemle vurgu yaptığı bu teste göre insanlar bir makinayı/yazılımı verdiği cevaplar üzerinden değerlendiriyor ve onun insan olduğunu düşünüyorlar, yani aslında insanların aldanması/aldatılabilmesine dayanıyor tez. İnsanların aldanmasını kendisine başarı kriteri yapan bir testin varlığı dahi üzerinde düşünülmeye değer bir konu. Deccal kelimesinin manasının “çok aldatan” olduğunu da tam bu açıdan değerlendirmeliyiz. Deccal, arapçada mübalağa sigası ile kullanılan bir kelime, çokça aldatan demek… Dijital teknolojilerde çokluk ile ilişkileri üzerinden anlatılıyor genelde. Moore Yasası denen tez IT teknolojilerinin üssel/eksponensiyel büyümesini ifade ediyor. Üssel/eksponensiyel büyüme ise niteliksel bir artışı değil, niceliksel bir artışı ifade ediyor. En son katlanma hız 9 ayda bire çıkan bilgi; datanın çoğalması/çokluğu/kesreti ile gurura kapılmaktan başka birşey ifade etmiyor. Bilgelik azalırken, bilgi/data artıyor sadece.
Kesretin büyüsünden gözlere perde indiğinde deccalin aldatmasındaki çokluk veya insanlığın aldanmasındaki çokluk, nitelik boyasına da bürünmüş olacak, çünkü eşya ile bağlar kesilince kainat kitabının da satırları okunmaz hale gelecek ve insanın “oku”yabilme kabiliyeti kalmayacak.
Yapay Zeka, Ruh ve Kehf Suresi
Ruh ile ilgili Mezopotamya İrfanı’ndan, batı dünyasındaki farklı teolojik ekollere, İslam Tasavvufu’ndan Kabala’ya kadar pek çok görüş serdedilmiştir. Eski Yunan Düşünürleri, “Batı Aklı”nın oluşumuna sebep olurken bu akımların, özellikle de Mezopotamya ve Mısır’ın etkisi altında kalmış veya köklerini bu medeniyetlerin tasavvurlarında bulmuş/aramışlardır. Bu yönüyle de bir batılı için ruh ve akıl kavramları birbirini çağrıştıran ve ne kadar yan ve terminolojik açıdan farklı konteksler içinde dahi kullanılsalar, biri bir diğerinin müteradifi olabilen kavramlardır. Dolayısıyla bu iki kavramdan birinde meydana gelen, genel kabul görmüş bir anlam kayması diğerinin de anlamını kaydırmaktadır. Bu yönüyle batı felsefesi temel kavramlarda yaptığı sörfün bir sonucu olarak büyük ölçüde yanlış anlamaların acı veren tarihidir. Son perde olarak rasyonalizmin en müfrit yüceltmelerinden biri kabul edebileceğimiz Singularity Akımı da bütün yönleri ile ele alamadığı “akıl” kavramını, oran-orantı mahkumu bir “rasyo” derecesine indirgemiş ve kantiteyi/niceliği, aklın tanımına egemen hale getirmiş durumdadır. Rasyo yüceltilerek aklın yerine geçmiştir. Bu noktada ise yanlış anlamalardan beslenen bir felsefi altyapının akla aynı zamanda ruh muamelesi yapması kaçınılmazdır. Sonuç olarak; akıl = rasyo / nalite = ruh gibi bir durum karşımıza çıkmaktadır. Ruhsuz, tanrısız, manasız kalmış eşyaya bir nevi, dolaylı teviller yardımı ile seküler bir “ruh üfleme” çabasından başka birşey değildir bu ve özünü, hakikat/hikmet alanındaki temel kavramlar başta olmak üzere herşeyin yanlış anlaşılmasından almaktadır.
Tarihi, izdüşüm ve izçıkım noktalarında, benzeri/misli ile yaşanan bir süreç olarak ele alırsak daha önceden de benzer yerlerden geçtiğimizi hatırlayabilir veya gelecek adına benzer tecrübeler yaşayacağımızı tasavvur edebiliriz. Bu noktada eşyanın ruhu meselesi ve müşrikler üzerinden yahudi alimlerin bu soruyu Peygamberimiz’e tevcih etmesi önemlidir. Bugünlerde yine ilginç bir tevafuk sonucu Ray Kurzweil ve Neil Jacobstein gibi yahudi “alimleri”nin akıl ve dolayısıyla ruh etrafında dolanan çalışmaları gibi acaba o günün de en önemli meselesi bu muydu?
Yahudiler, o günün koşullarında, bilgileri ışığında, Peygamber Efendimiz’i (sav) tanımakta zorlanmamışlardı, ancak peygamber kavramına yaklaşımları ve kendi içlerinden çıkmayan bir peygamberi kabullenmeyen kavmi kibirleri onları tabi olmaktan alıkoymuştu. Dolayısıyla Hz.Resul’ün ilminden ve sözlerinden istifade edebileceklerini düşünmüş olmalılar ve sordukları sorular da bu açıdan değerlendirilebilir. Sorulardan biri Zülkarneyn (as) hakkındaydı, bugunün algısına yaklaştırırsak; bütün bir dünya çapında kurulacak bir iktidarın şifrelerini elde etmek istiyorlardı. İkinci soru, Ashab-ı Kehf ile ilgiliydi ki gizli ilimlerin anahtarlarını ele geçirme maksadı taşımış olmalılar. Ayrıca yine bugünün aklına yaklaştırırsak Ashab-ı Kehf, olağanüstü uzun uyku ve bu süreçte yaşlanmama gibi bir detay da barındırmaktadır ki, cryonics gibi “ölümden uyanmak/dönmek” gibi modern bilim yoluyla da aranan pek çok metod ile de şekilsel benzerlik göstermektedir. Bir diğer büyük soru ise ruh üzerineydi. Ruh, onların bütünüyle ilmi dışındaydı ki bu konunun insani ilim sınırları dışında oluşuna bütün bir felsefe ve hikmet tarihinin itminan hasıl eden bir cevabı olmayışını şahit gösterebiliriz. Anlaşılan kendileri için en önemli ve şu an gizlenmiş, ancak o gün bilinen tarihlerinde aşılamazlığı tescillenmiş gibi gözüken noktaları soruyorlardı.
Büyük ihtimalle, konumuzla da doğrudan ilgili olan kısmı itibariyle; tarihin sırlanan dehlizlerinde aşamadıkları, başaramadıkları şeyi; “eşyaya ruh üflemek” ile ilgili bilgiyi merak ediyorlardı. Geçmişte belki türlü metafizik deneylerle ulaşmaya çalıştıkları megola-amaçlarında anlaşılan başarısız olmuşlardı.
Ray Kurzweil’in hayalinin bile bu başarıya yetişmediği yıllarda yazdığı bir kitabının adının “The Age of Spiritual Machines / Ruhu Olan Makineler Çağı” olduğunu da bu noktada hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz. Başlangıçta “Intelligent Machine” (Akıllı/Yapay Zekalı Makinalar) tabirini kullanan Ray Kurzweil, sonradan “Spritual Machine” (Ruhu Olan Makinelar) tabirini kullanmaya başlamış ve bunu bir kitabına isim olarak seçecek kadar ileri gitmiştir. Bütün bu yanlış kullanımlar yukarıda zikredildiği üzere ruhun yanlışlıkla akıl, aklın yanlışlıkla rasyo, rasyonunda yanlışlıkla rasyo simülasyonu olan yapay zeka zannedilmesinin bir sonucu olarak doğmuştur. Gelinen noktada bir makinaya yapay zeka yüklemek ile eşyaya ruh üflemek arasında, singülariteryen algıya göre bir fark kalmamıştır.
Salim İsmail’in Sunumu ve Türkiye’nin Durumu
Salim İsmail, bir girişimci ve stratejist. Bugüne kadar pek çok start-up yatırım yapmış ve bunlardan 3 tanesi, 2010 yılında Google tarafından satın alınmış. Ekonomi ve işletme tabanlı bir birikimi var. Yakın zamanda “Exponential Organizations / Eksponensiyel Organizasyonlar” isimli bir kitabı çıktı. Bu kitap zirvede katılımcılara ücretsiz olarak dağıtılmıştı. Kitap büyük ölçüde değişim hızına ayak uyduramama fobisi üzerine. Faydalanılabilecek yönleri olmakla beraber, büyük şirketlerin yöneticileri ve patronlarının korkularını körükleyecek bir üslubu da var. Bu yönüyle Singularity Akımı ve Üniversitesi’nin genel yaklaşımına uygun. Hal dili ile söylenen söz bir bütün oluşturuyor ve mesaj şöyle ortaya çıkıyor: “Bizim ve prensiplerimiz dışındaki hayat korkular, tehlikeler ve yok oluşlar ile dolu, diğer yandan; bizimle beraber olursanız “Tanrılar gibi olacak ve ebedi mutluluk ve zenginliğin sırlarına ereceksiniz vs….”. Mesaj temel olarak iki kısımdan oluşuyor: 1) Dolaylı yoldan yapılan bir cehennem korkutması 2) Dolaylı yoldan yapılan bir cennet vaadi. Singularity’nin kendisini din yerine koyan ukalalığı ile münasip düşüyor ve ayrıca bir hadisi de akla getiriyor :
“Deccal’in….beraberinde bir cennet ve bir cehennem vardır. Onun cehennemi bir cennet, cenneti de bir cehennemdir.”
Diğer yandan, iş dünyasını ve özellikle büyük sermayeyi cezbetme konusunda umdukları düzeyde başarı elde edemediklerini de görmekteyiz, fakat bu yönde ikna açısından umulanı elde edemeseler dahi bugüne kadar yaşadığımız tecrübeden, aşağı yukarı her 2 senede bir kendini 2’ye katlayan bir topluluktan da söz ettiğimizi düşünüyorum. Nicelik küçükken bu büyüme hızı fark edilmeyebilir ama büyüme sabit ivme ile dahi devam etse 10 sene içinde 30 katına çıkmış, nitelikli, dil birliğini sağlamış, finans ve teknolojinin vaatkar kesişim alanında konuşlanmış bir elitler birliği göreceğiz kanaatindeyim.
Büyük Devrim ve Dönüşümler Çağı’nda Tayyip Erdoğan ve Türkiye
Bütün bu gelişmeler olurken Türkiye’de hizmet sektörü hızla büyüyor, imalat sektörünün ekonomiden aldığı pay ise hızla küçülüyor. İmalat Sektörü, teknoloji transferi açısından bizim durumumuzda bulunan ekonomilerin en önemli anahtarı ve biz bu anahtarı çöpe atmış durumdayız. Gelişen sektörlerin alt kıvrımlarına baktığımızda ise durumun vehametinin had safhaya çıktığını görüyoruz. İnşaat etrafında dönen bir finans sektörü var. Tabiki buna hükümetin kurduğu rant ekonomisi yol açıyor ve reel sektörün, teknoloji üretenlerin bulabileceği finans kaynakları kurutulmuş oluyor. Ar-Ge teşvikleri ise yandaş firmaların vergi kaçırma araçlarından sadece biri. Herkes Ar-Ge olarak gözüken rakamın yüzde 10’unun bile amacına uygun kullanılmadığını biliyor. Türkiye kendi kaynakları ile değil, borçlanarak büyüyor. Anlaşılan uluslararası finans çevrelerinde güvenilirliğini her geçen gün kaybediyor ki borçlanmanın yapısı bozuluyor. Borçlanma vaadesinin uzaması ile gurur duyduğumuz günler geride kaldı maalesef. Kısa vadeli dış borçlar 138,7 Milyar Dolara ulaştı. Hiçbir ekonomi teknoloji geliştirme gibi uzun vadeli yatırımları kısa vadeli dış finansman ile karşılayamaz. Bu açıdan da ekonominin yapısının bozulduğunu; giderek azalan ve finansal maliyetleri artan kaynakların teknoloji-yoğun olmayan ve ekonomiye sağladığı katkı meçhul sektörlerde buharlaştığını görüyoruz.
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere ekonomi yönetimi, her türlü vizyonu uygulamaya koymaktan o derece yoksun ki “vizyoner proje” diye etiketleyip sattığımız şeyler içler acısı bir halin resmi. Devrim arabasının prototipinin üretildiği günlerde otomotiv bir ülkenin kalkınmasındaki lokomotif sektörlerden biri olabilirdi, ama bugün olamaz. Ford Motor bir asrı aşkın ömrü ile 15 yaşındaki Google’ın piyasa değerinin ancak %16-17’sine ulaşabiliyorken otomotivin uzun boylu bir lokomotif olamayacağını anlamak gerekiyor.
Mimar Sinan’ın estetik açıdan eşsiz eserlerini aynı zamanda devrin en ileri mühendislik bilgisi/teknolojisi ile vücuda getirdiği dönemde inşaat sektörü lokomotif olabilirdi, ama bugün değil. Geçmişin suretini değil ruhunu hayata geçirmemiz gerekiyor. Bugünlerde türeyen Osmanlıcılık ise geçmişin suretini taklit eden az gelişmiş bir maymun zekası taşıyor. Osmanlı’yı büyük yapanın kendi devrinin ilerisinde gitmek olduğunu unutuyor ve devrin gerisine düşüp, cami yaparak ecdada öykünmeye çalışıyoruz. Ecdadın ruhu duyuyorsa bu hamakati, mezarlarında kırk sefer ters döndürdük demektir onları.
Şu an Türkiye’yi yönetenler sadece ahlaken değil, aklen de tükenmiş durumdalar. 160 ülkede açılmış olan ve teknoloji-yoğun bir eğitim programı ile Türkiye ve Türk sevgisini harmanlamış okulları kapatmak için kendilerini, Cumhurbaşkanı önderliğinde, dünya kamuoyunda rezil ediyorlar. Tabiki herşey içiçe; bu durumda bir ülke ancak pahalı ve kısa vadeli dış kaynak bulabiliyor ve uzun vadeli teknoloji yatırımları için gereken vasatı ve projeleri üretemiyor. Beyin göçü alması gerekirken, istihdam edemediği dahilerini yurtdışına gitmeye mecbur bırakıyor ve beyin göçü ile en değerli hazinesini de kaybediyor.
Salim İsmail ve Tayyip Erdoğan
Türkiye tüm zirve boyunca sadece bir kere mevzu edildi. Bir ara bahsi geçen şirketlerin ve konuşmacıların kökeni ile ilgili bir liste tutmak istediysem de sonradan vazgeçtim. Yaklaşık olarak 25-30 ülke ile ilgili girişimlerden bahsedildiğini tahmin ediyorum. Bunların arasında teknoloji-yoğun yatırımları desteksiz bırakıp inşaat ve hizmet sektörü ile büyümeye çalışan Türkiye yoktu tabiki.
Türkiye gündeme bambaşka bir şekilde geldi. Singülariteryenler karşı kutup olarak kendilerine zayıf rakipler seçip, bulamadıkları durumda da bu rakipleri tanımlayıp tipleştirerek amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bu sefer, dünyadan haberi olmayan ve gelişmelere göre strateji üretmek yerine onlardan korkan bir tipleme üretmek zorunda kalmadılar, çünkü gerçek hayattan biri; Tayyip Erdoğan, bu zayıf ve mağlup edilmesi kolay, kırık portreyi verdi onlara. Sahnede devasa bir projektörle yansıtılmış Tayyip Erdoğan resmi belirdi Salim İsmail’in sunumunda. Biz tam “Ne oluyoruz?!” demeye kalmadan fotoğrafın altında Zat’tan alıntılanan “Sosyal medya denilen şey toplumların baş belasıdır.” sözü okununca, salonda insiyaki ve eş zamanlı bir kahkaha patlaması yaşandı. Demek ki düşman güldürmek böyle oluyordu. Singularity Sunumu’na malzeme vermek/olmak keşke Tayyip Erdoğan’ın işi olmasaydı. Keşke değişimi anlamayıp da şüphelerin ağında çağın dışına düşen bir örneği, Salim İsmail başka bir kaynaktan bulmak zorunda kalsaydı, ama maalesef “21.Yüzyıl’ın Lideri !!??” verdi bu portreyi.
NOT: Yukarıda gördüğünüz yazının planlanandan uzun olması dolayısıyla Brad Templeton ile ilgili bahsimizi başka bir yazıya erteliyoruz.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017