Teknoloji Canavar mı?
Misafir Yazarlar, 9 Şubat 2015ALİ MUSA ARSLAN – Bir önceki yazıda (Teknoloji ve Toplum Mühendisliği) belirtildiği gibi teknoloji toplumları pek çok açıdan etkilemiştir. Çoğu toplumda gelişmiş ekonomilerin oluşmasına yardımcı olmuştur. Teknolojinin çeşitli uygulamaları toplumun değerlerini etkilemekte ve yeni teknoloji genellikle yeni etik sorular doğurmaktadır. Mesela insanın üreticiliğinde verimlilik kavramının doğması, aslında bu kavram yalnızca makineler için kullanılmaktadır; bir başka örnek olarak geleneksel değerlerle boy ölçüşmesi.
Günümüzde ve gelecekte teknolojinin kullanımının insan durumunu iyileştirdiği mi yoksa kötüleştirdiği mi hakkında felsefi tartışmalar yapılmaktadır. Bazı görüşler doğaya zarar verdiği ve insanı yabancılaştırdığı için teknolojiyi eleştirirken, karşıt görüşler gelişen teknolojinin toplum ve insan durumu için faydalı olduğunu savunuyorlar.
Teknolojiler yalnızca bilimin ürünü değildirler çünkü kullanışlılık, güvenlik, yararlılık gereksinimlerini karşılamalılar. Teknoloji genelde bilim ve mühendisliğin sonucu olarak ortaya çıkar. Son zaman insanlık tarihinde sanayi devrimi büyük bir teknolojik değişimin başlangıcıdır. Amerikalı akademisyen Jeremy Rifkin’e göre sanayi devriminin gerçekleşebilmesi için yeni bir iletişim aracı ortaya çıkmalı ve bu yeni bir enerji kaynağıyla birleşmeli; buna göre ilk sanayi devrimi matbaa ve kömürün birleşimiyle ikincisi ise elektronik iletişim araçları ile petrolün birleşmesiyle gerçekleşmiştir. Kendisi yeni bir sanayi devriminin arefesinde olduğumuzu söylüyor, bu ise ayrı bir konu teşkil edeceği için burada girmeyeceğiz.
Jacques Ellul Teknoloji Toplumu adlı kitabında modern dünyamızda hiç bir sosyal, insani veya manevi gerçeğin teknik gerçeği kadar önemli olmadığını savunmakta. Ellul’e göre Bugün için tekniğin endüstriyel hayatın dışında uygulandığını vurgulamakta yarar var. Tekniğin gücünün bugünkü yükselişinin makinenin artan kullanımıyla bir ilgisi yok. Makine tekniğin sadece küçük bir parçasını temsil etmektedir. Teknik, artık insanın sadece üretken faaliyetini değil tüm faaliyetlerini ele geçirmiştir. Lewis Mumford bu konuya şöyle yorum getirmiştir: “Makine antisosyaldir. İlerlemeci karakteri nedeniyle, insani sömürünün en keskin biçimlerine yönelir.” Ellul tekniğin işlevinin makinenin topluma entegrasyonunu sağlamak olduğunu söyler. Teknik makinenin ihtiyacı olan Dünya tipini kurar, ahenksiz makine gürültüsünün yıkıntılara sebep olduğu yerlere düzen getirir.
Peki teknolojiye bakışımız nasıl olmalı? Geçmiş bir hikayeye bakmak teknoloji toplumuyla ilgili tedbirli bir şekilde nasıl düşünmemiz gerektiği hakkında yol gösterici olabilecektir.
Platon’un Phaedrus’unda Mısır kralı Thamus ile ilgili bir hiakye bulacaksınız. Bizim gibi, Thoreau’nun ifadesiyle aletlerimizin aletleri olmaya meyilli insanlar için bazı efsaneler pek çok şeyden daha yararlı olacaktır. Hikaye, Sokrates’in arkadaşı Phaedrus’a hikayeyi anlatmasıyla birlikte, şu şekilde gelişir;
Theuth sayıyı, hesabı, geometriyi ve astronomiyi, yazıyı ilk bulan bu tanrıdır. Aynı çağlarda bütün Mısır’a Thamus hakimdi. Theuth bir gün Thamus’un yanına gitti, bulduğu sanatları ona gösterdi ve bunları bütün Mısırlılara tanıtmak gerektiğini söyledi. Sıra yazıya gelince Theuth: “Ey kral, dedi, işte bir bilgi ki bunun sayesinde Mısırlılar daha bilgili ve geçmişi hatırlamaya daha yetkili olacaklar. Bilginin de, hafızanın da ilâcını keşfettim.” Kral cevap verdi: “Ey marifetli Theuth, bu dünyada kiminin elinden sanatlar gelir, kiminin elinden bu sanatın onu kullanacaklara fayda mı, zarar mı getireceğini kestirmek. Harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısıyla, verecekleri neticenin tam aksi bir neticeyi onlardan bekliyorsun. Harfleri öğrenenler artık hafızalarını çalıştırmayacakları için unutkan olacaklar. İşte yazma öğrenmenin sonu. Yazıya güvendikleri için etrafındaki şeyleri, içeriden ve kendi kendilerine hatırlayacakları yerde dışardan, kargacık-burgacık izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar. O halde sen hafıza için değil, hatırlama için bir ilâç bulmuşsun. Öğrenme işine gelince, sen öğrencilerine ancak gerçeğe benzer şeyleri öğretirsin, gerçeğin kendisini değil. Bu öğrenciler, senin harflerin sayesinde, öğretmensiz olarak, gırtlaklarına kadar bilgiye gömüldüler mi, çoğu zaman hiçbir şeyi doğru-dürüst düşünemedikleri halde kendilerini bilgin sanacaklar. Sonra gerçekten bilgili adam değil de bilgin bozuntusu oldukları için, çekilmez bir hale geleceklerdir.”
Postman Technopoly adlı kitabına bu hikayeyle başlamaktadır. Postman’a göre Thamus’un yargısında bir hata vardı. Bu hata yazmanın hafızaya zarar vereceği ve yalancı bilgelik ortaya çıkaracağı değildi. Yazının toplum için sıkıntıdan başka bir şey olmayacağı inancı yanlıştı. Bütün bilgeliğine rağmen yazmanın yararlarını tasavvur edememişti. Buradan herhangi bir teknolojik yeniliğin tek taraflı etkisi olacağını düşünmenin hata olacağını öğrenebiliriz. Her teknoloji hem sıkıntıdır hem de nimettir. Bununla beraber etrafımız yeni teknolojilerin yalnızca yaptıklarını gören bunların ger dönüşlerini hayal edemeyen ateşli Theuth’larla sarılmış durumda. Diğer tarafta da yalnızca teknolojilerinin sıkıntılarından konuşandan ve yeni teknolojilerin mümkün kıldığı fırsatlar konusunda Thamus gibi sessiz kalan bir kesim var. Postman kendini bu ikinci kesimde görüyor. Teknolojinin verdikleri ve aldıkları arasında gerçekleşen bir pazarlık söz konusu. Ancak bir kişi hata yapacaksa, Thamus gibi şüphecilik tarafında olması daha mantıklı bir hata olacaktır. Fakat bu her halükarda bir hata olacaktır. Thamus yazmanın yararları ve zararları kullanımına bakan etkisiz bir teknoloji olmadığını doğru kabul ediyor. Thamus’a göre herhangi bir teknolojini kullanımı geniş ölçüde onun yapısıyla belirleniyor. Yani işlevleri biçimini takip ediyor. Teknoloji bir kere kabul edildi mi kartlar teknolojinin elinde olacak; ne yapmak için tasarlandıysa onu gerçekleştirecek. Yeni teknolojilerin yararları ve zararları eşit dağılmaz.
Postman teknolojinin kelimeler üzerindeki etkisine de dikkat çekiyor. Ona göre köklü teknolojiler eski terimlere yeni anlamlar yüklüyorlar, bu süreç biz onun hiç farkında olmadan ilerliyor. Yeni şeyler yeni kelimeye ihtiyaç duyarlar. Fakat yeni şeyler aynı zamanda eski derin manaları olan sözcükleri değiştirirler. Eski sözcükler hala aynı görünürler, aynı tarz cümlelerde kullanılırlar. Ancak artık aynı manayı ifade etmezler; hatta bazı durumlarda karşıt anlam kazanmış olurlar. “Bilgelik”, “Hafıza”, “Özgürlük”, “hakikat”, “zeka”, “tarih” gibi kavramları yeniden tanımlar.
Teknolojinin neyin gerçek olduğuna dair yeni anlayışlar ortaya çıkardığı ve bu süreçte nasıl eski anlayışları yok ettiğine örnek olarak öğrencilerin ödevlerini puanlamayı verebiliriz. Öğrencileri puanlandırmak ilk olarak 1792de Cambridge’de William Farish adlı bir hoca tarafından ortaya atılmıştır. Bu hocayı tanıyanların sayısı nerdeyse iki elin parmaklarını geçmez fakat insan düşüncesine sayısal bir değer verilmesi fikri gerçekliğin matematiksel anlayışının inşasında çok büyük bir adımdı. Eğer bir fikir sayısal olarak değerlendirilebiliyorsa sevgi, nefret, güzellik, zeka, şefkat sayısal değerlendirmeye tabi tutulabilirdi. Postman’a göre Galileo matematik doğanın dilidir derken insan duygularını, başarılarını, kavrayışını buna dahil etmemiştir. Fakat çoğumuz bu dahil etmeyi yapmaya eğilimliyiz. Psikologlarımız, sosyologlarımız, öğretmenlerimiz sayısız çalışmayı nerdeyse imkansız bulurlar. Ancak mesela bir ödeve 80 ya da 50 verilmesi Galileo ya da Shakespeare’e saçma sapan gelecektir. Eğer bu bizim için bir şey ifade ediyorsa, zihinlerimiz sayıların teknolojisine şartlı olduğu, dünyayı onlardan farklı gördüğümüz içindir.
Bir başka örnek olarak televizyonun okul öğretmenlerinin varlığına kademeli bir son getirmesini verebiliriz. Okul bir basılı yayın icadı olduğu için basılı sözün ne kadar öneme sahip olduğuna bakılarak devam edeceği ya da kaybolacağı söylenebilir.
Bilgisayar teknolojilerinin insan toplulukları için avantaj olduğu söyleniyor fakat ne kapsamda? Manavlar için mi, dişçiler için mi, öğretmenler için mi, tamirciler için mi, marangozlar için mi ya da hayatına bilgisayar sızan diğer insanlar için mi? Artık bu kişilerin özel bilgileri güçlü kurumların daha rahat ulaşabileceği yerlerde. Artık daha rahat takip edilebilir ve yönlendirilebilir durumdalar; daha çok incelemeye tabiler ve maalesef sırf rakamsal nesnelere indirilmiş durumdalar.
Tabi bu teknolojileri sunarken insanlara daha verimli şekilde yaşamalarına yardımcı olacak diye sunuyorlar fakat tedbirlice kimin bakış açısına göre verimli olduğunu, bunun bedelinin ne olduğunu söylemekten kaçınıyorlar. Jaron Lanier de Gelecek Kimin (who owns the future) adlı kitabında bu konuya bir yönüyle değiniyor. Ayrıca Ücretsiz İçerik ve Bedeli yazısında bu konu tafsilatlı şekilde ele alınmıştı. Kısaca değinecek olursak, insanların sosyal medyayı kullanma karşılığında onu güçlendirdiklerini belirtiyor. Yani koydukları her şeyle o siteyi güçlendirip adeta bir çalışanı olmalarına rağmen hiç bir şekilde ücret almıyorlar. Eğer onlar o içeriği sağlamasalar o sitenin o kadar kuvvetlenmesine de imkan olmayacak. Site ise bu çalıştırmayı enaniyet tatminiyle(ego boost) gerçekleştiriyor. Yani insanlar karın doyurmayan “beğen”ilerin tatminiyle günlerinin bir kısmını sosyal medyada işçi olarak geçiriyorlar.
Sonuç olarak teknolojik değişim ne ekleyicidir ne de çıkarıcı, ekolojiktir. Yani bir anlamlı değişiklik genel değişikliği meydana getirir. Eski teknoloji yenisinin saldırısına uğradığı zaman, kurumlar tehdit edilmiş olur. Kurumlar tehdit edilince kültür kendini krizde bulur. Ayrıca yeni teknolojiler ilgi alanlarımızın yapısını, hakkında düşündüğümüz şeyleri de değiştirmekte. Sembollerimizin niteliklerini, birlikte düşündüğümüz şeyleri, toplumun yapısını, düşüncelerimizin geliştiği alanı değiştirmekte.
Postman sitemizdeki röportajlarında (1. Bölüm, 2. Bölüm, 3. Bölüm) teknolojiyi mutlak kötü bir şey olarak ele almak çok yanlış olacağından fakat getirdikleri olduğu gibi götürülerini de dikkate almak gerektiğinden bahsetmekte ve şöyle devam etmekte: Rousseau şunu sorar: teknolojik yenileşme bilim sayılır mı, artı bu bizim ahlakımıza katkı mı sağlar yozlaştırır mı? Vardığı sonuç bilimin eşyanın nasıl çalıştığını bize söyleyebilmesine rağmen nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyemediğidir. Aslında yaptığımız büyük hata teknolojik ve bilimsel yenileşmenin insani ilerleme ile aynı olduğunu varsaymamızdır. Yeni teknolojilere ulaşmak için her şeyi göze alarak çalışıyoruz. Ama sorsak kendisi başka yeni sorunları beraberinde getirecek mi acaba? Bütün bu teknolojiler şeytanla pazarlık gibi. Size bir faydada bulunurlar ama pek çok şeyi de sizin elinizden alırlar. Bizler teknolojinin yalnızca neler verebileceği ile ilgileniyoruz ve neler götüreceğini pek tartışmıyoruz. Postman’ın örnek verdiği gibi antibiyotikleri ele alalım. Eğer antibiyotik kullanımına daha önceden olmayan yeni bir sorun çıkaracağının farkında olmadan devam ederseniz, ben sizin adım adım bir felakete doğru ilerleyeceğinizi düşünüyorum.
Teknolojinin ilk adımlarının atıldığı yüzyılda pek çok düşünür tarafından bunların artıları eksileri tartışılırken günümüzde olsun da nasıl olursa olsun mantığıyla at gözlükleriyle ilerlemeye çalışmaktayız. Hiç kimse bunların etkileri hakkında kafa yormamakta kafa yoranlar yobazlar büyük resmi göremiyorsunuz diye itham edilmekte; aslında bu da günümüz biliminin ortaçağ kilisesinin yerine oturtulduğunun göstergesidir. O dönemde kiliseye karşı çıkanlar engizisyonlarda yargılanıp idam edilirken, günümüzde bilimin ileri sürdüklerinin aksine açıklama yapanların kariyerleri sona erdirilmekte, söz söyleme imkanları elinden alınmaktadır, idam cezası modern şekliyle devam etmektedir.
Cybathlon gibi organizasyonlarla ellerini ayaklarını kaybetmiş insanlara tekrar böyle imkanlar sağlamakta şüphesiz kötü bir yan yok ve buna karşı olmak yanlış olacaktır. Yaşanan gelişmelere katı şekilde karşı çıkmak, teknolojinin ortaya attığı her şeyi insanlığı kaosa götürüyor gibi görmek katolik kilisesinin tutumundan farksız olacaktır; bizim ise aksine bu gelişmeleri yakından takip edip onları Muhammedi ruhla telif etmemiz gerekmektedir. Zira muhammedi ruha sahip olmayan bir şeyin şeytana hizmet edeceği açıktır. Kuran bize peygamber mucizelerini anlatarak bir yönüyle teknolojinin sınırlarını çizmekle birlikte hedefler de koymuştur. bu hedeflerden geri durmak üzerimize düşeni yapmamak olacaktır.
Yardımcı cihaz sayesinde sağır çocuğun ilk kez duyması:
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017