Yalancı Kıyamet

, 2 Mayıs 2015

Bilinç kabaca kişinin kendisine ve çevresine farkındalık halidir. İngilizceye (consciouness ) latinceden (con- “birlikte” and scio “bilmek”), latinceye de büyük ihtimalle yunancadan (syneidos- bilmek) geçmiş. Osmanlıcadaki karşılığı ise şuur. Etimolojik olarak tıpkı yunancadaki gibi bilmek-anlamak manasına gelen şaara mastarından türetilmiş. Günümüzdeki kullanımını ilk olarak empirizmin kurucularından John Lock’un 1690’da yayınlanan “Essay Concerning Human Understanding” kitabında görüyoruz. Locke’a göre insan bomboş bir zihinle doğar ve hayatında karşısına çıkan deneyimler-tecrübeler bilgiyi oluşturur. Deney ve gözlemlerin ortaya çıkardığı izlenimlerle zihin zaman içinde dolar. Daha önceden mevcut olan kavramlar ve ilkeler ise başka insanların doğru ve geçerli sayılmış deneylerinden kaynaklanmaktadır. Locke’un ateizme ciddi tenkitleri olmasına rağmen bilinci oluşturan temel dinamiği tecrübi neticelere bağlaması bir müminin belirli yönleriyle karşı çıkacağı bir önerme olabilir ancak bilincin farkındalık ile aynı mana kökünü paylaşması fikri insanlara bilinç kıyameti yaşatmaya niyetli Singularity’ciler ve öncesinde halefleri tarafından çoktan satın alındı. Yazımızın ana fikrini 2 aşamalı olduğunu düşündüğümüz bilinç kıyametini yaşatma planı oluşturuyor.

İlk aşamada bilgiyi kirletip öz farkındalılığı bulandırarak başladılar ve önemli ölçüde başarılı oldular. Etik değerler artık sorgulanmaz oldu. Toplumda çirkinlik, ahlaksızlık, kötülük sıradanlık kazandı. Aile hayatının magazin figürleriyle özümsendiği, 140 karakterde fikir beyan edilen, okumaktan imtina edilen, uzun bir şey izlemekten bile aciz olmanın yanında dışsal çevresinde ağaç göremeyen, kuş cıvıltısı duymayan, mimari estetikten yoksun, hayvanların barınaklara hapsedildiği şehirler kurgulandı.

Allah’a giden yolların kainatın zerreleri adedince olması gibi veri de bilginin zerresidir ve doğru okunursa insanın seyru sülukunda önemli mesafe katetmesine yardımcı olur. Bilginin hakikatı insanı marifetullah ufkuna çıkarabilmesiyle doğru orantılıdır. Allah’a götürmeyen her bilgi Allah’ın sıfatlarını, isimlerini, tecellilerini gizler, yetmiş bin perdeyi de perdeler ve insana dünya hayatı itibariyle hipermetropi, ahirete bakan yönü ile miyopi yaşatır. Bir biyolog ağacın gündüzleri oksijen geceleri karbondioksit vermesi veya  toprağı su ve mineral yönünden dengelemesi karşısında Allah’ın Hakim ismini müşahade edebilir. Aynı ağaç rızkını odun satarak kazanan bir oduncuya Allah’ın Rezzak ismini müşahede ettirir. Misal bu ağaç ıhlamur ağacı ise bir hekim Şafi ismini müşahede eder. Bu nazarla bakan bir insan için Yaradan bütün kusurlardan münezzehtir ve ağacı isimlerinin yansıması olarak mükemmel yaratmıştır.

Ağacın hakikatini örtmek ise ağacın verilerini sadece akıl gözüyle yorumlamakla olur. Mesela  4.000 metrekarelik ağaçlık alan, bir yılda 18 kişiye yetecek kadar oksijen üretir. O zaman Türkiye ölçeğinde 72 milyon insan için 1,6 milyon hektar orman yeterlidir. Türkiye’de 2012 itibariyle toplam ormanlık alan 21,6 milyon hektar olduğuna göre ihtiyacımızın 14 katı oksijen üretiliyor. Bunların hepsi veridir ve bu veriler misal gayrimenkul sektörü istatistikleriyle manalandırılınca ortaya “ihtiyacımızdan fazla ağaçları kesip bina yapmalıyız” bilgisi çıkar.

betonpark_penguen

Bir süredir şeytanilerin İstanbul üzerine yaptıkları planlardan haberdarız. Hz. İstanbul’a düşmanlıklarını adını aldığı şehire kusuyorlar. Kaderin cilvesine bakın ki dünyayı saran bu piskolojik bu travmanın en fazla zarar gören ve çoğunluğu itibariyle farkında olmayan bizim insanımız. Dışsal faktörler açısından ne AB ne de ABD bizim kadar piskolojik savaşa maruz kalıyor. Bir süredir gündemde olan İstanbul’un siluetinin bozulması insanların kafasındaki camilerle süslü şehir manzarasının silinip yerine gökdelenlerin şehri kuşattığı kazuletin ortaya çıkması bilinç kıyametinin önemli bir parçasını oluşturuyor. İstanbul’u İstanbul yapan görüntü yavaş yavaş hafızalardan siliniyor ve rant ekonomisine dayalı finans piyasasının şehri haline geliyor. Bu arada İslam’ın zahiri başkentine yapılanlara zemin hazırlayanlar hak ile bâtının mücadelesinde nerede durduklarını cümle aleme ilan etmiş oluyorlar.

Veri Bilimi

Temelde internet penetrasyonu ve teknolojilerinin artmasıyla big data kavramı ortaya çıktı ve bunun yorumlanması veri biliminin ana gövdesini oluşturuyor. Daha önceleri işe yaramadığı için çöp olarak adlandırılan veriler artık şirketlerin ciddi bir varlığı haline geldi. Artık veri üreten herşey veri biliminin potansiyel müşterisine dönüştü.  İnsan ise bu alışverişte tamamen edilgen konumda. Sanırım çok örneklendirmeye gerek yok, herkesin tahmin edebileceği bir konu. Dileyen meramımızı özetleyen şu linke bakabilir. İnternette yaptığımız aramalardan sosyal medya kullanımına, kredi kartı harcamalarımıza kadar insana ait her veri depolanıyor, raporlanıyor ve talep eğrisine dönüştürülüyor. İnsanoğlu doyumsuz, ihtiyaçları sınırsız olduğu için tüketim havucu sürekli önünde, her zevki dünyada elde etmeye çalışan bireyler ortaya çıkıyor. Bu döngünün en büyük katalizörü ise hız. Veri bilimi de aslında tam olarak bu noktada devreye giriyor. Pazar araştırmacılarının yetişemeyeceği gelişmiş algoritmalar sayesinde elde edilen öncü verileri kullanarak daha talep doğmadan karşımıza çıkan ürünleri alma ihtiyacı duyuyoruz. Tüketme hırsı ve hız bir araya geldiğinde servis edilen herşeyi sorgusuz sualsiz yutan insan maneviyatsızlığın da etkisiyle bir süre sonra adeta çatlıyor. İhtiyaç farkındalığının yani bilincin ortadan kalktığı bu kısır tüketim döngüsü bilinç kıyametinin bir parçası değildir diyebilmek mümkün mü?

Dolaylı yoldan veri bilimiyle alakalı olarak bilinç kıyametinin diğer bir yönü zihinleri bilgi tutamaz hale getirip insanlığa tam bir cehalet yaşatmak. Yaygın görüşe göre bilginin hızlı erişilebilir olması akılda tutulmasını anlamsız hale getiriyor. Dijital devrimin belki de insan üzerindeki en önemli yansımalarından biri sabit veya bulut disklerde saklanan/yüklenen (upload) bilgiyi derinleşmeden, özümsemeden anlık ihtiyaca göre indirmek (download). Öğrendikleri “gırtlaklarından geçmeyen” bazı dijital ahmak ıslatan yağmuru ehlinin indirmek yerine haftada belirli vakit sallamayı kullandığı da oluyor. Şimdiki gibi görsel öğelerle zihinler malayaniyat bombardımana tutulmadığı yıllarda insan çok daha fazla bilgiyi aklında tutabiliyordu. Yakın zamanda bile sözlük ezberleyenler, birkaç ciltlik kitapları hıfzında tutanlar bugüne nazaran oldukça fazlaydı. Farklı zamanlarda insanlığa rönesanslar yaşatan, (çok bilinenin aksine) analitik düşünceden farklı olan riyazi düşünce kütüphanelerle vücud bulmuştu. Çöp bilgi trafiğinden bağımsız olan ve kalitede seçicilik kazandıran kitap, ipleri başkalarının tuttuğu bu fasit dairenin dışına çıkabilmenin en iyi yolu. Dijital cehaletin aktörleri de bu manada farklı bir şey söylemiyor. Maalesef Türkiye bu alanda da dünyada önemli atılımlar(!) yapmayı denedi. Kitapla bağı koparılmış, kalem tutmayı beceremeyen bir nesil yetiştirme projesinin prototipi olan Fatih Projesi’den şu an için vazgeçilmiş görünüyor. Aslında istatistiklere bakarak gönüllü olarak vazgeçtiklerini de söyleyebiliriz çünkü günün sonunda maalesef hayatımızda pek de bir şey değişmeyecekti.

Bilgiye ulaşma kolaylığının sağladığı faydaları tartışmak elbette abesle iştigal ancak kitapsız Google alimlerinin türediği çağımızda fikir sancısı çekmemiz hiç de tesadüf değil. Basit bir yazıyı bile yazmakta zorlanan şahsımı da farklı bir yere koymuyorum. Hakiki manada hiçbir konuda uzmanlaşmayan, ilim talebi olmayanların literatüre katkıları pop kültürün ruhuna uygun şekilde geçici ve hızlı tüketim ürünü olmaktan öteye gidemiyor. Bireylerden elde edilen büyük verinin bilgiye, bilginin de tarihte hiç olmadığı kadar sübjektif ihtiyaçlara yönelik çözüm havuzuna dönüşüyor olması gerekirken, gerçek manada insanın maddi-manevi hiçbir derdine deva bulunamaması oldukça ironik bir durum. Teoride bilgi patlaması yaşayan ancak pratikte ilimsizliğiyle varoluş hakikatinden uzaklaşan insan bir manada bilinç kıyameti yaşamış olmuyor mu?

İlk aşamada bahsettiklerimiz bilinç kıyameti planlarında yaşanmış/yaşanmakta olan evreyi kapsıyor. İkinci aşamada ise bilinç kıyametini gerçekleştirmek için kontrol edilmesi gereken iki kritik alan var.

Ölümsüzlük ve Uzayda Kolonizasyon

Uzayda kolonizasyonun bilinç kıyametine etkisi oldukça fütüristik ama ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Dünyayı yaşanmaz hale getirmeye çalışanlarla kolonizasyon planları yapanlar aynı niyetle yaklaştıkları sürece sonucun ne olacağını kestirebilmek zor değil. Bozulan İstanbul siluetiyle çirkinin güzelliğe tahakküm ettirilmesinin çok ötesinde daha baştan farklı gezegenlerde kurulmak istenen habitatın insan ruhuna hitap eden mimariden uzak olma ihtimali var. Bu ihtimali kuvvetlerinden en büyük argüman uzay projelerinin insanlığa ölümsüzlük tepsisinde sunulması. Düğmeyi baştan yanlış iliklemek diyebileceğimiz şekilde biyolojik olarak ölümsüzlük gerçekleştirilse bile astronomik varoluşsal risk gibi nedenlerden kaynaklanan farklı gezegenler bulma arzusu Singularity akımının uzay projelerine yaklaşımında esas teşkil ediyor.

Gerçek kıyametten kaçmanın mümkün olup olmadığı inançsızların veya inancı zayıf olanların cevaplandırabileceği bir soru değil. Ancak kendi düşünce sistematikleri içinde varoluşun nirvanasına uzayın ücra köşelerinde sonsuza kadar yaşayarak ulaşılabileceğine kitleleri nasıl inandıracakları benim de cevabını aradığım bir soru. Maneviyatın zayıf olduğu ülkelerde refah seviyesi doğrudan belirleyici etken olmaksızın yaşanan ağır piskolojik travmalar yüksek oranda intiharla sonuçlanıyor. “İçinden çıkılmaz bunalımlardayım o halde daha uzun yaşamayalım” tarzı bir vaka tarihte görülmüş müdür bilemiyorum. Sanırım kendileri için de net bir cevabı olmadığı için teorilerini evrenin uyanmasına bağlıyorlar ve kendi içinde din sosu bulandırılmış, mitolojik yönü de olan manevi bir öğretiyle dönüşüyor. Paradoksal biçimde bir nevi dinsizliğe maneviyat katma.. Özellikle doğu mistisizminin ifrata kaçan inanç reflekslerine doğrudan hitap etmesi kitleleri peşlerinden sürükleme potansiyellerinin olduğunu gösteriyor.

Bilinç kıyametini iyi bilgilerin silinip yerine şer bilgilerin yükleneceği bilgisayarvari bir forma sığdırmak bugün yapılan adımları gözden kaçırmak olur. Bilinç kıyameti şu an yaşanıyor ve karşı duruş gösterilmezse insanlığın başına daha çok çorap örecek. İşin bizcesini ortaya koymak yeni dünya dinamiklerini anlamaktan geçiyor. Anla(ya)mayanlar zamanın sahibi olma misyonunu ikame etmek yerine konjonktürün, modanın, alışkanlıkların, fasit dairenin, hadis-i şerifin ifadesiyle “kertenkele deliklerine girmenin” heveslisi olmaya mahkum kalacaklar.

 

“Yalancı Kıyamet” yazısına bir yanıt var

  1. berk demiş ki: ( 2 Mayıs, 2015, 16:50)

    ufuklara bakan ve hem zamanını hem de daha ilerideki sıkıntıları görme çabasındaki bu dertli ve şefkatli bakışı ve sahibini tebrik ediyorum. mehmet aydemir daha sık yazmalı. fakat bir hayli yazım hatası olduğunu da ifade etmeliyim. büyük “i” harfleri yok ve diğer noktalı harfler bir garip. yine de tebrik ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.