Yeni

, 27 Mayıs 2015

Peter Thiel Zero to One (Sıfırdan Bire) adlı eserinde mevcut ve rekabetçi bir pazara bilindik bir iş modeliyle girmek (1’den n’e) yerine yepyeni bir pazar oluşturmayı (0’dan 1’e) tavsiye ediyor. Thiel’a göre ancak yepyeni bir pazar oluşturarak rakipsiz ve tekel olmak ve böylece anlamlı kârlar etmek mümkün olabilir. Thiel yenilikle teknolojiyi kastediyor. Buna göre teknolojik bir sıçrama sayılabilecek faydalı bir ürün icat ederseniz dünyaya yeni bir değer katmış olursunuz ve müsbet anlamda bir tekel sahibi de olursunuz. Tekel olunca da rekabetin yıkıcılığından uzakta yüksek kârın keyfini sürebilirsiniz.

crows-nest

Thiel’ın iş yaşamı için yaptığı bu tavsiyeden fikir mücadelesinde de yararlanmak mümkün olabilir. Sürekli karşı cephenin fikirlerine cevap yetiştirmekle meşgul olan taraf için kavgayı kazanmak imkansız gibidir. Sürekli reaksiyoner, savunmacı pozisyonda kalan baştan kaybetmiştir denebilir.

“Eski hâl muhâl, ya yeni hâl veya izmihlâl.” [1]
-Bediüzzaman Said Nursi

Örneğin halk kitlelerini etkilemek reaksiyondan ziyade aksiyonla mümkün olur. Halk sürekli dırdır ediyor, iş yapan insanların önünü tıkıyor, üretmeden eleştiriyor pozisyonunda kalan tarafa meyletmemesiyle meşhur. Gerçek ne olursa olsun görüntüde bu pozisyonda olursanız halk nezdinde kaybetmeye de mahkum olursunuz.

Halk nezdinde kaybetmek neden önemli olsun? Aslında kitlelerin görüşüne pek kıymet vermeye gerek yok (sonuçta “insanların çoğu bilmez”)[2] ama eğer insanlık için bir projeniz varsa, hayata geçirebilmek için bir noktada bu projeyi insanlara kabul ettirmeniz gerekir. Veya kitleler halinde yanlışa koşan insanları oradan geri çevirmeye çalışmak isteyebilirsiniz. Gelecekte ne olacağını Allah bilir ama görüldüğü kadarıyla içinde bulunduğumuz zaman medeniyet zamanı olduğundan bu insanları ikna da ancak sözle, söylemle, fikir mücadelesiyle olacaktır. Dolayısıyla halkın görüşünün hakikatte pek bir kıymeti olmasa da halkın yönlendirilmesi ve hak olan projelere ikna edilmesi işi kıymetli.

Halkın gözündeki konumumuzdan daha önemlisi reaksiyoner tavrın kendi orijinal fikirlerimizi üretmemize de engel olması. Başkalarının kurduğu bir oyunda savunma pozisyonuna sıkışmış şekilde üretken bir tavır sergilemek zordur. Mücadelenizin sınırlarını neredeyse vereceğiniz cevaplara, kullanacağınız karşı argümanlara kadar karşı taraf belirlerse mücadeleniz gülünç bir çabadan başka kıymet taşımaz. Halbuki bu sınırlar içinde düşünmek mecburiyetinde değiliz. Ortaya konan her saçma ve batıl fikre karşı argüman üretmek zorunda da değiliz. Hatta bu fikirleri dikkate bile almayabiliriz, tabii ki eğer sözü biz söyleyebilirsek, gündemi biz oluşturabilirsek. O zaman karşı argüman üretme işini başkalarına bırakabiliriz. Hayal bile edemeyecekleri mücadele cepheleri açabiliriz. Hamle üstüne hamleyi biz yapabiliriz. Onların karşı argümanlarını da onlardan önce biz üretip biz çürütebiliriz. Önümüze attıkları lise münazarası tadındaki konuları tartışmayı, tartışarak hakikatlerin tartışılabilir, göreceli şeyler oldukları fikrini yaymayı bırakabiliriz. Kendi ajandamızı oluşturabiliriz. Kendi projelerimiz üzerine kafa yorabiliriz. Yeniyi biz üretebiliriz. Yeni bir teknoloji ile kendilerine tekel alanları açan şirketler gibi biz de yeni sözlerle kendi söylem tekellerimizi oluşturabiliriz. Daha önce keşfedilmemiş o söylem topraklarına hazırlığını yapmış ve teçhizatlı şekilde ilk kez giren ve yerleşen biz olabiliriz ve o zaman bırakırız başkaları bizi oradan çıkarmaya uğraşsın.

“Müsbet hareket”, “aksiyon insanı”, “aktif sabır” tabirlerinde de bu anlayışı açıkça görüyoruz. Hepsi pozitifliğe, harekete, üretkenliğe gönderme yapıyor. Sabrın bile boş beklemekten ibaret olmadığı hatırlatılıyor.

Yine de savunma pozisyonunda kalmak bazen bir mecburiyet olabilir. Thiel kitabında rekabetten bahsederken rekabetin bazen kaçınılmaz olduğunu da kabul ediyor. Böyle durumlar için tavsiyesi ise kaçınılmaz olan bir mücadeleye giriliyorsa tüm güçle bitirici bir hamle yapıp uzun ve yıkıcı bir savaştan kaçınmak. Ya hiç yumruk atmamayı ya da sert ve hızlı şekilde bitirmeyi tavsiye ediyor. Fikir mücadelesine uyarlarsak uzun ve sonu olmayan tartışmalar ve polemikler konuyu sulandırmaktan, halkın gözünde hakikatlerin kıymet kaybetmesinden başka işe yaramaz. Fakat bazen karşı tarafa illa ki bir cevap verilmesi gerekir, bu durumda da cevapların konuyu uzatmadan karşı argümanları çürütüp çöpe atacak kadar kuvvetli olması şarttır. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde halkın kafasını karıştırabilecek soruları genelde zikretmeden bu sorularla oluşabilecek şüpheleri ortadan kaldıracak kuvvetli cevapları doğrudan vermesi bu üsluba güzel bir örnek.

Yüzyılların ihmalinin olumsuz sonuçlarını sadece bizim neslimize veya babalarımızın nesline yıkmak haksızlık olur. Ama neslimiz de sorumluluktan berî değil. Söylem üretme konusunda ve bunun yanında birçok başka alanda çok geç kalmış olsak da Allah dilerse zamanı genişletir, gayretimize, aczimize binaen lütfeder. Biz yeniye yüzümüzü dönüp ona talip olalım, belki Allah da talihimizi döndürür.

“Yeni”den bahsedip duran bu yazıda ironik bir şekilde pek de yeni şeyler söylenmediğini fark etmişsinizdir. En azından konuyu gündemime almak, söylediklerimin altında kalmak endişesinin beni çalışmaya iten bir motivasyon kaynağı olması amacıyla ve bir dua yerine geçmesi için yine de yazmak istedim.
[1] Münazarat, Bediüzzaman Said Nursi
[2] İnsanların çoğunun yanılması, bilmemesi, vb. konusunda Ali Bulaç’ın ayetlerden yaptığı bir derleme.

“Yeni” yazısına 3 yanıt var

  1. Leyli demiş ki: ( 27 Ağustos, 2016, 19:33)

    Emri bil maruf adına şahane bir yazı olmuş, sayfaya yıldız konuldu. Yıkmadan yapmak. Müsbet hareket. Ama bu üslubu yakalamak ciddi bir gönül genişliği ve muhabbet gerektiriyor açıkçası. İçinde bulunduğumuz ve her gün daha da harlanan böylesine negatif bir atmosferde insanlara, olaylara, dünyaya muhabbetle yaklaşmak da gittikçe zorlaşıyor. O zamana kadar muhataplarımızı ikna adına pratik yöntemler arayan arkadaşlar varsa, minik bir el rehberi: o gemi buraya gelecek 😉

  2. alaca demiş ki: ( 16 Haziran, 2015, 2:21)

    0’dan 1’e nasıl gidilir?
    bunu içinde bulunulan zamana göre yorumlarsak ki makalede de öyle yorumlanmış, teknolojik üstünlüklerin söz sahibi olduğu, ağdalı güzel, hislere veya hazlara yönelik bir endüstri (“Müsbet hareket”), söz sahibi önderlerin (siyasetçiler, iş adamları, akademisyenler, bilim insanları) ve göz önünde ki karakterlerin profillerine baktığımızda hepsi yenilikçi ve oldukça entellektüel, modern yaşam tarzlarına sahip ve hepsi de ordinaryus üstü imaj içinde. (“aksiyon insanı”), sürekli gelen eleştirilere kulak tıkamak, hedefe kilitlenip sadece üretilen felsefeye hizmet etmek ve sürekli büyümesini hem arzulamak hem de uğraşı vermek. bunu nefes alıp vermek gibi benimsemek yada robot gibi itaat etmek. (“aktif sabır”) Düz okuma varsa tersten okuma da vardır.. Flu, ucu açık her okumaya müsait bir yazı, sadece içinde yalan barındırıyordur. kafa karıştırıp çoğunu anlamadığımız ve anlamadığımız için onayladığımız bir psikolojik taktikten başka bir şey değildir.
    Bir söz: “hocanın dediğini yap yaptığını yapma”
    Thiel Hoca ne demiş anlamaya çalışıyoruz. Türkiye bu anlatılanlara ne kadar uyuyor?
    “”mevcut ve rekabetçi bir pazara bilindik bir iş modeliyle girmek (1’den n’e) yerine yepyeni bir pazar oluşturmayı (0’dan 1’e) tavsiye ediyor.””
    Örtülü ödenekler genelde Saraylara gidiyor, Özel okullardan yetiştirilen güzel beyinler genelde ne hikmetse siyaset, adalet, polis, öğretmen ve ordu gibi yerlere gidiyor. Tübitak insan dinlemeleri için hizmet veriyor. logosuna bile hazmedemediler. Ay, Yıldız (Güneş) birilerini tırmaladı. Bilim ve teknolojiye ayıracak şu anda ne paramız ne de uzman elemanımız var. “Müsbet hareket” bu şimdilik yazı olarak önümüzde. birileri elbet düzden! kullanır.
    “”Thiel’a göre ancak yepyeni bir pazar oluşturarak rakipsiz ve tekel olmak ve böylece anlamlı kârlar etmek mümkün olabilir.””
    bunu son dönemde Türkiye’de gerçekten siyasette ve ekonomide müthiş bir aksiyon mücadelesi olarak yaşadık. hatta yeniliklerin ve üretkenliğin tavan yaptığını gözlerimizle şahit olmasak inanmazdık. bu üretkenlik kendini kutularda ve bazı tropik meyvelerde çok net göstermiştir. “aksiyon insanı” buna tamam bu biziz diyoruz.
    “”Thiel kitabında rekabetten bahsederken rekabetin bazen kaçınılmaz olduğunu da kabul ediyor. Böyle durumlar için tavsiyesi ise kaçınılmaz olan bir mücadeleye giriliyorsa tüm güçle bitirici bir hamle yapıp uzun ve yıkıcı bir savaştan kaçınmak. Ya hiç yumruk atmamayı ya da sert ve hızlı şekilde bitirmeyi tavsiye ediyor.””
    burası açıkçası bizi de bitirdi. “aktif sabır” ı bize atalarımız, ninelerimiz hep yanlış öğretti. aslında Thiel Hoca’nın dediğini 17 Aralık 25 Aralık tarihlerinde aynen uyguladık. bereket versin ki Devletimizi yöneten bazı aksiyon insanları! bizden daha öndelermiş. aynen uyguladılar ve Thiel Hocanın dediğini yaptık, yaptığını da yapıyor muyuz? şimdi 0’dan 1’e mi geldik yoksa bu durum 0’a bile rahmet mi okutur?
    bu yazının bize kazandırdığı, Türk Milleti olarak yapmamız gereken en önemli şey başkalarının dayattığı ideallerden ve aforizmalardan kaçmamız gerektiğidir. bunların uçları açık. tersten de okunabiliyor.. tersten okuyan kim? biz miyiz yoksa söyleyenler mi? belki biz düz okuyoruzdur!. buna bile inanmamak gerekir.çünkü bunun da ucu açık.
    Bir Örnek:
    “Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
    bunu mesela tersten okuyamıyorum. oldukça ayan beyan, çok net, çok içten, cesaret verici. İstiklal ve Cumhuriyet yazan yere kendi töreni, kendi anlayışını, kendi dünya görüşünü, kendi bilim anlayışını, kendi sosyal yaşantını da koyabiliriz.

    Yazı için teşekkür ederiz. bu tarz hocalar Türk Milletinin çevresinde enflasyonu oldukça yüksek. biz ödeneklerimizi gençlere, bilime, topluma ve geleceğe yatırdığımız zaman Thiel Hoca, bırakalım rakipsiz bir tekel oluşturmayı, rekabet edecek gücü bulabilir mi acaba? “aktif sabır” ı biz de tam yerine koyarız.

    Not: yazıda geçen bir cümle:
    “Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Müsbet hareket”, “aksiyon insanı”, “aktif sabır” tabirlerinde de bu anlayışı açıkça görüyoruz”
    biz yorumumuzda kullandığımız hoca efendiden aldığımız tamlamaları ona mal etmiyoruz. biz hoca efendinin, Thiel hoca efendi ile aynı anlayışta olduğunu da düşünmüyoruz. çünkü rekabet ortamı olmayan, tekel üzerinde yoğunlaşmış, vahşi kapitalizmi savunan bir Thiel hoca ile “Müsbet hareket”, “aksiyon insanı”, “aktif sabır” tamlamalarını kullanan hoca efendinin aynı zihniyette olduğunu düşünmek her halde zor olsa gerek. dolayısıyla bu tamlamalar, vahşi kapitalist bir Thiel’i, hoca efendi ile aynı potada birleştirmiş. bunlardan biri tersten okuyor demektir, birisi düzden okuyor demektir. bizim gözümüzde vahşi kapitalizmi savunan biri asla düzden okuyamaz. dolayısıyla inanılmayacak olan kişi belli.. Vesselam..

  3. berk demiş ki: ( 7 Haziran, 2015, 2:46)

    ufuk açıcı bir yazı. yeni şeyler söylemedim tesbitine katılmıyorum. işin ruhuna dokunacak eskimeyen ve eskimeyecek; eski-yeni ötesi bir yerden yakalamış davud demirhan konuyu. etkileyici bir tesbit. peki bu konuda her-an bize yeni neler söyleyecek? her-an’ın nasıl projeleri var? var mı? davud demirhan’ını bu konuya da bir açıklama getiremesini rica ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.