Babalar Günü Yazısı

, 21 Haziran 2015

Güzel Arkadaş başlıklı yazımıza çevremizden gelen yorumlar üzerine, duygusal anlamda o konu civarında kalmaya, dilimiz döndüğünce bazı hususlarda dertleşmeye niyetlendik.

Kendimize bir an evvel çeki düzen vermemiz gerekiyor. Zira her saniyemiz çok değerli ve ömür sermayemiz tükeniyor. Trafikte, iş yerinde, çarşıda/pazarda, okulda, aklımıza gelen her yerde, her şart altında bizden beklenen güzellikleri ortaya çıkartmamız lazım. Peki, ama nasıl? Belki de öncelikle kendimize yabancılaştığımızın farkına varmalıyız. Tüm iç çekişmelerimizin, karamsarlıklarımızın bizi daha da karanlık, daha da fırtınalı denizlere çektiğini görmeliyiz. Bu denizlerden çıkış için pusulaya ihtiyacımız olduğu kesin, yani Kur’an-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimizin (SAV) örnek hayatı. Bizi kendimizden uzaklaştırsın diye alkol, uyuşturucu, kumar, bin bir türlü oyunlar hazırda bekliyor zaten! Bizi bizden uzaklaştıran gıybet ve dedikodu hastalıklarını da unutmayalım bu arada, bu hastalıklara tutulanları yalancılık ve iftiracılık illetleri de daha ileri safhalarda pençesine düşürmeye hazır! Kendi özü ile ilgilenmesi gereken insan, sürekli kendi dışındakilerin hata ve kusurları peşinde koşmayı, böylece kendini bilme eğitimini elinin tersi ile itmeyi tercih etmektedir. Bu saydıklarımız sizi, kurallarını yine sizin koyduğunuz, hâkimin, savcının ve avukatın da siz olduğu yapay bir evrene götürmektedir. Dolayısı ile her hadisede haklı olan daima sizsiniz, ya sizi anlamıyor insanlar, ya da size haksızlık yapılıyor sürekli, belki de etrafınız karanlık bir çete tarafından sarılmış; size sürekli komplo kuruyorlardır! Bunlar ne kadar inandırıcı geliyor size? Dost acı söyler derler ama bu türden bir evrende sadece sizi hoşnut eden sözlere yer vermek yine sizin elinizde… Başka bir ifade ile kendi özü ile buluşmak isteyen her birey önce bu türden hastalıklarına çare bulmak zorundadır.

Bir bıçak, kendi sapını, başka bir bıçak olmaksızın nasıl yontabilir? Sen git, yaralarını bir gönül cerrahına göster. Sen onları kendi kendine tedavi edemezsin! (Mevlana C. Rumi Hz.)

Bu hastalıklar ev kadınlarında komşu ve mahalleli dedikodusu, televizyonlardaki içi boşaltılmış programlara bağımlılık gibi tezahür ederken, iş dünyasındaki bireylerde meslektaşlarını hakir görme, yükselme adına ayak kaydırıcı tezgâhlar kurma gibi belirtiler gösteriyor. Hepsinin temeli aynı aslında, sadece sosyal çevre onları farklı biçimde ortaya çıkartıyor. Bu hastalıkların aile ve iş hayatına olumsuz etkilerini de unutmamalıyız; aile içinde huzursuzluk artarken, iş dünyasında verim ve üretkenlik düşmektedir. Biz bunları zaten biliyoruz, yeni bir şeyler anlat diyenlerinizi duyar gibi oluyorum, belki bir kısmınız bu satıra dahi gelmeden yazıyı okumayı bıraktı.

Kimimizin lise ve üniversite yıllarından hatırlayacağı integral işlemini örnek olarak ele alalım. Basit bir fonksiyonun belirli integralini hesaplayabilmek için ilkokuldan beri özümsediğiniz toplama, çıkartma ve çarpım tablosu da dâhil olmak üzere birçok matematiksel teoriyi kullanma ihtiyacı duyardınız. Bir kısmımız türev ve integral konusu ile karşılaşınca “buraya kadarmış, bu kadar Matematik yeter!” demiştir belki de… Neden bu örneği verdiğimi tahmin ettiğinizi düşünüyorum; anlatmak istediğim gelişimin adım adım ilerlenen, sabır ve sebat gerektiren bir süreç olduğudur. Elbette integrali öğrenince de matematiğin sonuna/sınırına gelmiyor insan, yeni bir kapıdan başka bir âleme geçiş yapıyor. Bugün integral hesabı yapabiliyorsak, bunu gündelik hayatımızda kullanabiliyorsak, bu konuda sabır ve sebat ile çalışmış birçok matematikçinin emeklerini de unutmamak lazım. Şimdi, siz bize yeni şeyler anlatın dediğinizde asıl arzu ettiğinizin yeni bilgiler olduğunu varsaymaktayız. Yeni bilgiler, yeni işlerde kullanmak için, yeni sözler söylemek, yeni işler yapmak için muhakkak elde etmeniz gerektiğine inandığınız bilgiler demektir. Bu, sizin o ana kadar edindiğiniz bilgileri içselleştirdiğiniz ve yenileri ile yolunuza devam edeceğiniz anlamına da gelmektedir.

Yola devam etmek!

Yol!

Yolun sonundaki hedef ya da hedefler!

Güzel Arkadaş yazımızda önce neyi aradığınıza karar verin demiştik. Basit bir matematik işlemi yapabilmek için bile belli bilgiler, belli sırada özümsetilerek öğretilirken, yeni doğan bebeğe kebap değil de anne sütü verilirken başka alanlarda aceleciliğin sebebi nedir sizce? Gıybet, dedikodu, açgözlülük, cimrilik gibi hastalıklarınızı bertaraf etmeden durun bakalım nereye gidiyorsunuz? Adamın komşusu aç, çocuklarına vermeye kuru ekmek bulamamış, o ise tencere tencere yemeği çöpe atıyor sonra da vahdet-i vücudu merak ediyor. Adam alfabeyi öğrenmeden okuma derdinde! Yok öyle üç kuruşa beş köfte derler adama! Bu örnek de bizi özümüzden uzaklaştırmak isteyen mekanizmanın başka bir oyunu olsa gerek. Sen kendin ile buluşma diye, bir iç yolculuğa çıkma ve kötü huylarını iyileştirme yoluna girme diye sana oynanan bir oyun bu bilgilenme oyunu. Yoksa bir gölge oyunu mu demeliydim! “Yeni şeyler anlat, durmadan bilgilendir bizi” yaklaşımı da başka bir hastalık gördüğünüz gibi, yoksa bu Mevlana C. Rumi Hazretleri’nin o muhteşem “dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” ifadeleri ile aynı kaynaktan gelmiyor. Gizemleri öğrenme arzusu, kimsenin bilmediklerini bilme dürtüsü tek amaç olmuş ise bilin ki kandırıldınız demektir. Mütemadiyen biriktirdiğiniz bilgiler halinizde iyileşmeye sebep olmuyorsa bilin ki oyuna getirildiniz! Elbette bilen ile bilmeyen bir değildir, buna kim itiraz edebilir ki? Sürekli bilgilenme hastalığına yakalanıp yakalanmadığımızı da anlamak zorundayız diye düşünüyorum. Yani bilgiyi içselleştirememiş, onu yük olarak taşıyan bir bireye dönüşmediğimizden emin olmalısınız.

Peki, çağımızın insanlarındaki bu çılgın cesareti, bu acelecilik temellerini nereden alıyor? Hatırlarsanız Çamura Girmek başlıklı yazımızda insanı özgürleştirmek iddiasındaki transhümanizmin ya da kontrolsüz teknolojilerin aslında bireyi bir telefon numarasını bile aklında tutamaz hale getirdiğinden bahsetmiştik. Teknoloji, bireye neticeye ulaşmak için ara adımları bilmesi gerekmediği fikrini enjekte etmektedir. Bir anahtarı çevirirsiniz arabanız çalışır, bir düğmeye basarsınız eviniz aydınlanır, iki sayıyı bir hesap aracı ile çarpar sonuca ulaşırsınız, hatta karmaşık integralleri bile sizin için bir yazılım buluverir. Bakınız, özellikle “çok gelişmiş” ülkelerde mutfak gitgide daha az kullanılır hale gelmektedir. Çin, Hint, Meksika veya Türk mutfakları bir telefon görüşmesi ya da birkaç tıklama uzaklığındadır, en fazla yarım saat içerisinde güzel bir yemeğin kapınıza gelmesi mümkündür. Baba Meksika, anne İtalyan çocuklar da Amerikan tarzı yemekleri sipariş eder ve herkes kutusundan çıkana razı olur! Artık bilmeniz gereken yemek yapmak değildir, bilmeniz gereken integral hesabı da değildir, size gereken ya akıllı bir telefon ya da integral hesabı yapan bir programın kullanım kılavuzudur. Aşağıda esin(2x-1) fonksiyonun [-1, 2] aralığında integralini bir tık ile bulmaktayız.

image01

Bu arada benim emektar bilgisayarımda bile bu hesap 0.016 saniye sürmüştür.

Kısacası insan hızla gelişen teknolojilerin oluşturduğu yeni kültür ve standartlar etkisinde işin sonuna derhal ulaşmayı bekler bir hal almıştır. Dolayısı ile metafizik anlamda da bu yaklaşım kendini göstermekte, bireyler bir anda tekâmül etmek istemektedirler, işte bu noktada da bu işin usta sahtekârları devreye girmekte ve bireyleri maddi ve manevi uçurumlara sürüklemektedirler. Güzel Arkadaş yazımızda bu sahtekârlara örnek olarak mürşit taklidi yapanları vermiştik. Asıl büyük sahtekârı transhümanist teknolojiler bizim için hazırlamaktadır. Asla unutmamamız gereken husus öğrendiklerimizi yaşayabilir ve uygulayabilirsek bir kıymet arz ettikleridir. Fazla bilgi depolama hastalığına yakalananların imdadına yine Kur’an-ı Kerim yetişir:

“Kitap yüklü merkepler gibidirler.” (Cuma, 5)

Belli bir yaşına kadar Hacı Veyiszade Hazretlerinin terbiyelerinde yetişen bir büyüğümüzden şunları nakletmek isterim. Biri Hacı Veyiszade’nin yanında başka biri hakkında menfi bir şey söylemeye yeltense Hazret hemen nezaketle “Allah (C.C.), o kardeşimizin de bizim de kötü huylarımızı iyileri ile değiştirsin” şeklinde ifade edebileceğimiz bir dua eder, orada gıybet ya da dedikodunun oluşmasına mani olurmuş. Gıybet rahatsızlığına karşı ne kadar güzel bir reçete!

Günümüz toplumlarında bilgi kirliliğinin de beslediği, her konuda konuşan ama neredeyse bir konuda bile başladığı işi bitiremeyen milyonlar ile karşı karşıyayız. Ne iş olsa yaparım yaklaşımı aslında ben hiçbir işi tam manası ile bilmiyorum da demektir, öyle değil mi?

Bazı okullar/üniversiteler biz öğrencilerimize bilgiye nasıl ulaşacaklarını öğretiyoruz asıl diyorlardı, belki hala bu söyleme devam ediyorlardır. Artık arama motorları var, aman dikkat edin kıymetli hocalarımız! Şimdi okulların varlığı ve yapısı bile tartışılır oldu, başka bir yazımızda ifade ettiğimiz gibi bazı ülkeler el yazısını bile müfredatlarından kaldırıyor. Hoca dersi anlatırken, arkada oturan ve internete erişimi olan bir öğrenci, hocası daha cümlesini tamamlamadan o konu hakkında bilgi sahibi olabiliyor artık. Ama çok ilginçtir ki, o öğrenci derse gelmeden önce, mesela evvelki akşam, biraz çalışayım da derse öyle gideyim demez! Çok önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya parmak basmak isterim. Burada kıstas tümüyle bilgiye ulaşabilir olma ve ona ulaşma hızı ile ilgili, gerisi tümüyle boş. Çünkü artık insanları bilginin kendisi değil, onu buluttan çağırabilir olma ilgilendiriyor. Çünkü artık insanlar bilgiye her an ulaşabileceklerine inandılar. Bilginin bulutta ya da beyninde olması iş değil, senin halinin güzelleşmesi mesele! Bilginin ve teknolojinin varlığı (ulaşılabilirliği) asıl baskın unsur oluyor hayatımızda. Bilginin içselleştirilmesi, hayata tatbik edilmesi gibi hususlar ise tümüyle sisler ardında gizli…

Bilgi geldiği hıza bağlı olarak uçup giden bir şeydir aynı zamanda. Peki, hayatımıza hızlı girip de kalıcı olan bilgiler var mı? Bence var! Bir çocuk düşünün, oyuncak sepetinden oynamak istediği oyunun konusuna uygun oyuncakları seçip alan, diğer oyuncakları ise sepete geri koyan bir çocuk düşünün. Eğer bir savaş oyunu olacaksa bu, askerleri, tankları, tüfekleri seçen bir çocuk… İşte bizim de bu çocuktan bir farkımız yok. Kafamızda kurduğumuz, ya da sistemin bize inşa ettirdiği yapay evrenimizde bize gereken bilgileri alıyoruz aslında, bu bilgiler ise çoğu kez işe yaramayan şeyler. Dolayısı ile bizim dünyamız ne kadar gerçek ise çevreden alacağımız, kalıcı olmasını isteyeceğimiz bilgiler de o kadar faydalı şeyler olacaktır diye düşünüyorum. Başka bir deyişle, siz kendinizi aldatmadığınız müddetçe daha anlamlı bilgileri öğreniyorsunuz! O yüzden kendimizi kandırmayı bırakalım, kendimize oyunlar oynamaya son verelim, kendimize yabancılaştığımızı görelim.

Müslümanlar için ayrıca özel olan üç aylar içerisindeyiz. Bu atmosferin doğasına uygun ifadeler seçmek istiyorum. O yüzden Güzel Arkadaş yazımızda gelin bir ayeti, bir hadisi içselleştirelim, onu hayatımıza uygulayalım, onun bizde filizlenmesine ve meyveler vermesine şahitlik edelim demek istemiştim. Tam bu sırada sitemiz yazarlarından Davut Demirhan muhteşem bir yazı ile çıktı karşımıza: Yeni. O yazıda “ortaya konan her saçma ve batıl fikre karşı argüman üretmek zorunda da değiliz” deniliyordu. Sadece bu ifade üzerine bile ayrıca bir yazı kaleme alınabilir bence. Sizleri o yazıyı yeniden okumaya davet ederken ben biraz civarında birtakım düşünceler paylaşmak istiyorum, şöyle ki: Günümüz problemlerinin birçoğu aslında asırlar önce tartışılmış, halledilmiş konular. Bunlar yeniymiş gibi insanların önüne neden servis ediliyor hiç düşündünüz mü?

Kötü niyet?

Belki!

Yüzyıllar önce fikri tartışmayı kaybetmişlerin, şanslarını yeniden denemek istemesi?

O da mümkün!

Unutmak?

Kesinlikle olabilir!

Neler neler gördük bu yolda, kim bilir daha neler göreceğiz? Bakın birkaç örnek verelim. Kur’an tüm muhteşemliği ile gözler önünde dururken, okunmayı ve hayatımıza girmeyi beklerken, kimileri kafayı bazı müteşabih ayetlerin gizemi ya da huruf-u mukatta ile bozmuş, hem kendilerini hem de çevrelerini aydınlık yerine karanlığa sürüklemiştir. Kimileri de Kur’an-ı Kerim’in sayısal şifreleri üzerinde kendini çok zorlamış, kâh bir şeyler yakalamış, kâh yakaladığını sanmış ve uçurumdan aşağı yuvarlanmıştır. Bir ayeti özümsemek yerine yarım yamalak bilgilerle ebced hesaplarına girmek sizi ileride kurtulamayacağınız kör kuyulara düşürecektir, korkarız bu işlerin sonunda ya aklınız gidecek ya da birşeylerden medet umar duruma düşeceksiniz, belki de birilerinin maskarası olacaksınız. (Bu konu da uzun uzun tartışılacak unsurlar barındırdığından biz bu kadarı ile yetinelim isterseniz!)

İnsan kâinatın özü, gören gözüdür der büyükler. Bu özü unutturan yapay meşguliyetler, insanın ilahi kameralar altında olduğu (murakabe) gerçeğini bir kenara ittiren mekanizmalar, onu kendinden uzak, sürekli başkalarına özenen, gelip geçici modalar etkisi ile hem dışına hem içine yabancılaşan bir varlığa dönüştürmektedir. İnsanın bu kendinden kaçışı, kendi özü ile yüzleşmek istemeyişi, fıtrat ve varoluş kanunlarına karşı çıkışı transhümanistlerin de dikkatlerinden kaçmış değil. Singularity avcıları orada bir yerlerde pusu kurmuş bekliyorlar, bana göre bu kartları oyuna sürmek için hazırlar, medya aracılığı ile insanların nabızlarını ölçüyor, tepkilerine bakıyorlar. Biz tepki vermedikçe, biz kayıtsız şartsız geleni kabul ettikçe onlar emin adımlarla ilerlemeye devam ediyorlar! İşte komşusu açken kendisi tıka basa dolu yatan adam vardı ya, hani vahdet-i vücudu da merak ediyordu, sonra internetten bir şeyler okuyup, mevzuu yarım yamalak öğrenen o adam, işte o adam singularity avcılarının namlusunun ucundakilerden biridir!

Görmek için göz yetmez. Ayrıca görmeye yetecek derecede ışık da lâzımdır. Basîret gözü için de Cenâb-ı Hakk’ın lutfu olan hidâyet nûru şarttır. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve Hak dostları da bu nûru, feyiz ve rûhâniyet olarak tevzî etmekle vazifelendirilmişlerdir. (Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Yüzakı Dergisi, Sayı:107, Yıl:2014)

Özetle kendimizi kandırmaya bir son verelim!

Şimdi gelin yazının başlığının hakkını vermeye çalışalım!

Kıymetli okurlarımız, çoğumuzun malumu televizyonlarda bir takım programlar yayınlanmakta, bazı ailelerin hayatları dakika dakika ekranlara taşınmakta ve o aileler ile izleyicinin duygudaşlık kurması beklenmektedir. Aslında bu programlarla farklı özelliklere sahip farklı milletlere tek (ortak) bir aile modeli sunulmaktadır. Sunulan aile modeli belki şimdi kabul edilmese de bir iki nesil sonra kabullenileceği varsayılmaktadır. Tek tipleştirilmek ve sonra da yok edilmek istenilen gerçek aile kurumu ile bu yapay modellerinin ne kadar örtüştüğünün takdirini sizlere bırakıyoruz. Elbette bu programlara müptela olanların olası akıbetlerini de…

İslam aile hayatında anaların yeri hepimizce malumdur, ancak ailede babanın rolünü de doğru idrak etmek ve baba kavramını aile içerisinde doğru konumlandırmak zorundayız. Ben isimlerini anmadan bu tür programlardan üç baba örneği vereceğim, birinci baba uyuşturucu ve alkol bağımlılığından perişan olmuş eski bir rock yıldızı, ikincisi bir israf abidesi, üçüncü baba örneği ise 66 yaşında cinsiyetini değiştiren eski bir sporcu. Lütfen bakar mısınız bu baba modellerine! Anayı cahil bırakır, babaya diz çöktürürlerse aileyi yıkacaklarını, aileyi yıkarlarsa da toplumları ve devletleri ortadan kaldıracaklarını çok iyi biliyor birileri.

Gelin, biz babanızı onu yere düşürmek isteyenlere inat sırtımıza alalım! Gelin, biz babamıza güzel sözler söyleyelim. Gelin, biz babamıza “babacım bir kuru ekmek dahi olsa evimize sadece helal lokma getir” diyelim. Babamızın yanında ayaklarımızı uzatıp oturmayalım, o içeri girdiğinde muhakkak ayağa kalkalım.

“Babalar Günü Yazısı” yazısına 6 yanıt var

  1. Oğuz Aksakal demiş ki: ( 17 Ağustos, 2015, 11:01)

    Sayın didem kuz,

    Kıymetli yorumlarınız için teşekkür ederiz.

  2. didem kuz demiş ki: ( 13 Ağustos, 2015, 11:47)

    paylaşımlar için teşekkürler. bildiğimiz şeyleri tekrar etmekte sayısız yararlar var. kuran ve hadisleri söylemeden onları örnek etme haddine gelemedim daha ama veli efendilerin kıssalarını mesela her okuyuşta farklı bir tat almanın yanı sıra her seferinde başka bir anlam başka bir ders çıkarıyorsun. 10 defa da okusan 50 defa da okusan. okuyan da okunan da tükenmiyor. bu yazıda da benzer noktalar var. hangi anlama durağında olursan ol söyleyeceği bir şeyler var. yeter ki dikkatli ol.
    insan güzelleşip vahdeti vücudu öğrenmeye başlayabilir. güzel olur. vahdeti vücudu öğrenirken de biryandan güzelleşebilir. zira güzelleşmenin de vahdeti vücudu öğrenmenin de bir sonu, nihayeti bir varış noktası yoktur , kişinin kendi potansiyelinden başka.

  3. alaca demiş ki: ( 22 Haziran, 2015, 23:14)

    bir kaç gündür daha derinlemesine siteye bakmaya başladık ve devam edeceğiz İnşallah. daha fazla kitlelere ulaşması gerekiyor ve kanımızca olacaktır da. sizin yazılarınızı zorlanmadan anlayabiliyoruz. kelimeleri sözlük yardımı almadan da aktif bir şekilde özümseye biliyoruz. o kadar değerli yazılar var ki burada onları anlamak için bir çok kaynağa başvurmak zorunda kalıyoruz. bazen tembellik yapıp es geçtiğimiz de olabiliyor. keşke Türkçe ile bazı şeyler anlatılabilse diye geçiriyoruz içimizden. Türkçe’nin yetersizliği burada kendini gösteriyor sanki. yorumların kıymeti aynanın yansıttığıyla ölçülebilir gibi. yorumlar aynaysa yansıttığının taktirini ölçmek, aynaya bile düşmez herhalde.. Tekrar teşekkürler..

  4. Oguz Aksakal demiş ki: ( 22 Haziran, 2015, 14:18)

    Sayin alaca,

    bu sitede gercekten cok iyi yazarlar var, ben onlardan biri degilim, aslinda benim yazar vasfim da yok, ben de bu sitenin bir takipcisiyim. Sizin yorumlariniz fakirin karalamalarindan daha kiymetli mesela.

    berk Bey’in ifadelerini de her-an sitesi özelinde degerlendirmek lazim, her-an gercekten dertli bir vizyon!

  5. alaca demiş ki: ( 21 Haziran, 2015, 23:33)

    çok önemli tespitlerin olduğu gerçekten geliştirici bir yazı. fakat bunu insanları tek başlarına başarabilmeleri çok zordur. her insanın çevresinde ona doğruyu gösterecek düzgün insanlarda bulunmayabilir. bizim kurtuluş reçetelerini ilk önce Devletimizden beklememiz sonra bireye yaymamız daha doğru gibi gözüküyor. Bir devletin yöneticileri ahlaki olarak halkın gerisinde kalmış ise, kamu vicdanını tahsis etmek artık onların elinden çıkmıştır. halk çaresiz kendini korumaya yönelik davranışlarda bulunacaktır. bu durumda imam, cemaat ilişkisi nasıl olur tahmin edilebilir. Dünyada ki görünmeyen varoluş savaşında herkes saflarını bilinçli bir şekilde belli etmelidir. daha insanlar hangi saflarda olduğunu bile bilemiyorlar. bilmeden kurulu sisteme hizmet ediyorlar bu şu anki devlet ehli için de geçerli. burada söylenecek şeyler bitmez ama kişinin bireysel uğraşıları ve dini yönü ağırlıklıysa, nefsinin isteğine göre hareket edebilir. kimi şöhret bulmak için, kimi bilgili olduğu gözükmesi için, kimi saygı duyulsun diye daha bir çok nedenlerle bilgiye ulaşmak isteyebilirler. biz inanıyoruz ki kim neye meyilliyse ona çekiliyordur. Bizim görmediğimiz şekilde toplumda bir okuma alışkanlığı mevcut. bu şimdiye kadar hiç olmamıştı sanki. ne okursa okusunlar insanlar yeter ki okusun. belli bir zamandan sonra o okudukları onları doyuramayınca mecburen kendilerini açlık hissettiği duyguları doyurmaya yönelik bilgiye döneceklerdir. Müteşabih Ayetleri merak etmeyen yoktur. bir şifre gibi ve bilmediğimiz bir şey neden biz bilmiyoruz. Tabi bilmenin sonunda keşke hiç öğrenmeseydik bunun ağırlığı çok büyük te diyebiliriz. Ama “İnsan emaneti cahilliğinden yüklendi” ayetine uygun davranış sergiliyordur onlar. dolayısıyla o tarafı reddetmek oradan gelebilecek güzel duyguları da dışlamak demek olacaktır. Mesela örnek olsun diye:
    Bir Ayeti Kerimeyi okurken Musa (AS)’ın hayatından yada hikayesinden bir parça okurken aynı zamanda evreni okuyormuş gibi okumak müteşabih midir? Müteşabih ayetler sadece Surelerin başında olanlar mıdır?. Ona bakarsak bizce bütün ayetler müteşabihtir ve muhkemdir.
    yazıdan bir bölüm:
    “Çünkü artık insanları bilginin kendisi değil, onu buluttan çağırabilir olma ilgilendiriyor. Çünkü artık insanlar bilgiye her an ulaşabileceklerine inandılar. Bilginin bulutta ya da beyninde olması iş değil, senin halinin güzelleşmesi mesele!”
    Ahkaf Suresi 24. Ayet.
    “Elmalılı Hamdi Yazır: Derken vaktâ ki onu vadîlerine karşı gelen bir bulut halinde gördüler, bu, dediler: bir ârız (ufukta beliren bir bulut) bize yağmur yağdıracak, hayır, o sizin acele istediğiniz şey: bir rüzgâr ki onda çok acıklı bir azâb var”
    burada benzerlik çok fazla daha derinlemesine bakarsak O buluttan da başımıza bir şeyler gelecek yada birilerinin başına bir şey gelecek. ama Siz değerli yazarları Allah başımızdan eksik etmesin ki, “Bilginin bulutta ya da beyninde olması iş değil, senin halinin güzelleşmesi mesele!” bu tarz güzel sözlerle kendimizi sorgulamamızı sağlıyorsunuz ve “güzelleşmesi” sözünü yazıda bile okumak insana iyi geliyor. öte yandan makalede Kuran’ın şifresi yada gizemleri diye çıkan 2 kişi kastediliyor sanıyoruz. buraya kesinlikle katılıyoruz. salt rakamlarla yada ilmi değeri olamayan, insana bir şeyler katmayan çıkarımların boş olduğuna biz de inanıyoruz. aslında müteşabih konusunda çok net örnekler de verilebilir ama bunlara da ehil olmak lazım. çok derine inmeden bir örnek vermek gerekirse Lut (AS)’ın Eşi geriye bakarak taşa dönüyordu. Saffat Suresi 137. Ayet
    “Elmalılı Hamdi Yazır: Ve siz elbette onlara uğrar ve üzerinden geçerseniz, sabahleyin”
    burada sabahleyin oraya uğruyorsunuz deniyor. burada her sabah Araplar mı uğruyor, yoksa tüm insanlık mı? hangisi belirtilmedi. bu muhkem ayet midir müteşabih mi? görünürde muhkem. fakat anlamıyoruz.
    biz evreni bile tam çözmüş değiliz sanki. önce bilimle, ilimle hareket etmeyi öğrenmemiz lazım bunları bizlere Allah’ın değerli ilim adamları, evliyaları öğretmesi lazım. ilk önce en basiti Güneş sistemini de öğrenmemiz lazım. Dünya, Merkür, Venüs, Güneş diye sıralıyoruz. belki de Merkür ile Venüs arasında bir Ceres gibi bir gezegen daha vardır. daha sistemimizi bile tam biliyor muyuz?

  6. berk demiş ki: ( 21 Haziran, 2015, 15:10)

    bilgi ile ilgili yapılan tahlillerin isabet ve derinliği çok etkileyici. bu tuzaklara düştüğümü bu yazıdan daha net ifade eden bir şeye rastlamışmıydım bilemiyorum.
    aynı zamanda yahya kemal’in “kökü mazide bir âti” tesbitini tam yansıtan bi yazı olmuş. hem geleneklerine, manevi dinamiklerine, toprağının kadim değerlerine yürekten bağlı ve hem de,değil günümüzün, geleceğin tehlikelerinin de farkında ve uyarmaya çalışan dertli bir vizyon. ne kadar da aradığımız bir ruh ve ses… bu ruhu kendi namıma tebrik ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.