Televizyonla Gelen Gelecek

, 17 Ağustos 2015

Bir çağı anlamanın yollarından biri o çağa, döneme ait romanları okumaktır. Roman elbette tarih kitabı değildir ve tarihi romanlardan öğrenmek doğru bir yol olmayabilir. Ancak iyi bir romanın bir devrin ruhunu hiçbir akademik tarih kitabının anlatamayacağı biçimde hissettirdiği de kesindir. Sanayi devrimi sırasındaki Avrupa toplumu üzerine ne kadar akademik makale yazılırsa yazılsın bunların hiç biri Emile Zola’nın Germinal’inin yerini tutamaz. Rus toplumunun yaşadığı değişimi, inanç mücadelesini anlamak için Tolstoy okumak gibisi yoktur. Roman ve daha eskiye gittiğimizde tiyatro insanlığın kendini ifade ettiği çok güçlü araçlar ve bu özellikleriyle varlıklarını sürdürmeye devam edecekler. Elbette bu ifade araçları sadece gördüklerini yansıtan aynalar değiller aynı zamanda insan zihnini şekillendirme gücüne sahipler. Bir romanı okuduğunuzda üzerinizde az ya da çok mutlaka bir etki bırakır. Kaderi ele alan büyük bir roman düşünelim, romanı okuduğunuzda artık o roman sizin kader konusundaki referans noktalarınızdan biri olacaktır. Yani kader konusunu artık okuduğunuz romandan bağımsız olarak düşünmeniz zordur. Yazar zihninize bir ekim yapmıştır. Yani bir bakıma algınızı şekillendirmiştir. Edebiyatın bu büyük gücünün böyle pek çok örneği bulunabilir. Edebiyat bu gücüyle insanları etkilemeye devam edecek ancak nerdeyse yüzyıldır rakipsiz değil.

Artık algı üzerinde daha güçlü etkiye sahip görsel araçlar var. İnsanların eskiden romanlarla, tiyatro oyunlarıyla düşündüğünü kabul edersek artık sinema ve tv ile düşünüyorlar diyebiliriz. Üstelik roman ve tiyatro doğaları gereği daha az sayıda, eğitimli insan hitap ederken sinema ve tv çok daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Dili genellikle çok daha basit ama algı üzerindeki etkileri çok güçlü olan görsel araçlar bunlar. Sinema ve tv hayatımıza girdiğinden beri algılama biçimimiz bir hayli değişti. Bu gelişiminin edebiyatı etkilediği ve değiştirdiği de muhakkak. Günümüzde romanların çoğu edebi değer taşıma kaygısından uzak hızlı kurgu ve sinemasal görsellik gözetilerek yazılıyor ve insanlar bunları sanki film seyredermiş gibi okuyorlar. Sonuçta pek çok roman sinemaya ve tv’ye uyarlanıyor. Aşırı bir yorum gibi görünebilir ama kabul etmek gerekirse çağın ruhunu anlamanın en iyi aracı artık edebiyat değil sinema ve tv. Edebiyatla karşılaştırıldığında ne denli küçümsenirse küçümsensin görselliğin her şeyin önüne geçtiği bu çağda sinema ve tv’nin algı üzerindeki etkilerinin benzersiz olduğu inkar edilemez. Basit bir gözlemle bile seyrettikleri tv programlarının ve filmlerin toplum üzerindeki etkilerini fark edebiliriz. Burada yıllanmış değer yargılarını bile kısa sürede yerinden oynatabilen bir güçten söz ediyoruz. Bu öyle bir güç ki insanlar dün bütünüyle karşı çıktıkları şeylere bugün hoşgörüyle bakabiliyorlar. Giyim kuşamdan tutun, yemek alışkanlıklarına, cinsel yaşama kadar pek çok alanda çok yakın geçmişte şoke edici sayılan, marjinal kabul edilen şeyler artık toplum hayatının kabullenilmiş parçaları ve bunda enbüyük pay sinema ve tv’ye ait. Buradan yola çıkarak sinema ve tv’nin fikir aşılama konusunda müthiş silahlar olduklarını söyleyebiliriz. Eski bir sözde dendiği gibi “Karanlığa uzun süre bakarsanız o da size bakar”. Hiçbir müdahale imkanı olmadan seyrettiğiniz bir film veya diziden öyle ya da böyle etkilenmeme şansınız yoktur. Bir film ya da dizi seyircisiyle buluştuğunda seyirci pasif unsurdur ve anlatıcının etkisi hatta bir bakıma kontrolü altındadır. Seyirci kendini bir katilin, bir hırsızın tarafını tutarken veya kendisine çok uzak bulduğu bir fikri desteklerken bulabilir. O halde çağın aynası sayılabilecek ve insan algısı üzerinde bu kadar etkili olan bu platformların sundukları birinci sınıf ürünlere bakmak bizi neyin beklediğini, kabullenmemiz istenen şeyin ne olduğunu anlamamızı sağlayabilir.

Günümüzde sinema ve tv de bilim kurgunun ağırlığı gittikçe artıyor, işlenen temalar ise yapay zeka, robotlar, ölümsüzlük ve zaman üzerinde yoğunlaşıyor. İnsanlığın ölümü yenebileceği, yapay zekanın evrimleşip, robotların insanın yerini alabileceği söyleniyor. İnsan ve makine arasındaki fark kaybolurken insan ve makine bütünleşiyor ve yeni bir tür ortaya çıkıyor. Bu tür artık ne makine ne de insan. Ne kadar bilimkurgu gibi görünse de bu cyborglaşma sürecinin aslında çoktan başladığını görüyoruz. İnsanlar bilgisayarlarından, akıllı telefonlarından ayrılamıyorlar, sahip oldukları bu aletler sanki vücutlarının bir uzvu; üstelik bu aletlerin sunduğu imkanlarla yazıyor, düşünüyor ve konuşuyorlar. Artık yeni nesil uzun bir yazıyı sonuna kadar okuyacak kadar sabırlı değil, yani görünen o ki kullandığımız makineler bizi değiştiriyor. Aslında makineler hayatımızı kolaylaştırarak zaten yaşam biçimimizi ve dolayısıyla bizi uzun süredir değiştiriyorlar, artık uzun mektuplar yazmak yerine telefonla hatta görüntülü konuşmalar yapabiliyoruz, uzun süre at sırtında gitmek yerine motorlu taşıtlarla istediğimiz yere çok daha kısa ve zahmetsiz şekilde ulaşabiliyoruz. Konforumuzun artması elbette bizi geçmiş insanlardan farklı kılıyor ve bu hiç de kötü bir şey değil ancak şu an olan zihnimizin yeniden şekillenmesiyle bazı temel vasıfların kaybolması ya da en azından zaafa uğraması. Ama bu bizi pek de rahatsız etmiyor çünkü seyrettiğimiz dizi ve filmler bizi buna hazırlıyor. İnsanın başka bir şeye dönüşeceği bu döneme geçişin şok etkisini azaltıyorlar. Bunu daha sonra örnekler üzerinden anlatmaya devam edeceğiz. Bu şekilde aslında farkında olmadığımız bir sürecin çoktan başlamış olduğunu daha iyi görebileceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.