Black Mirror – 1

, 30 Ekim 2015

Yaşadığımız çevre ve kullandığımız araçlar bizleri fiziksel ve zihinsel olarak biçimlendirirler. Örnek vermek gerekirse köyde yaşayan ,tarlada orak, tırpan sallayan bir insanla masa başında muhasebe hesaplarına gömülmüş bir insanın ne kadar farklı olabileceklerini düşünelim. Dikkatli bir göz ilk bakışta bu insanların görünümlerinde ve duruşlarında mesleklerine dair izler bulabilir. Eğer bu göz Sherlock Holmes’e aitse bu insanlara dair çok detaylı bir analiz bile yapabilir. Makina öncesi insanı düşünelim;at sırtında yolculuk yapıyor,çoğu iş için fiziki güç kullanıyordu. Modern insan ise sadece bir tuşa dokunarak, bir düğmeyi çevirerek işlerini hallediyor. Savaşlar bile neredeyse insanlar karşı karşıya gelmeden yapılıyor. Mesafeler kısaldı; günler hatta aylar alan yolculuklar bir kaç saate sığıyor. Modern insan rahata alıştı ve daha fazlasını talep eder hale geldi. Teknoloji yaşamı kolaylaştırırken bazı duyguları aşındırdı. İnsanlar artık mektup yazmıyor, çünkü sürekli iletişim halindeler. Bir kısım entellektüel çevrelerde teknolojiye karşı hep bir kuşku duyulsa ve bunda belli oranda haklılık payı olsa bile onun getirdiği nimetler karşısında bu şüpheler çok önemsenmiyor. Sonuçta teknoloji insanların kontrolünde ve hayatı iyi yönde değiştiriyor. Acaba öyle mi? Elbette gelişime karşı olmak tekniği inkar etmek saçma olur ama bu konuda bu kadar rahat olabilir miyiz? Söz konusu olan yeni teknolojiler olunca kontrolün bizde olduğunu kolaylıkla söyleyebilir miyiz? Dijital teknoloji hayatımıza girdiğinden beri işlerimizin çok daha kolaylaştığı muhakkak ama bu yeni alanda kontrolün bizde olduğundan pek de emin olamayız. Yeni teknolojilerin kontrolü,bir arabayı,uçağı ya da televizyonu kontrol etmeye benzemiyor ve öngörülemeyen durumlar ortaya çıkabiliyor.

Black Mirror tam da bu durumdan söz eden ingiliz yapımı bir tv dizisi. Gittikçe daha fazla dijitalleşen dünyanın nasıl bir yer olabileceğini gösteriyor. Bu dizinin bir farkı da bazı şeyleri meşrulaştırmak yerine tehlikeleri göstermesi. Bunu yaparkende çok rahatsız edici, kasvetli bir dil kullanıyor. Dizinin her bölümünde farklı oyuncularla farklı hikayeler anlatılıyor. Üç bölümlük sezonlardan oluşan dizinin ilk bölümü özellikle şok edici. İngiliz kraliyet ailesinin bir ferdi kaçırılır. Fail rehineyi serbest bırakmak için başbakanın kameralar önünde anormal, kabul edilmesi düşünülemeyecek, iğrenç bir şey yapmasını ve televizyonun bunu canlı yayınlamasını ister. Talebini bir video kaydıyla iletir. Başbakan bunun bir şaka olmadığını anladığında olayın gizli tutulması talimatını verir ama video çoktan youtube yüklenmiş ve binlerce kişi tarafından izlenmiştir. Çok kısa bir süre içinde olay büyür ve sosyal medyada yayılır. Başlangıçta başbakanın bu talebi yerine getirmesine karşı olan kamuoyu da saf değiştirir. Güvenlik güçleri faili bulmak için boşuna uğraşırlar. Digital dünyada bir izi takip etmek çok zordur. Başbakan için başka yol kalmamıştır. Kraliyet ailesi, halk, hatta kendi partisi bile talebi yerine getirmesini isterler. Sonunda başbakan milyonların gözü önünde iğrenç fiili gerçekleştirir. Fail amacına ulaşmıştır. Kamuoyunu istediği gibi yönlendirmiş, ingiliz devleti çaresiz kalmıştır. Çok abartılı da olsa hikayenin ana fikrinin doğru olduğunu söylemeliyiz. İnternetin sağladığı olanaklarla sıradan insanlar büyük kanallarla rekabet edebilir hale gelmekte. Sosyal medya hem sansürü aşmanın hem de toplumu manipüle etmenin güçlü bir aracı. Bir bakıma toplumun aynası .

BM1

Hikaye de fail insanların bu olaya ilgisiz kalmayacaklarına, herkesin televizyon başına geçeceğine güveniyor ve bu konuda haksız da çıkmıyor. Çünkü insanlar sansasyona düşkündür ve başkalarının felaketini izlemekten haz duyarlar. Eğer insanlar bu yayını izlemeyi reddetselerdi fail amacına ulaşamayacak zaten böyle bir işe kalkışmayacaktı. Ama insanların artık “yarattıkları” bir şeyin esiri olduklarını biliyordu. Ahlak krizinin yaşandığı bir çağda digital ortamın kışkırtıcılığı insanların karanlık taraflarını ortaya çıkarma potansiyelini bolca taşıyor.

bm1-shock

İnsan içindeki karanlıkla mücadele ederek gelişen ve olgunluğa ulaşan bir varlık. Bu karanlığı ister nefs-i emmare ister daha materialist bir ifadeyle altben veya bilinçdışı olarak niteleyelim sonuç değişmez,insan kendisini hayvanlara yaklaştıran bu yönüyle savaşmalı ve onu kontol altında tutmalıdır. Geldiğimiz noktada ve bundan sonra devam edecek gibi göründüğümüz yoldaysa içimizdeki karanlığı besliyor ve kontrolü ona bırakıyır gibi görünüyoruz. Bu öyle bir teknoloji ki onu kontrol edemeyiz, yönünü belirleyemeyiz, o bizim kendi karanlığımızı gördüğümüz aynamız.

Bu dizinin diğer bölümleri ile konuya devam edeceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.