3. Sene ve HER-AN’ın Misyonu
Feridun B. Kaya, 16 Kasım 2015Yolculuğumuza başlayalı 3 sene olmuş. 16 Kasım 2012 tarihinde “Başlarken-Biz Kimiz?” makalesi ile vira bismillah demiştik. İlgili makalede sitemizin kuruluş amacını sade bir üslupla dile getirmiştik. Geçtiğimiz 3 sene içerisinde, orada dile getirilen tehlikeli durumların adım adım ilerlediğini müşahede ederek yürüdüğümüz bu yolda ne kadar haklı olduğumuzu bir kere daha görmüş olduk.
Belki bu ilerlemeleri herkes bizim gibi görmüyor olabilir. Bu, belli bir konuya özellikle kulak vermek, almaçlarınızı belli bir yöne yönlendirmek ile alakalı bir hassasiyet olsa gerek. Bir kedinin bir farenin tıkırtılarını duyarak dikkat kesilmesi; bir köpekbalığının kilometrelerce uzaklıktaki birkaç damla kanın kokusunu alarak avına yönelmesi gibi bir şey.
Singularity ve transhumanizm akımlarının ilerleyişini ve hayata ait bütün birimlerde kendisine nasıl yavaş yavaş yer açtığını heyecanlı bir filmi seyreder gibi seyrediyoruz. Ama farklı bir durum var. Bizim seyrettiğimizin bir film değil; her geçen gün hayatın bütün birimlerine sızarak yayılmakta olan bir gerçek. Bu sızma ve ilerleyiş, onların mottosu olan “exponansiyel” bir ölçekte cereyan etmese de, oldukça süratli olduğunu söyleyebiliriz.
Misyonumuza Dair
Her-an sadece bir internet sitesi değil; aynı zamanda bir platform. İnsanlığı bir büyük tehlikeye karşı uyarma, bu tehdidin atmosferinde birlikte gelişen yeni durumlar ile alakalı alternatif fikir ve bakış açıları geliştirme üzerine birkaç dertli insan tarafından kuruldu. “Başlarken” yazısında bahsedilen bu tehlike -tekrar edersek- sadece bir şehri, bir ülkeyi ilgilendirmiyor. Tüm gezegeni içine alan ve daha önce bir benzerinin yaşanmadığına inandığımız bir tehlikeden bahsediyoruz.
Tehdit o kadar büyük ki, bazı idrakler tam bir çerçeve içine almakta zorluk çekiyor. Bu da, zihinlerinde, bu tehlike uyarısının biraz abartılı olduğunu; hatta bilakis, insanlık için büyük bir fırsat, büyük bir uygarlık hamlesi olduğu kanaatini hâsıl ediyor. İsabetsiz (bir açıdan) olduğuna inandığımız bu algı, bazen büyüklüğün çerçevelenmesindeki zorluktan kaynaklanıyor. Külliye değil cüz’i ye; külle değil cüze bakıyorlar. Bu yüzden külliyi ve küllü görmek ve göstermek zorunda olduğumuza inanıyoruz.
Bu yüzden bazı makalelerimizde, bazılarının yadırgayabileceği “irfanî” ve “metafizik” bir dil kullanıyoruz. Zira algılarımızı kısıtlayan ve zihnimizde bulunan bazı kilitli kapılar ancak “irfanî” ve “metafizik” görüşün sunduğu anahtarlarla açılabilir. Yoksa, insanlığın büyük kısmı, kendi zihin hapishanesinin içindeki labirentlerde kısır ve boğucu bir yaşam sürecekler. İşin özünde, pusulasız teknolojik toplum görüşü (Jacques Ellul), insanlığa matrix içindeki bir hamster faresi olmaktan başka bir şey vaad etmiyor. Singularity inşacılarının hedefledikleri “Bilinç Kıyameti” de tam olarak bu zaten.
Her-an platformu bu tehdide dikkat çekmeye çalışıyor. Öğrendikçe irkiliyor; irkildikçe “Bir şeyler yapmam lazım.” diyor. Bu yüzden okuyor, dinliyor, öğreniyor ve reaksiyonerciliğin kolaylığına takılıp kalmamak; alternatifler ortaya koymak istiyor.
Sorular Sorular…
“Reaksiyonerciliğin kolaylığı” dedik. Çünkü meseleler tepkilerle halledilecek kadar basit değil; aksine bir hayli girift. Singularity ve transhumanist düşüncenin temellerinden olan robotlar ve AI (Artificial Intelligence/Yapay Zeka) meselesine bir bakalım. Herhangi bir sebep ile robot yapmanın dinen “haram” olduğunu; AI hakkında çalışmanın ve inşa etmenin fıkıh açısından “caiz olmadığını” iddia edebilir misiniz? Hele bir de geleceğin muhtemel savaş senaryolarında DARPA’nın, Boston Dynamics (Google X)’in inşa etmiş olduğu Terminatör benzeri Petman/Atlas şeklinde robot askerlerin ve
Cheetah, BigDog, LittleDog, WildCat, Rise, SandFlea, RHex gibi “yeni varlıkların” daha gelişmiş halleri ile oluşturulmuş bir ordu karşısında, insanî zaafları ile (fiziksel, psikolojik) bizim ordumuzun karşı karşıya gelmesini ne kadar mantıklı bulabiliriz? Duymamazlıktan gelerek robot teknolojisine bigâne kalmak insafsızlık ve biraz da aptallık değil mi? “Düşmanın silahı ile silahlanmayı” salık veren bir dine müntesip değil miyiz? Askerlik bakış açısından sakıncalı olmayan (tartışılması gerek) robotik çalışmaların, dinî açıdan niye sakıncalı olduğu hakkında kim ne diyebilir… Sorumu açık bir şekilde tekrar edeyim:
“Robot inşa etmek ve bu robotik teknolojide ilerlemenin İslam açısından haram olduğunu söyleyebilir miyiz?”
Sınırsız Zekaya Sahip Olmak Caiz mi?
Yaşlanmak fıtrattan. Hıfz etme, hatırlama ve anlama kapasitesinin düşmesi de yaşlılıktan. Gözlük ve dinleme cihazı kullanan yaşlı bir insanın, beynine çip benzeri cihazlar yerleştirerek performansı düşmüş bu kapasitesini yükseltmek niye sakıncalı olsun?
Peki “Limitless” filmi ve dizisinde olduğu gibi NZT tarzı haplarla insan beyni kapasitesi arttırılması fıkhen sakıncalı mı? Alkol ve uyuşturucu gibi aklı örtmüyor ki. Tam tersi aklın daha yüksek kapasitede çalışmasını sağlıyor. Hukuk sistemlerinde 5 şeyin korunması (rakamlardaki ihtilaf gibi detay konulara girmiyorum) temeldir:
- 1) Din
- 2) Can
- 3) Akıl
- 4) Nesil
- 5) Mal
Zinanın haramlığı neslin; alkol ve uyuşturucunun haramlığı ise akıl gibi en kıymetli ve insanı insan yapan bir cevherin korunması hikmetine binaendir. (İllet ve hikmet farklılığı konusuna girmiyorum) Peki ya “Limitless” ve “Lucy” filmlerinde kurgulandığı gibi insan beyninin kapasitesinin artırımı ve %100 performansta çalışması mümkünse… Bu durum gerçekleşirse, yukarıda geçen 5 esas zarar görmüş olur mu? Dolayısı ile dinen sakıncalı olur mu? Ya başka sakıncalar doğurursa? Mesela o ilaçların kullanımının kontrolü meselesi… Bu kontrolün kimin elinde olduğu ve bundan kaynaklı oluşan yeni sosyal sınıflar ve aralarındaki otorite ve güç ilişkileri… Buradan zuhur eden yeni sosyal müesseseler ve bunların insanîliği… Peki İslam fıkhı bu konuda herhangi bir eleştiri getirebilir mi? Etikçiler, ahlak felsefecileri mi daha ön plana çıkacaklar?
E peki o zaman biz neye itiraz ediyoruz? Sakınca gördüğümüz meseleleri dayandırabileceğimiz bir paradigma var mı? Özellikle, çoğumuzun yazılarında göreceğiniz üzere, referans aldığımız İslam açısından açık bir haramlık da göremediğimize göre; -sahiden- tehlike ve tehdit iddiamızı biz ne ile ve hangi görüş ile temellendireceğiz?
Evet yepyeni bir gelecek bizi bekliyor. Yepyeni problemleri ve yepyeni fırsatlarıyla… İşlerin çözümü göründüğü kadar kolay değil. Rahatça haram ve dinen uygun değil diyemediğiniz meseleler nasıl olurda peygamberlerin binlerce yıldan beri uyardıkları bir zuhurun en temel argümanlarından olabilirler? Bu düğüm nasıl çözülecek? İşte Her-an’ın misyonlarından “biri”.
“3. Sene ve HER-AN’ın Misyonu” yazısına 3 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Hani hemen hepimizin kulağına çalınmış bir hatıra var. Özetle; güneşin doğup battığı her yere Gönüller Sultanı’nın ismini ulaştırmayı gaye edinmiş gönül erleri gittikleri beldelerden bir tanesinde bir Allah’ın kulu tarafından şöyle karşılanıyorlar; “sizi hem çok seviyor, hem nefret ediyorum. Seviyorum çünkü bana yaratılış gayemi, gönlümün kıblesini öğrettiniz. Nefret ediyorum çünkü babam bir kaç yıl önce vefat etti. Ömrünü arayış içinde geçirdi. Ve bu hakikatleri bilmeden bu dünyadan göçtü gitti. Neden ona yetişemediniz?” Kıymetli dertli ağbeylerim, bu hatıra sizin sorumluluğunuzun yanında devede kulak. Şayet bunca bilgiyi benim gibi talihsizler gibi “tecrübe ederek” derlemediyseniz, elinizin altında deruni kaynaklar, önünüzde zaman ve dahası bunları danışmak için etrafınızda gönül ehli alim insanlar varsa ve siz tutup da şu sene hala şunları yazıyorsanız size hakkımı helal etmekte iki kez düşünebilirim. Ne hakkın var diye sorabilirsiniz. Belki biliyorsunuz, bilmiyorsanız da bu teyakkuzla (!) yakında öğreneceğiniz kesin.
Belki yorumum makale ile alakasiz olacak ama, benim de bu “Ölüyü diriltmek” konusunda Onaltiyildiz.com’a bir yorum atmistim, ve ozaman soruma bir cevap bulamamistim:
“Ruh dondurulan bedene geri döner mi?
Oktan Hocam bir videosunda Semseddin Yesil Hz. lerinin bir gazete makalesini göstermisti ve gelecekte bilimsel olarak ölülerin diriltilmesinin mümkün olacagi bunun muradullahta oldugunu belirtmisti.
Benim anlamadigim husus; dondurulan ve yillarca bekletilmis bir vücuda Ruh döner mi?
Misal olarak, adamin biri ölüyor, bedeni organlari cürümesin diye donduruluyor. Teknoloji ile zarar gören veya ölümüne sebep olan organlar yenileriyle degistiriliyor. Buraya kadar tamam.
Simdi.. adam diriliyor diriliyor da.. Münker ve Nekir melekleri adami sorgularken bu adamin Ruhu nasil olur da sorgunun ortasinda bedenine geri dönüyor?”
tespitlerin yerindeliğine karşı söylenebilecek tek bir söz bile olamaz gibi. ama açılım yapılması ve detaylandırılması gerekmekte gibi. bunu da her branşın eğitmeninin katkılarıyla çözülebilecek bir mesele gibi. makalede ki dehşet veren videoları Feridun B. Kaya’nın “Tarihi Kazılarda Singularity İzi” http://her-an.org/2015/11/tarihi-kazilarda-singularity-izi/ adlı makalesinde izlemiştik. bunlardan geri kalmak bunların ilerisini düşünememek kendi geleceğimize kurşun sıkmak anlamında olacaktır. Beynin %100 kullanılması ile ilgili olarak burada hap kullanımını iyi analiz etmek gerekir gibi. Hap’ın bedene intikali ve “Zihnin okuması şeklinde çok basit özetlenebilir. Zihin gelişimi bedenin keşfedilmesi ile alakalıdır.” diye bir sonuçta çıkarabiliriz. Kuran da geçen ” Kur’an, Hüküm ve Hikmet Sahibi” kelimeleri üzerinde çok düşünülmesi gerekir gibi. Beden, Kader ve Zeka birbirinden ayrılmaz gibi. Hap ın kapasite arttırması beden üzerinde etkili olabilir fakat bunu, bir araba yapımında tek tek parçaların hangileri olduğunu bilmeyle eşleştirirsek, direksiyon yerine tekerleği koymayacağımız anlamına da gelmiyor. aslında burada yazılacak çok şey vardır ve daha da açılabilir. teşekkürler..