Homo Faber ve Hayvana Hamile Olmak – 1

, 21 Aralık 2015

Yazmaya mecbur hissediyorum kendimi… Zira çok dağıldım. Toparlanmam için; kafamda oraya buraya saçılmış bilgi karmaşasını bir hizaya sokmak, onları toparlamak, dosyalamak ve dosyaları ait oldukları raflara dizmek için yazmam lazım. Bu kadar dağınıklık ve karmaşa kalbimi de dağıttı. Dağınık kalbimden gerekli randımanı beklemek bir kuruntu sadece…

“Kırık aynada bütün aranmaz.” Hani meşhur klişedir; ev sahibi kiracısının kapısını çalar ve o meşhur cümleyi söyler: “Çıkmanız lazım, oğlum Almanya’dan (yada memleketten) gelecek.” Eğer daha önce bir hazırlığınız yada benim gibi gidecek bir köyünüz, memleketiniz yoksa paniğe düşersiniz. Aynen öyle de; kiracı olarak, emanet olarak kullandığımız kalbimizin kapısını bir gün “Ev sahibi”(Malik-ül mülk) çalsa ve dese “Çıkmanız lazım. Asıl memleketiniz olan “Hiçlik alemine” geri dönmeniz gerekiyor. Habibim (sallallahu aleyhi vessellem) gelecek zira…” dese ben bu dağınık, harap edilmiş; heryerine kitaplar ve dosyalar saçılmış evi nasıl yüzüm kızarmadan iade ederim? Ha bir de memleketime dönecek yürek ve dermanda yoksa… Fakat evi ve kütüphanemi toparlarsam, eve teşrif edecek olan Habib-i Huda (sallalahu aleyhi vessellem) beni sokakta bırakmaz. Ya beni de yanına alır, yada tutar elimden memleketime götürür. Evet, toparlanmam için yazmaya mecburum.

Peki Yazı Nasıl Toparlıyor?

Lazım olduğu zaman gerekli olan dosyaları ve dosyalarda hizalanmış bilgileri kullanabileceğim muhteşem ve sırrı keşfedilememiş bir teknolojiye sahibim. Bu öyle girift bir teknoloji ki bunca senedir tecrübe etmeme rağmen ben bile nasıl kullandığımı bilmiyorum. İstiyorum ve oluyor sadece. Herhalde ruhumun “alem-i emr”e ait olmasından kaynaklı bir özellik bu… Emrediyorum ve oluyor. Emrolunan şeyin gerçekleşmesi ise, herhalde ruhumu üfleyene ait bir tecelli olsa gerek…

İstiflenmiş ve dosyalanmış bu bilgileri oradan düzenlice çıkarma teknolojisine “kuvve-i müzekkire” deniyor. O bilgilerin kayıtlanması teknolojisi ise “kuvve-i hafıza”… Hele bir de gerekli düzenlemeler yapılmış zengin bir kütüphane varsa dimağınızda, daha da sırlı bir teknolojiyi kullanabiliyorsunuz: “Tedai”; yani “çağrışım”. Kim çağırıyor, nasıl çağırıyor, nereden çağırıyor, neyi çağıracağını nereden biliyor? Bilmiyorum. Bir sır. Şairler oldukça nasipliler bu teknolojiden.

Başka teknolojiler de var. Mesela “kuvve-i hayaliye”. Resmen kafanızda film oynatabiliyorsunuz. Senaryo size ait. Yönetmen sizsiniz. Işıklandırma, set işleri… Hepsi çok ucuz ve çok çabuk bir şekilde sadece size ait. İstediğiniz oyuncuları bedava bir şekilde istihdam edebilirsiniz. Peki nasıl yapıyoruz bu hayal etme işlemini hiç düşündünüz mü? Bilimciler “AI”(Yapay Zeka)üzerine çalışıyorlar ve bir gün makinelerin düşünebileceğine inanıyorlar. (Onların imtihanı da “Turing test”) Peki hayal eden makinaları hayal ediyorlar mı? Daha hayali nasıl “kurduğumuzu”, “kurguladığımızı” bilmiyoruz. Düşünürken (Kuvve-i müfekkire) bilmeden gerçekleştirdiğimiz o muamma, hayal kurarken de mevcut: Nasıl arka arkaya getiriyoruz fotoğrafları, fikirleri? Kendi bedeninin mülkiyet ve idaresinin kendinde olduğunu vehmeden “kürtajist”lerin kulağı çınlasın ve izah etsinler nasıl iki tane bilgiyi kafalarında tutup sonra da ikisini arka arkaya getirmeyi başardıklarını…

Alet Kullanamayan İnsan Olarak Hayvan

Bana emaneten verilen kalp evini mamur etmem biraz da bu teknolojiyi iyi kullanmama bağlı. Teknoloji kelimesi yunanca, alet ve sanat mantığı/bilimi gibi bir mânâya geliyor kabaca… Alet üretebilmek yada mevcut aletleri kullanabilmek. İnsan için bazıları “alet kullanan hayvan” demişler. Bence halt etmişler. Belki hayvan -bir açıdan- alet kullanamayan (düşünemeyen, imtihan olmayan,..) insandır. Zira kainat insandan yaratılmıştır. Hakiki insan-ı kâmil olan Hz. Muhammed Mustafa (sav) Hz. Cabir’e; “İlk yaratılan şey senin peygamberinin nurudur.” buyurmuşlardır. (Bu konuda alimler arasında bir ihtilaf olsa da hikmet, irfanî görüş ve metafizik açısından hakikatin tam ifadesi olarak görüyorum. Ama bu makale bunun delillendirilme yeri olmamasından mevzuya girmiyorum.)

Dolayısı ile bütün madde alemi, bitkiler, hayvanlar da o nur’dan yaratıldıkları için hepsinin o nur’dan bir payı, bir nasibi var. Uyuyan bir insan bitkisel bir hayat yaşıyor gibi gözükse de, asıl, bitkiler uyuyan bir insanın özelliklerini kendilerinde barındırıyorlar demek daha doğru. Yiyen, içen ve cinsî münasebette bulunan bir insan hayvanî özellikler gösteriyor gözükse de, asıl, hayvanlar bu fiilleri işleyen ve işleyebilen insanın özelliklerini kendilerinde taşıyorlar demek daha isabetli. Yani tüm vasıfların kaynağı insandır. Çünkü kainat insanın aslı olan nur’dan yaratılmıştır.

Yukarıdaki paragrafta “bir açıdan” kaydını özellikle kullandım. Çünkü hayvanlar arasında çok kısıtlıda olsa alet kullanma özelliğini görebiliyoruz. Ne var ki bu özellik, kendi kendini geliştiremeyen ve sadece o hayvan türüne mahsus belli bir aleti kullanma şeklinde cereyan ediyor. Kunduzların ağaç dallarından baraj yapması ve maymunların yine dalları sadece belirli birkaç amaç için kullanması gibi.

“Bir açıdan” kaydını kullanmamın bir diğer nedeni de insanı hayvandan ayıran hususun alet kullanabilmesinden ibaret olmamasıdır. Daha birçok özellik daha var ki insanda mevcut ve hayvanda yoktur.

İnsana ait özelliklerin bazılarının hakkını veremeyen; bir manada kendinde bulunmayan insanlara “hayvan” diye hakaret edilmesi toplumlarda nadirattan değildir. Nezaket bir insan vasfıdır. Nezaketten mahrum bazılarına bu şekilde hitap edilmesine halk arasında çok rastlanır. Düşünmek insana ait bir özelliktir. Aklını kullanmayan insanlara da bu şekilde hitap edildiğine rastlarız. Birbirleri ile hukuksuz ve insafsızca mücadele eden insanların durumunu vahşi hayvanlara ve böyle vahşi bir yaşantının gerçekleştiği ortamlar hakkında da “burada orman kanunları geçerli” deriz.

Yani insan kendi donanımına ait bazı vasıfları (isterseniz “aplikasyonları” da diyebiliriz) kullanmadığı anda varlık hiyerarşisinde daha alt bir konumda bulunan “hayvan” ile tavsif ediliyor ve bu daha çok hakaret niyeti ile yapılıyor. Elbette hayvan hakir bir varlık değildir. Hatta birbirimize hayvan isimleri ile hakaret niyetiyle hitap etmemiz, onların da; yani hayvanların da hakkına girmek olabilir. İnsan “en şerefli varlık” ise (eşref-i mahlukât), hayvan da “şerefli varlık”tır. Şerefin yitirilmesi, kendinde bulunan aplikasyonların değerlendirilememesi ile alakalı bir meseledir.

Evet, -bir açıdan- “hayvan, alet kullanamayan insan” demektir. İnsana emaneten verilen görme, işitme ile vazifeli organlar birer alettir. Yukarıda saydığım kuvveler de (kuvve-i müfekkire, kuvve-i müzekkire, kuvve-i hayaliye, kuvve-i hafıza vs…) birer alettir. Dolayısı ile bu aletleri hangi amaç için yaratılmışlarsa kullanmak insan olmamızın gereğidir. Aksi halde “hayvan, alet kullanamayan insan demektir.” hükmüne mâsadak olur. Çok mu ağır oldu?

“Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki
onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrak etmezler;
gözleri vardır onlarla görmezler;
kulakları vardır onlarla işitmezler.
Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.” Araf/179

“Homo Faber ve Hayvana Hamile Olmak – 1” yazısına bir yanıt var

  1. Haltun demiş ki: ( 12 Şubat, 2016, 23:59)

    Kuvve-i kudsiye bunların hepsini kapsıyor diyebilir miyiz?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.