Black Mirror – 4
Murad Ünal, 17 Şubat 2016İnsan anı biriktirmeye düşkün bir varlık. Teknoloji geliştikçe bu iş daha kapsamlı bir hale geldi. Eskiden insanlar sevdiklerini kaybettiklerinde mektuplarını,belki bir kaç parça eşyasını saklar,böylece onları anılarında yaşatırlardı. Fotoğraf makinesinin icadı ile artık görüntüleri de saklamak mümkün oldu. Projeksiyon cihazının icadıysa yeni bir devrin kapsını açtı. Yıllar önce ölen insanlar sesleri ve görüntüleri ile karşımıza çıkabiliyorlar. Günümüzde hepimizin görüntülü bir kaydı var. Herkes elindeki telefonla istediği gibi video kaydı yapıyor. Peki bu görüntüler canlansa sadece birer anı olmaktan çıksa ve sizinle konuşsa! Pek akıl almaz bu ihtimal ya o kadarda akıl almaz değilse! Akıllı bir yazılımın kişinin sanal ortamdaki tüm paylaşımlarını toplayıp karakter analizi yaptığını ,böylece ölen kişinin davranışlarını, çeşitli sözler ve durumlar karşısındaki tepkilerini taklit ettiğini hayal edelim, adeta ölenin ruhuyla temas kurmak gibi bir şey. Bir adım daha ileri gidip bu sanal ruha bir beden bulduğumuzu düşünelim, işte ölümden dönmüş bir insan!
Genç ve birbirlerine çok bağlı çift kırsalda mutlu bir hayat sürmektedirler. Doğa içinde geleneksel bir yaşam sürseler de özellikle akıllı telefonlarından bilgisayarlarından vazgeçmiş değillerdir. Bir gün adam kaza sonucu hayatını kaybeder. Genç kadın bu beklenmedik kayıp karşısında büyük bir yıkım yaşar. Üstelik kısa süre sonra hamile olduğunu öğrenir. Kocasına en çok ihtiyaç duyduğu dönemde onu kaybetmiştir. Ama teknoloji bir seçenek sunmaktadır. Akıllı bir yazılım, bir tür yapay zeka kocasının sanal ortamdaki bilgilerini tarayıp onu taklit edebilmektedir. Çaresizlik hissi ve yaşadığı travma kadını bu sanal varlıkla iletişime geçirir. Başlangıçta sadece yazışarak kurulan iletişim zamanla ete kemiğe bürünür. Bir süre işler yolunda gidiyor gibi görünse de gerçek kendini hissettirecektir. Kadının teselli bulmak için çıktığı yolda işler umulmadık bir hal alır. Zor bir karar vermesi gerekecektir.
Ölüm insanın çaresizliğini tam anlamıyla hissettiği bir durum. Gılgamış gibi destanlar ölümsüzlüğü arayan insanların maceralarını anlatır. Mitlere baktığımızda insanın ölümü yenme arzusuna dair pekçok şey görürüz. Peygamber mucizeleri insanlığın ulaşabileceği son noktayı işaret eder. Bir insanı hayata döndürme mucizesi bir gün teknoloji ve bilimdeki gelişmeler sayesinde mümkün bir sonuç gibi görülmeye başlanabilir. Ancak gerçekte ölüm kapısını kapatmak mümkün değildir. Ancak ölümün yenildiği zannına yol açmak belki geçici bir süre için mümkün olabilir. Bölümün kahramanı kadın da gerçeği bir süre sonra kabul etmek zorunda kalacaktır. Kocası gitmiştir ve her ne kadar kocası gibi görünüp konuşsa bile karşısında sadece ruhsuz bir makina vardır. İnsanı insan yapan şey ruhtur ve bunu yaratacak bir teknoloji yoktur.
Modern toplum uzun süredir kutsal kaynakları referans almaktan vazgeçti. Kutsalı gelişimin önünde engel, ayakbağı olarak gördü. Elbette bu düşüncenin haklı sebepleri vardı. İnsanlık, kutsal adına hareket ettiğini söyleyen kişiler tarafından esir alınmış,düşüncenin önüne aşılamaz engeller konulmuştu. Aklın öne çıkarılmasıyla düşüncenin önündeki bentler yıkıldı ve birçok alanda büyük bir gelişim gözlendi. Düşünceyi boğan baskının aşılmasının olumlu sonuçları oldu olmasına ama insan çoğu kez olduğu gibi dengeyi sağlamayı başaramayıp kutsalı hayatından çıkararak ya da en azından cüceleştirerek bir uçtan diğerine savruldu. Aklı ve aslında deney ve gözlemden oluşan tecrübi bir birikimden ibaret olan bilime önem vermekle kalmadı onları putlaştırdı. Akla en aykırı olan ise aslında bu tutumdu. Yaşanan bir kibir patlamasıydı. İnsanın herşeyi yapabileceği adeta tanrılaşabileceği sanıldı ki zaten bu zannın felsefi kökleri de mevcuttu. İnsanın acizlik dönemi bitiyordu. Ancak zamanla bu coşkular etkisini yitirmeye başladı. Bilim ve teknolojinin gelişmesi her sorunu çözmüyor, ille de dünyayı daha iyi bir yer haline getirmiyordu. İnsan aczini yeniden hissediyordu. Acz hali insan için sabit ve değişmez bir durumdu ve varlığının ayrılmaz bir parçası,cüzüydü. İlahi ,aşkın bir güce teslim olmak bir ihtiyaçtı. Onca ilerleme bu gerçeği değiştirmemişti. Modern aklın(kibrin) tahammül edemeyeceği bu durumda yardıma yeni teknolojiler yetişti. Bu teknolojiler en azından teoride öyle büyük imkanlar sunma potansiyeline sahiplerki ölüm gibi değişmez sabiteleri bile değiştirebilirler. Kısa bir zaman önce google’ın ölümü yenebileceği fikri bile öne sürülebildi. Anlaşılan o ki teknoloji ve genetik çalışmalar belki bir noktada kesişip ölüme geçici bir hayat rengi verilecek ;şimdi insan kadim felsefenin söylediği yola girebilir,teknoloji onu “tanrılaştırabilir”(!) Gerçekte ise elimize geçecek olan sadece bir süreliğine kendimizi avutacağımız bir oyuncak olacaktır. Bazı kapıları kapatmanın, insanı insan yapan nitelikleri değiştirmenin yolu yoktur. Gerçeği sahte ile ikame etmenin imkanı yoktur. Dizideki ana karakterinde öğrendiği gibi çölde görülen serap susuzluğu gidermez. Aynadaki suret aslın yerini asla tutamaz.
“Black Mirror – 4” yazısına 2 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Sanki Aynalı Baba’nın aynası nurani bir ayna… Vücud (varlık) alemlerine sevkediyor insanları.
Black Mirror ise adem (yokluk) alemlerine işaret ediyor ve oraya ayinedarlık ediyor sanki…
Mehmet Aydemir enteresan bir meseleyi farketmiş.
Tebrikler.
Dizinin adı neden siyah/kara ayna?
Ayna sinema-televizyon dilinde gerçeklik algısında sık kullanılan bir nesne sanırım. Matrix’de Neo’nun aynaya dokunması ve o anda gerçekliğin kaybolarak aynanın vücudunu sarması geliyor aklıma. Belki çok alakasız ama Aynalı Baba’nın neyini üfleyerek Raci’yi hayal dünyasına götürmesi var. Bilemiyorum..
Aynanın başındaki sıfat ise teknolojinin yol açacağı kara günleri gösteriyor sanki.
Ayna sembolizmine hatta biraz daha ileri gidersek aynanın hakikatine dair bir yazı okumak isterdim