Genel Bakış: Anime

, 3 Şubat 2016

MEHMET POLAT – Son yıllarda çıkan bir takım anime ve mangalara bakalım ve Burada işlediğimiz konularla ilgili bir şey var mı diye kontrol edelim. Eğer serilerden birini izlemek istiyorsanız açıklamaya bakmamanızı tavsiye ederim çünkü ne var ne yok anlatacağım. Spoiler istemeyen varsa yazının bu kısmını atlasın. Birçoğu gerçekten kaliteli seriler. İzlemek isteyebilirsiniz.

Eve no Jikan (2008)

İnsansı robotların her evde bulunduğu ve insanlara hizmet ettiği yakın bir gelecekte geçen anime robotların aslında ne olduğuyla ilgili doğrudan sorular soruyor.

Animedeki insansı robotlar insandan ayırt edilemeyecek dış görünüşe sahip ve birçoğu fiziksel olarak insandan çok daha üstün. Anime bunu ana karakterin robotların bu konuda daha başarılı olduğu için piyano çalmayı bırakmış olması ile anlatıyor. Bu bir takım siyasi tartışmalar doğurmuş ve hakim olan siyasi gücün kanunları doğrultusunda bütün robotlar dışarda gezerken kendilerini insandan ayıracak şekilde davranmak zorunda.

Robotlar dışarıdayken insan olmadıklarını belli etmek durumundalar. Bunu hiçbir duygusal davranış göstermeyerek ve kafalarındaki halelerle sağlıyorlar.

Girdikleri her mekanda orada ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini gösteren yönergeler  var ve robotlar buna ayak uyduruyor. Bunun için programlanmışlar.

Konumuz giriş yönergesinde “Burada insanlar ve robotlar arasında ayrım yoktur. Robotlar insan gibi davranmalıdır” yazan bir kafede geçiyor. Kimin kim olduğunu bilmeyen insanların robotlara bakışı üzerinden bir takım sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor.

Anlatılmaya çalışılan şey robotların bir çeşit ruh geliştirmiş olması ancak bunun insanlığın kalanından saklanmaya çalışılıyor olması.

İşleyişine baktığımızda doğru yapılmış bir argümantasyon örgüsü göremeyeceğimiz animede robotların davranışları üzerinden insana ne kadar yakın oldukları gösteriliyor. Birbirlerine aşık gibi davranan robotlar ya da robot gibi davranmadığında çok dışa yönelik ve sosyal, robotken ise üzgün hareket eden robotlar.

Knights of Sidonia (2009)

Dünyanın yok edildiği uzak bir gelecekte insanlık dev bir uzay gemisi ile yeni gezegenler arıyor. Dünya “gauna” isminde şekil değiştirebilen dev uzaylı organizmalar tarafından yok edilmiş.

İlginç anekdotlardan biri animedeki insanlığın fotosentez yapabiliyor olması. Bunu gen mühendisliği ile sağlamışlar. Ana karakter sonsuz yaşam için yapılmış bir klon. Ölümsüzlüğü bulmuş olan ancak bunu topluma göstermeyen elit bir kesim var. Ayrıca animede gauna-insan karışımı hibrid organizmalar var.

Tamamen birbirinin klonu olarak üretilmiş insanüstü güce sahip karakterler var. Ayrıca animenin ana karakterlerinden biri seride cinsiyet değiştiriyor.

Dennou Coil (2007)

Anime google glass benzeri sahte gerçeklik gözlüklerinin yaygın olduğu yakın bir gelecekte geçiyor. Gözlükler takılıyken görülebilecek bu ikincil gerçeklikte şehirde olan her türlü obje tanımlı. Yeni bir şey eklendiğinde her bölge güncelleniyor. Anime gerçek dünya ile etkileşimli ve sadece gözlüklerle görülebilen sanal varlıklardan bahsediyor. Tabi ki tamamen dijital olan bu dünyada bir takım buglar ve hatalar ortaya çıkabiliyor.

Yalnızca gözlüklerle görülebilen dijital yaratıklar animenin kilit noktalarından biri

Animemin odak noktası bu dünyada yaşayan 12 – 13 yaşında çocuklar. Sanal gerçeklik gözlükleri onlar için yalnızca birer oyuncak. Bazılarının sadece gözlüklerle görülebilen sanal evcil hayvanları var. Bu hayvanlar programları gereği gerçek bir evcil hayvan gibi doğuyor, yavru bir hayvan olarak zaman geçiriyor ve hatta yaşlanıp ölebiliyorlar.

Ana karakterimizin çok sevdiği evcil hayvanı dijital bir köpek.

Anime daha ilk bölümünde bu temanın çok daha ötesine geçiyor. Bu sanal hayvanlar gerçekte olmayan ve gözlüklerle görünmeyen, tamamıyla sanal belirli bölgelere girebiliyorlar. Bu bölgelerin bir çoğu sistemdeki hatalardan dolayı ortaya çıkıyor ve bir sonraki güncellemede siliniyor.

Animedeki en ilginç kısım ise şöyle: Bir takım özel yapım sanal gerçeklik gözlükleri kullanılarak insan şuuru da bu tamamıyla sanal bölgelere aktarılabiliyor.

Sword art Online (2009)

“Sword art online” ya da “SAO” bu animenin dünyasında yeni çıkmış olan bir oyunun ismi. Bu dünyada insanlar kafalarına giydikleri bir sanal gerçeklik cihazı ile oyun dünyalarının içine girebiliyorlar.

 

Animede kullanılan sanal gerçeklik başlıklarından birisi.

Animede bir oyun tasarımcısı çıkış tuşunu iptal ederek oyuncuları bu oyun alemine kilitliyor. Ayrıca VR cihazına eklediği birkaç özellikle oyuna yeni kurallar ekliyor. Oyundan zorla çıkarsanız ölürsünüz. Oyunda ölürseniz gerçek dünyada da ölürsünüz. Oyunda çektiğiniz acılar gerçek acılarla aynı olacak ve oyunu tamamlayıp gerçek dünyaya dönmenin tek yolu en son seviyeye ulaşıp son düşmanı yok ederek oyunu bitirmek. (Son boss’u kesmek.)

Bu yeni kuralların fark edilmesiyle animenin başında cennet gibi gösterilen sanal gerçeklik ortamı bir çeşit cehenneme dönüşüyor.

Animede bu ve tamamen dijital karakterler gibi bir takım basit fikirlerden ilerisi pek yok. Hatta bu çerçevenin ötesinde 17 yaşında bir çocuğun kafasında kuracağı bir fanteziden daha derin ya da tutarlı değil.

Ergo Proxy (2006)

Hikayenin geçtiği yer uzak gelecekte atmosferin tehlikesinden dev bir kubbe ile korunan Romdeau şehri. Binlerce yıl önce olan bir felaketten sonra dünya yaşanmaz hale gelmiş ve yaşam artık sadece bu dev kubbe yapılarda mümkün.

Şehirdeki yönetim tek bir idareci ve ona bağlı olan farklı şubeler şeklinde.

insanlığın sınırlı yaşam alanı olan şehirlerden bir tanesi

Ana Karakterimiz olan Re-L ve yardımcısı autoreiv iggy.

Şehrin sakinleri insanlar ve AutoReiv denilen androidler. Bu AutoReivler teknik işlere yardımcı olmak, çatışmalara gönderilmek ve genel olarak insanlara hizmet etmek için farklı alanlarda özelleşmiş varlıklar.

Anime boyunca bu dünyadaki yaşam ile ilgili birçok küçük ayrıntı öğreniyoruz. Çok uzun bir süre öncesinde yapay rahim üretimi başarılmış ancak insanlar hala aileleriyle biyolojik olarak bağlantılı. Bu tip şehirlerde yaşayan insanların hiçbiri doğal yoldan çocuk sahibi olamıyor. Yeni bir insan “üretildiğinde” tamamen spesifik bir amaçla üretiliyor ve bu amaç (animede defalarca raison d’être olarak ifade edilmekte) onun daha sonrasında toplumda yapacağı her şeyi tanımlıyor.

Hikayemiz AutoReivlere bulaşan bir virüs ile başlıyor. Ana karakterimiz Re-L (Real) autoreivleirn işlediği cinayetleri araştırırken bu virüsün robotlara şuur veriyor olduğunu buluyor.

Evet, bu mantığa göre şuur dediğimiz niteliksel olgu kazara ortaya çıkabilecek bir şey. Bu saçmalıktan ilk bahseden anime bu da değil.

Hikaye boyunca karakterlerimizi pino adında bir autoreiv (bahsedilen şuur virüsü bulaşmış küçük bir kız formundaki bir robot) takip ediyor.

Hikaye boyunca sürekli güler yüzlü ve çocuksu davranan autoreiv pino

Hikayenin sonrasında bu dünyanın nasıl kurulduğuna dair bir takım verilere ulaşıyoruz.

Anime bu post apokaliptik dünyada proxy denen varlıklardan bahsediyor. (Sözlük anlamı: vekil) Anime boyunca başlangıçta korkunç canavarlar olarak görünen bu varlıklarla ilgili birçok şey öğreniyoruz. Proxyler yok olmaya yüz tutmuş dünyada hayatın devam ettiği kubbelerin yaratıcısı ve koruyucusu.  Ayrıca birçok yerde onlardan “hayat kaynağı” olarak bahsediliyor.

Proxilerden biri

Gezegende daha önceden teknolojik açıdan çok gelişmiş olan insanlar yaşıyormuş. Gezegen yok olmaya yüz tuttuğunda insanlık gezegeni terk etmeden önce hayatın devam edebilmesi için bu “tanrısal” varlıkları geliştirip dünyanın farklı yerlerine bırakmışlar. Proxy’ler bu insanlardan “yaratıcılar” olarak bahsediyor.

Robotlardan “şuurlu” yaşam formu olarak, şuurdan da kazara ortaya çıkabilecek bir yan ürün olarak bahseden bu konsept aslında çok da yeni değil. Sonraki örneklerde göreceğiniz gibi.

Serial Experiments Lain (1998)

Bu seri içine kapanık 14 yaşında bir kızın (İvakura Lain) yakın zamanda intihar eden arkadaşından (Yomoda Chisa) bir e-mail almasıyla başlıyor. Bu e-mailde Chisa ölmediğini yalnızca fiziksel vücudunu terk ettiğini ve sanal dünyanın derinliklerinde hala hayatta olduğunu, hatta orada tanrıyı bulduğunu yazmış.

Seri bütün komünikasyon araçlarının bağlı olduğu  ve bilinç dışı bir şekilde bütün insanlık ve makineleri birbirine bağlama özelliği olan “wired” denen bir sistemden bahsediyor. Bu sistemin geliştirilmesi ve bilgi denilen olguyu bu varlığın tamamıyla kapsamasıyla gerçek dünya ve dijital dünya arasındaki bağın tamamen kaybolması seride vurgulanan fikirlerden biri.

Hikayede Masami Eiri denen bir adamdan bahsediliyor. Masami Büyük bir yazılım şirketinde yeni bir internet protokolünün gelişiminde yer alan bir proje yöneticisi. Projeye gizli bir kod ekleyerek bu yeni kablosuz protokolde olanları kontrol altına almayı amaçlamış. Masami daha sonra kendi beynini ve şuurunu bu yeni protokole yükledikten sonra intihar etmiş.

Ana karakterimiz Lain ve sürekli upgrade ettiği bilgisayarı

Animede kullanılan işletim sisteminin logosu

Seride Masami, Lain’in gerçek dünya ile bu “wired” dünyası arasındaki bir varlık olduğunu ve kendisi gibi fiziksel varlığını bırakması gerektiğini söylüyor ve seri boyunca Lain’i ikna etmeye çalışıyor. Serinin devamı Lain’in “wired” dünyasında farklı bir karaktere sahip olduğunu fark etmesi ve insanların hafızalarını ve realiteyi değiştirme gücüne sahip olduğunu anlaması gibi olaylarla sürüyor.

 

Seri boyunca Lain’in odasının değişimini ve kablolarla istila edilmesini görüyoruz

Wired dünyasının “tanrıçası” olmaktan en başında korkan Lain, en sonunda etrafındaki herkesin hafızasından kendini silip iki dünyada da her yerde ve her zaman var olan değişmez bir varlığa dönüşüyor.

Ghost in the Shell (manga – 1989 ilk anime adaptasyonu – 1995)

Birçok anime hayranının konuşmadan duramayacağı sözüm ona “çok derin” olan örneklerden birine geliyoruz. Bu animeyi diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri kalitesi ve daha da önemlisi çıkmış olduğu nispeten erken tarih.

Animasyon kalitesi ve işçiliği neredeyse kusursuz olan bu filmde (Özellikle serinin ilk filmi, devam filmleri ortaya konan fikrin ayrıntılı bir açıklaması gibi) çok yeni ve zamanın insanı için rahatsız edici olabilecek fikirler serbestçe ifade edilmiş.

Başlangıçta animenin geçtiği zamanı açıklayan ifade çok ilginç. “Siber teknolojinin çok ilerlediği ancak hala devletlerin ve ırkların gereksizleşmediği bir zaman.”

 

Anime, böyle bir zamandaki bir emniyet birimini anlatıyor. Neredeyse bütün insanların robotik organlara sahip olduğu ve birçok insanın beyninde dijital implantlar olan bir zaman diliminden bahseden animede bu tür bir zamanda olabilecek sıkıntılar son derece duru bir dille anlatılmış.

Dijital sistemler hatalara açık. Ayrıca dışarıdan müdahale ile bu sistemlerin hacklenmesi mümkün. Bu olgu insanların zihinlerine sahte anılar yüklenmesinin mümkün olmasıyla anlatılıyor. Animede bazı insanlar yalnızca bu tip sahte verilerle kontrol edilen kuklalar.

Filmin başında bu tip implantlara sahip olmayan biri ekibe alınıyor çünkü ana karakterlerimiz direk bilgi ağına bağlı oldukları için sistemdeki hacklenmelerden etkilenmeyecek birisi gerekli.

 

Ana karakterlerimizden birisi beyninin bir kısmı dışında tamamen robotik bir vücuda sahip. Ruhu veya şuuru olup olmadığıyla ya da bunların ve kimlik gibi insan için önem ifade eden şeylerin aslında ne olduğuyla alakalı sorular tamamıyla sahte anıların oluşturulabileceği bu dünyada tekrar soruluyor. Karakterlerimizden birisi diğerine beyninin bir kısmının insan beyni olduğu için hala ruha sahip olduğunu söylemesi de önemli notlardan birisi.

Son olarak insanlığın bağlı olduğu dev bir bilgi networkünde bir çeşit hata gibi oluşmuş şuuru olduğunu iddia eden ve kendini bir robota “upload” eden tamamen dijital bir varlıktan bahsediyoruz. Yine bu varlık şuurlu olup olmadığını kanıtlayamayacağından çünkü şuurun günümüz bilimi tarafından anlaşılmadığından bahsediyor. Başka bir yerde kendini hatalara karşı güçlendirmek için biyolojik varlıkların yaptığı gibi eşeyli bir şekilde üreyerek karmaşıklık düzeyini ve varyasyonlarını arttırması gerektiğini söylüyor. Genetik kodun yalnızca karmaşık kimyasal bir bilgi sarmalı olduğundan bahsediyor. Bu karmaşıklık düzeyine sahip olan canlılara saygı duyuluyorsa kendi karmaşık dijital varlığına da aynı şekilde saygı duyulması gerektiğinden bahsediyor ki bu da anime deki en kilit repliklerden biri.

Bu örnekle ilgili eklemek istediğim bir şey de gerek çekim teknikleri gerek yönetmenlik olsun Matrix filmiyle benzerliği dikkat çekici. Benzer akılların yaptığı işlere benziyor olmaları aralarındaki kısa zaman dilimini ve sonradan japon stüdyolarıyla birlikte yapılan animatrix serisi ile birlikte ele alındığında size ne düşündürür bilmiyorum.

Bu serinin 2017’de Hollywood tarafından “live action” filminin yapılması planlanıyor.

Benzer konseptlere sahip başka birçok çalışmadan bahsetmek de mümkün. Neon genesis Evangelion, texnolyze, gantz… liste uzayıp gider. Bu örnekler yalnızca sektörde neye dokunulmuş olduğunun küçük bir özeti.

Sanıyorum ki anime sektörünün -bazıları nokta atışı olacak şekilde- her türlü transhumanist etkiyi barındırdığına ikna olmuşsunuzdur. Ancak neden böyle? Görünmez bir el onları bu yöne mi çekiyor? Japon kültürü bu tip değişimlere daha mı müsait? Yoksa başka açıklamalar da üretilebilir mi?

Konuya girmeden önce belirtmem gereken noktalar var.

Bahsi geçen anime ve mangaların birçoğu tam olarak bir olguya odaklanmıyor. Zamanlamalar toplumdaki kabul seviyesine uygun değil. Hatta batıda gördüğümüz dikkatli adım atma çabasından eser yok. Birçoğunda herhangi bir anlaşılma çabası bile yok. Hiçbiri meseleyi küçültmeye ya da daha anlaşılabilir yapmaya uğraşmıyor. Belirli ön kabuller zaten varmış gibi davranılarak bunun üzerine birçok yeni olgunun aceleyle kurulduğunu görmekteyiz.

“Evet, insansı robotlar var, onları bizden ayıran şey ne ki?” ya da “Gözlüklerimizde yapay gerçeklik araçları var. Ancak şuurumuzu da bu gerçekliğin içine hapsedebiliriz” gibi.
Bu anlaşılmazlık o kadar yüksek ki bahsi geçen serilerin bazılarında olup biteni izlerken kendinizi kaybolmuş hissedersiniz. Hatta sanıyorum özetleri okurken bile bir miktar ipin ucunu kaçırmışsınızdır.

Bununla birlikte, bahsettiğim animelerin çoğunun gerçekten iyi yapılmış kaliteli sanat eserleri olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bu işlerden her biri bir çok değişik disiplinin bir araya gelmesiyle oluşuyor ve birçoğunda bahsettiğim kalite seviyesine ulaşılması için kendi işine önem veren ve son derece çalışkan insanlara ihtiyacınız var. Özellikle 90’ların sonu ve 2000’lerde teknoloji konulu animelerin artmış olmasını bağlayabileceğimiz bir çok sebep var. Burada herhangi bir dış müdahale olduğunu düşünebilmemizin tek sebebi bazı örneklerdeki bu ileri kalite ve yüksek bütçe. Bunun dışında her şey bahsettiğimiz sektörün çeşitliliği ile ve farklılığa olan iştah ile açıklanabilir.

Evet çeşitlilik. Anime endüstrisinin yüksek üretim kapasitesi ile arketiplerin ne kadar hızlı tüketildiğini göz önünde bulundurmamız gerek. Bu yazıda “Anime tamamen transhumanizmle alakalıdır.” der gibi bir hava estirmiş olabilirim ancak gerçeklerin bununla alakası yok. Sadece bu yıl çıkan romantik komedi temalı animeleri saysak bahsettiğim örneklerin toplamının birkaç katı çıkar. Yani anime ve transhümanizm dediğimizde sayısal bir azınlıktan bahsediyor oluyoruz. Ancak örnekler yüksek nitelikleriyle başka birçok şeye göre çok daha unutulmaz oluyor.

Bir sonraki yazıda bu çeşitliliği anlayabilmek için anime-manga endüstrisinin gelişiminden ve iç dinamiklerinden bahsediyor olacağız.

“Genel Bakış: Anime” yazısına 3 yanıt var

  1. soundbug demiş ki: ( 5 Şubat, 2016, 13:47)

    gerçekten güzel bir çalışma olmuş, elinize sağlık.. umarım devam yazısı değil, devam yazıları olur

  2. Remzi Güzel demiş ki: ( 4 Şubat, 2016, 14:26)

    Mehmet Bey,

    Çalışmanız için tebrik ediyorum.
    “Deus ex human revolution” (ve onun viral reklamı olan
    http://www.sarifindustries.com/ senaryo icabı hacklenen cyborg şirketinin sitesi)
    ve bunun gibi oyunların değerlendirmelerinide bekliyoruz.

  3. Tarık demiş ki: ( 3 Şubat, 2016, 13:16)

    Her-an’a helal olsun.yazılarınızın çeşitliği, akıllara gelmeyecek yerlerin Singularity ile irtibatlarını görebilmeniz takdire şayan. Anime’ler hakkındaki birikimini tebrik ediyorum mehmet polat’ın. Bu konular ile transhumanizm irtibatlarını görmek ve daha sonra da animelerin tamamının transhumanist olmadığını ifade etmek de bir hakperestliktir. kolaycılığa kaçmamış mehmet polat. tebrik ediyorum tekrar… bu yazının devamını bir an önce bekliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.