Makineleşen İnsanlar ve İçi Boşaltılan Kavramlar

, 5 Şubat 2016

Soru net ve net olduğu kadar da sert: İçinde bulunduğumuz transhümanist süreç bizlere güzellik, sevgi, kardeşlik gibi kavramların hakikatlerini unutturuyor mu? Unutturup, bizleri duygudan yoksun, beden güdümünde yaşayan, yarı robot (içi boş, teneke) varlıklar;  hissiz, akılsız, şuur yoksunu zombiler haline mi getiriyor?

İnsan “dil” ile düşünür, yani “kavramlar” üzerinden.. Peki kavramların içleri boşaltılır, aynı kavramlara yeni anlamlar yüklenirse insanın düşünceleri ve dolayısıyla (Gandhi’nin ifade ettiği sıralama içinde) duyguları, değerleri, davranışları, karakteri değişir mi? Ve sonuç olarak, değişen karakteri insanın kaderi mi olur? Bizce, insanlığa karşı yürütülen ve cephesi heryer olan, derin ve sinsi savaş sürecinde üzüntü ile tanıklık ettiğimiz ne yazık ki tam da bu.

İnsanlığın kadim tarihi boyunca baş düşmanı olan “baş kötü”nün etkisindeki “popüler kültür üreticileri”, kitleleri etkileyen araçlar aracılığıyla (sinema filmleri, şöhretli karakterler ve yaşam tarzları, diziler, yarışmalar, oyunlar, sosyal medya, siyaset ve diğer kitlesel mecralar), insanlığımıza dair olan yani “insanı insan yapan” kavramların içlerini boşaltıyor, bizlere hiç farkettirmeden, bu kavramları yeniden kodlayarak önümüze koyuyor ve bizleri acımasızca insanlıktan ediyor. Daha endişe verici olan nokta ise, anlam kaymalarıyla hakikatlerinden uzaklaştırılmış, “sîreten meshedilmiş” kavramlar sureten halen kucağımızda bulunduğu için onların yokluğunu, boşluğunu hissetmiyor ve hakikatlerine ulaşma adına esaslı bir arayışa girmiyoruz, giremiyoruz. İronik olarak kavramlar kendi hakikatlerine, ruhlarına, özlerine, mânâlarına birer perdeye dönüşerek, bizleri insanlık semâsına karşı kör, sağır, ilgisiz ve duygusuz hale getiriyor. (nominalizmin Büyük Hakikat’le aramızda bir gaflet perdesi oluşturarak; O Ezelî Varlığın kudretinin mucizelerini, rahmetinin hediyelerini, sanatının harikalarını görmemize engel olması gibi..)

Cemil Meriç “Kâmus namustur.” der, fakat bu seferki tehlike daha sinsi, daha ikiyüzlü, daha tehlikeli sanki.. Çünkü düşman kâmustaki (sözlük, lûgat) sözcükleri değiştirmiyor, sözcükleri yerinde bırakıp, sabırlı, sistemli ve yoğun bir çalışmayla onlara yüklenilen anlamları değiştiriyor. Dolayısıyla hayvanî dürtülerini, cismanî zevklerini “sevgi”; gereksiz bilgi hamallığını “ilim”; dayatılan baskın kültürle acemice senkronize olmaya çalışıp kendisini ve çevresini gülünç durumlara sokmayı “estetik” ve “güzellik”; vicdanının sesini kestiği ve aklını varoluşsal sorular konusunda devredışı bıraktığı anları “mutluluk”; kendi yaşamında dekoratif figüranlar olarak konumlandırdığı kişileri “kardeş”; can sıkıntısını giderme araçları olarak gördüğü insanları “arkadaş”; ekonomik olarak darda kalınca başvurulacak “esnek hesaplar” olarak algıldığı bireyleri “dost”; bazı neden-sonuç ilişkilerini farkedip,bunları duygudan yoksun bir şekilde, terbiye görmemiş kendi şımarık nefsi adına menfaat vesilesi olarak kullanmayı “hikmet” ve “bilgelik”; öfke ve düşmanlığı “hak arayışı” ve “adalet”;  kabalığı ve bağırp-çağırmayı “celâl”; duyarsızlık ve hissizliği “soğukkanlılık” ve “teslimiyet”; edepsizlik ve bencilliği “şahsiyet”, laubaliliği “samimiyet”, yapmacıklığı “nezaket”.. zannediyor. (liste uzatılabilir)

Bu içler acısı durumunda ise, malesef evrensel insanî değerler’in hakikatine dokunamıyor, onları tadamıyor, kendi nefsinde (enfüs laboratuarında) tecrübe edip tartamıyor.. Yani çoktan unuttuğu veya hiç tadamadığı için bilmiyor, bilemiyor. Fakat ne acıdır ki, bilmediğini de bilmiyor, farkedemiyor.. Üstüne üstlük kavramların suretine sahip olduğu için kendini biliyor zannediyor.. Ve kendini bu üç boyutlu, çok katmanlı bilmezlik ile dar bir hücreye hapsediyor.

Aslında karşı cephenin yoğun ve yıkıcı bombardımanı altındaki bu insanlara kardeşlik, sevgi, hikmet, şefkat, güzellik, adalet, cömertlik gibi kavramların hakikatleri bir parça olsun tattırılabilse, belki de birçoğu itibariyle “Oh be! İnsanlık varmış! Ne tatlı, ne enfes duygularmış bunlar.. İnsan daha dünyaydayken vicdanında cenneti yaşamaya başlayabiliyormuş..” diyecekler ve karanlıkta geçirdikleri günlere hayıflanacaklar. Kimbilir?..

Evet, şayet transhümanist süreçlerin beslediği bencilliğin ve ben-merkezciliğin neden olduğu sevgisizlik, muhabbetsizlik,  şefkatsizlik, uhuvvetsizlik , maneviyata ve yüksek insanî değerlere kapalılık gibi problemleri aşmak istiyorsak, yeniden bir kez daha özümüze, insanlığımıza, dolayısıyla da insanî değerlerin asıl kaynağı olan zamanüstü, semavî çeşmelere yönelmemiz, bir kez daha kalplerimizin frekans ayarını (polarizasyon ve kalibrasyonunu) gözden geçirerek, o çeşmelerin arkasındaki Büyük Hakikat’le irtibata geçmemiz ve hemdem olmaya çalışmamız gerek.

Bütün hakikatların kaynağını kendisinin Hakk isminden aldığı Yüceler Yücesi’nden esip esip gelen sevgi meltemlerinin kalplerimizi yumuşattığı ve bu yumuşaklık ikliminde gönüllerimize, sözcüklerle ifadesi mümkün olmayan sırlar fısıdayarak, bizlere kardeşlik nağmeleri mırıldattığı.. ve topyekün bütün varlığı “vicdan enginliği” ile kucaklatıp, “küçük bir buz parçası nevinden” benliklerimizi muhabbet (sevgi) havuzunda erittiği.. eritip de bizi yoklukta hakikî varlığa erdirdiği, insanlığımızı vicdanlarımızda duyduğumuz bu zevkli demlerde, insan gayr-i ihtiyarî (istemsiz) kendini “İyi ki varsın yâ Vedûd! ve iyi ki bizleri de varlığının gölgesinin gölgesi olarak var etmişsin ey Hakikî Mevcud!” derken bulur.

“Hakikî insan” olma potansiyelinde yaratılan bir varlık için sevgisizlik ne büyük sancı ve bu mutluluk yolculuğunda kendisini kinlerin, nefretlerin, düşmanlık ve hasetlerin pençesinde mutsuzluğa hapsetmek ne kadar acı!..

Diğer taraftan, deccaliyetin yakıcı, kurutucu nefeslerinden ve hipnotik, efsunlu görsel girdaplarından.. Sanal alemlerinden, yapay / kurgu evrenlerinden, süslenmiş (“yükseltilmiş”) gerçeklerinden, aldatıcı (“alçaltıcı”) suretlerinden, boş ve anlamsız sözlerinden sıyrılabildiğimiz ölçüde “hakikî” güzellikler ruhumuza yansımaya başlayacak. Sonrasında ise bu güzelliklerin Kaynağı’na doğru zevkli bir yolculuğa çıkılacak.

Evet, dileyelim ki, bütün güzelliklerin hakikî kaynağı Hz.Cemîl varlığını vicdanlarımıza duyurup kalplerimizi kendisine ait manalarla doyursun!.. Kendimizi çeşit çeşit, binbir güzelliğin ortasında bulduğumuz şu alemde yapay, sanal, aldatıcı, görünüşte süslü ve câzip fakat hakikatte arkası boş ve kâzip simülasyonların peşinde bir “yok”u yakalama çabası ve yanılsamasıyla,  boşu boşuna bir yaşam boyu koşmaktan, koşup koşup da bir milim yol alamamaktan ve elleri bomboş bir şekilde, hayal kırıklıkları ve pişmanlıklarla ortada kalmaktan muhafaza buyursun. Kazanma kuşağında kaybetmek ne kadar elîm, “varlık”a giden yollarda “yokluk” ağlarına düşmek ne kadar hazîn..

 

“Allah bizi insan ede!..” Alvarlı Efe Hazretleri

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.