Humans

, 3 Mart 2016

Bilimkurgu türünün temel dayanaklarından biri şüphesiz robotlardır. Bu konuda onlarla sadece uzaylılar rekabet edebilir. Çok çiğnenen bir sakız olsa da robot modası asla geçmez. Edebiyat, sinema ve televizyonda üretilen bilim kurgu içeriğe baktığımızda,  robotların türe ne ölçüde zenginlik kattıklarını görebiliriz. Yani onlara epeyce düşkünüz. Peki, nedir bu düşkünlüğün sebebi? Neden sürekli insana benzeyen, insan gibi davranan makineler hayal ediyoruz? Bu motivasyonun altında bir parça Tanrıya meydan okuma, bir parçada insanın kendini tanıma, kendi sırlarını açığa çıkarma güdüsü olabilir mi?

 

İnsan gibi görünen, insan eliyle yapılmış bilinç sahibi bir varlık; heyecan verici ve tedirgin edici. Ya insanların gösterdiği dengesizlikleri gösterirse ve efendisine başkaldırırsa! Onları gerçekten kontrol edebilir miyiz? Çizdiğimiz sınırları aşabilirler mi? İngiliz yapımı Humans bu klasik hatta klişe soruların izinden gitmesine rağmen farklı olmayı başarıyor. Aynı temayı işleyen pek çok dizi ve filmden farklı olarak Humans hem atmosferiyle hem de karakterleri ve onlar arasındaki ilişkileri ele alış şekliyle çok inandırıcı. Bilimkurgu genelde çok farklı dünyalar-evrenler- sunar. Aslında çekiciliğini biraz da buna borçludur. O evrene girdiğimizde önce evrenin dinamiklerini, işleyişini anlamaya çalışırız,  oysa Humans bizi bildiğimiz dünyanın sınırları içinde tutuyor. Öyle çok ilerlemiş bir teknoloji, uzayda koloniler kurmuş bir insanlık görmüyoruz. Yaşadığımız dünyadan farklı olan tek şey insandan ayırt etmenin neredeyse imkansız olduğu robotların varlığı. Robotlar tam anlamıyla hizmetkar durumundalar, iradeleri yok sadece görevlendirildikleri işleri yapıyorlar, görev alanları da çok geniş. Ancak bu ruhsuz varlıkların ortalıkta dolaşmalarından rahatsız olanlar var. Hikayenin merkezinde olan üç çocuklu ailenin babası, çok yoğun çalışan karısının işlerini kolaylaştırmak için dişi bir robot satın aldığında karısı bu durumdan hiç hoşlanmıyor. Sonuçta karşı karşıya olduğu makine çocuklarıyla iletişim kuran, ev işlerini yapan, bir bakıma onun yerini doldurmaya aday bir varlık. Özellikle küçük kızının bu yeni dadıya fazlasıyla yakınlık duyması onu çok rahatsız ediyor. Üstelik bir süre sonra robotun sıra dışı bazı özellikleri olduğunu düşünmeye başlıyor. Robotun kendi iradesi olduğunu söylese de kocasını buna inandıramıyor. Öte yandan robotlardan şüphelenen, bilinç geliştirdiklerini düşünen başkaları da var. Karanlık bir bilim adamı devlet adına bu tür robotları bulmayı kendine iş edinmiş durumda. Hikaye ilerlediğinde yolların kesişmesi kaçınılmaz hale geliyor.

 

Dizi atmosferi ve yaklaşımı ile böyle bir geleceğin çok da uzak olmadığını hissettiriyor. Ancak tüm başarısına rağmen insan bilincini algoritmaya, eninde sonunda matematik bir hesaba dayandırması sırıtıyor. Sevgi, öfke, şefkat, merhamet bir matematik yazılıma sığdırılabilir mi? Tüm duygular yeterince gelişmiş bir hesaplamayla oluşturulabilir mi? Bilincin sırlarını çözememiş hatta ne olduğunu bile tam olarak anlayamamışken bir bilinç yaratma iddiası gülünç bulunabilir. Elbette bir tv dizisini bilimsel ölçülerle değerlendirmek de doğru değildir. Ancak zamanımızda artık bilim kurgu ve bilim, daha açık ifadesiyle kurgu ve gerçek arasındaki çizgi epey belirsiz durumda.  Üstelik dizinin içerdiği yaklaşım pek çok fütürist bilim adamı tarafından paylaşılıyor. Asimov’dan beri gelen robotların bilinç kazanıp yeni ırk olacağını söyleyen bir çizgi var. Üzerinde durulması gereken diğer bir mesele, insanın kendine benzeyen, iletişim kuran ve bir tür zekaya sahip olan varlıklara sıradan bir makine gibi davranıp davranamayacağıydı. Evcil hayvanlarla olan ilişkilerinde bile onlara insani vasıflar yükleyen insanların kendilerine benzeyen robotlar(android)karşısındaki tutumları kolaylıkla tahmin edilebilir. Eğer insan davranışlarını ve duygularını en azından biçimsel olarak taklit edebilecek bir yapay zeka inşa edilebilirse, makineler bir ölçüde insan kabul edilebilirler. Öte yandan insanınsa uzun süredir, mekanikleşme sürecine girdiği, insani özelliklerin aşındığı, hissetmenin gittikçe zorlaştığı bu zamanda insan ve makine arasındaki fark belirsizleşecektir. Zaten robot sözcüğünün anlamı batı dillerinde mekanik insan veya mekanik işçidir. O halde anlatılan hikayenin aslında insanlığın gittiği yön düşünüldüğünde pek de öyle bilim ve akıl dışı olmadığı ileri sürülebilir. İnsanın mekanikleştiği bir çağda mekanikler insan kabul edilebilirler. İnsanı tanımlayan duygular körelir, soluklaşırsa yani insan tüm derinliğini kaybeder, yüzeysel(sathi) hale gelir, sadece belli otomatik davranış kalıplarına sıkışırsa bu haldeki insanı taklit etmek mümkün olabilir.

 

Dizinin el attığı bir başka mesele var ki iştah kabartıcı. İnsan ve makine bileşimi yolu ile ölümü yenmek… Yani cyborg haline gelmek. Gidişat böyle devam ederse belki de varılacak durak… Dizi ilk sezonuyla doyurucu bir seyirlik sunuyor ve ikinci sezon için kapılar açıyor. Zamanın ruhunu ve gidilmek istenen yeri net biçimde anlatıyor. Bu haliyle dizi evrimci bakışın vardığı son noktayı temsil ediyor, ikinci sezonu bekliyoruz. Robotlar konusuna Battlestar Galactica ile devam edeceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.