Teknoloji, Etik ve Hukuk
Davut Demirhan, 11 Mart 2016Bu yazıda amacımız biyoteknolojideki ve genel olarak teknolojideki gelişmeler sonucu ortaya çıkan etik bazı sorunların çözümü konusunda hukukun rolünün ne olması gerektiğini tartışmak. Hukuk etik değerlerin korunması işlevine sahip midir? Teknoloji hukuka tabi kılınıp hukuk tarafından sınırlandırılmalı mıdır? Hukukun teknolojiye galip gelmesinin faydaları nelerdir ve günümüz için bu mümkün mü? Yazı boyunca bu ve benzeri sorulara cevaplar arayacağız.
Hukuk Etik İlişkisi
Ahlak ve hukuk kuralları arasında belirli bir ayrım olduğu doğrudur ancak bu iki alan birbirlerinden tamamen bağımsız da değildir. Bazı hallerde hukuk ve ahlak arasında konu birliği olabilir. Örneğin adam öldürme hem hukuk hem de ahlak tarafından yasaklanır, eşlerin birbirlerine olan sadakati de hem hukuki hem de ahlaki bir yükümlülüktür.[1] Ceza kanunlarının büyük bölümü ahlaki kurallar içerir.[2] Kanımızca ahlak ve hukuk kuralları arasında konu birliği bulunduğu bu gibi durumlarda hukuk kurallarının bir tür “etik olmayan eylemleri yasaklama görevi” olduğundan söz edilebilir.
Bazı etik kuralların hukuk kurallarıyla da korunması bunların toplum hayatı için büyük önem taşımalarından kaynaklanmaktadır. Hukuk tarafından korunan ahlak kurallarının aynı zamanda büyük ölçüde evrensel ahlak kuralları olduğu görülür. Bu kurallar topluma ve kültüre bağlı olarak pek değişiklik göstermez. Bu evrensel ahlak kuralları maddi hukuk kuralları ve etik kurallarının kesiştiği alanlardır.
Teknolojinin Dayattığı Etik
Teknolojinin içinde yaşadığımız dönemin belirleyici unsuru olduğu aşikardır. Hayatın hemen her alanını teknoloji, Ellul’ün daha kapsayıcı bir terim tercihi sonucu kullandığı tabirle “teknik”, belirlemekte ve teknik de verimlilik esasına göre çalışmaktadır.[3] Her şeyin en verimli şekilde nasıl yapılacağı, teknik tarafından tespit edilmekte ve hayatın her alanında tekniğin gereklerine boyun eğilmektedir. Ellul tekniği olabilecek en geniş anlamında kullanır ve yalnızca teknoloji dendiğinde akla gelen klasik mühendislik konularını değil, şirketlerin organizasyonundan ekonomik planlara kadar her şeyi teknik kapsamında ele alır. Şimdi vereceğimiz küçük örnekle daha çok, teknolojinin biyoloji konusunda hukuku belirlemede nasıl tek söz sahibi haline gelmekte olduğunu göstermeye çalışacağız.
< Fullmetal Alchemist Spoiler Uyarısı>
Fullmetal Alchemist’te[4] insan hayvan karışımı bir canlı, chimera[5] karşımıza çıkar. Geri döndürülmesi imkansız bir işlemle, simya kullanılarak insan ve hayvanın birbirine karıştırılmasıyla oluşturulmuş bu canlı simya bilimi için eşsiz ve çok değerli bir örnek olmasına rağmen seyirci bu durumun ortaya çıkmasıyla şok olur, üzülür ve bu canlıyı meydana getiren simyacıya karşı öfkeyle dolar. Çünkü, beklendiği üzere, yapılan deneyde insanın rızası yoktur ve chimeraya dönüştürülen insan ızdırap dolu bir hayat yaşamaktadır. Bir animenin ele almış olduğu bu hayali ve trajik olayın gerçekleşmesi için sahip olduğumuz teknoloji sayesinde çok uzak bir geleceği beklememiz gerekmeyecek gibi gözüküyor.
</Fullmetal Alchemist Spoiler Uyarısı >
Gerçekte de animede olduğu gibi chimera adı verilen bu melez canlılar, şimdilik ilk adım diyebileceğimiz embriyo aşamasında da olsa, İngiltere’de yasal olarak üretilmektedir. Mayıs 2008’de İngiltere’de insan hayvan karışımı embriyoların üretilmesinin yasaklanması için Avam Kamarası’nda bir girişimde bulunulmuşsa da bu yasaklama teklifi 176’ya karşı 336 oyla reddedilmiştir.[6] Hayvan yumurtalarına enjekte edilmiş insan hücresi çekirdekleri ile embriyolar oluşturulması, Human Fertilisation and Embryology Bill ile serbest bırakılmış ancak üretilen bu embriyoların, kök hücrelerin hasat edilmesi için en fazla on dört gün için hayatta tutulabileceği düzenlenmiştir.
Tecrübelerimizden yola çıkılırsa görebileceğimiz üzere teknoloji için mümkün olan bir şey çok geçmeden yasal olmaktadır ve bunun en önemli sebebi hukukun teknolojiye tabi kılınmış olmasıdır. Birçok durumda yeni teknolojik imkanlar sağlıklı bir etik değerlendirmeden geçmeden yasal hale gelmektedir ve bu hallerde bunun tek gözle görülür sebebi söz konusu yeni tekniğin “mümkün” olmasıdır. Bir teknik mümkünse onu uygulamamak için ortada bir sebep yoktur çünkü teknik tartışılmaz bir otoriteye sahiptir. Bu konuda Jaques Soustelle’in 1960 yılında atom bombası için söylediği şu söz çarpıcıdır: “Gerekli idi; çünkü mümkündü.”[7] Biyoteknolojide şu an için ancak insan söz konusu olduğunda görece etkili ve ciddi bir sınırlama ile karşılaşıyoruz. Ancak şimdiye kadarki süreci incelediğimiz zaman ister istemez varacağımız sonuca göre teknik kolaylaşıp yaygınlaştıkça insan da etik kaygılarımızın konusu olmaktan çıkacak ve büsbütün teknolojiye teslim olacağız gibi gözükmektedir.
Asıl belirleyici olanın teknolojik gelişmenin sınırları olduğunu görüyoruz. Teknolojinin imkan verdiği bir şeyin yapılmaması kabul edilemez olarak görülüyor. Teknoloji kendi kendisinin sınırlarını çiziyor ve yasalar uzun vadede sadece olanı tescil etmeye yarıyor. Alain Badiou, biyoteknoloji konusundaki etik komisyonların birçok durumda maksatlarının aksine hizmet ettiğini ve olmakta olanı meşrulaştırmak dışında bir görev ifa etmediklerini belirtir.[8] Belki bu etik komisyonlar hiç mevcut olmasa toplumda tartışmalı hale gelecek bir eylem etik komisyonun göstermelik onayıyla tartışmadan muaf tutulmaktadır. Etik konusunda bile “Bir şey mümkünse yapılmalıdır.” mottosu maalesef çağımızın anlayışını ifade ediyor.
Oysaki yukarıdaki örneklerde ve benzeri meselelerde elbette söz önce etiğe sonra da etiğin koruyucusu olan hukuka verilmelidir. Teknoloji ise söz söyleme hakkına sahip olmamalıdır. Çünkü teknolojinin ne söyleyeceği zaten bellidir ve fikrinin sorulması abestir. Teknik için tek ve en iyi yol vardır, -örneğin embriyoya genetik müdahale konusunda- bir insan dünyaya daha “fazla” nitelikle gelebiliyorsa bu sağlanmalıdır. Çünkü “4 ve 3 arasında bir kişisel tercih söz konusu değildir; 4, 3’ten büyüktür.”[9] Teknikte doğru yöntemin ne olduğu tartışma götürmez, bir tercih diğerine kaçınılmaz biçimde üstün gelir.[10] Dolayısıyla teknolojik akıl yürütme şu şekilde olacaktır: Yüksek insan, düz insandan birçok açıdan daha verimlidir ve madem embriyoya müdahale edilerek böyle bir insan elde edilebilir, o zaman bu insan üretilmelidir. Böyle bir akıl yürütmenin etik kavramının içini nasıl boşaltacağı ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de ne büyük kayıplara yol açacağı zannediyoruz izahtan uzaktır.
Hukukun Tekrar Teknolojiye Galip Gelmesi
Günümüzde hukukun teknolojiye tabi olmasından bahsettik. Peki hukuk teknolojiye tekrar galip gelebilir mi?
Tekrar galip gelmekten bahsetmemizin yani bir zamanlar var olan bir galibiyeti sezdirmeye çalışmamızın sebebi tarihte teknolojik ilerlemenin mutlak anlamda hukuka boyun eğdiği dönemler olduğunun bilinmesidir. Ellul bir mülakatında ortaçağda batı toplumunda toprağın anne olarak kabul edildiği ve bu sebeple sert şeylerle incitilmemesi amacıyla demir araçlarla sürülmediği bir dönemden söz eder.[11] Aynı mülakatta, benzer sebeplerle, Eski Mısır’da kutsal kabul edilen zodyaka şekil itibarıyla benzeyen tekerleğin bilindiği halde kullanılmadığını da anlatır.[12] Bu örnekler şu açıdan önemlidir: insanlığın teknolojik ilerlemenin bir anlamda esiri olması yeni bir fenomendir ve bunu sorgusuz sualsiz kabul etmemiz gerekmez.
Toplumların her şeyin üstünde kabul ettikleri değerlere sahip olduğu dönemlerde teknolojik ilerleme de bu yüksek değerlere tabi olmak durumunda kalıyordu. Yukarıda verilen örneklerde ortak nokta, bu toplulukların ortak bilinçlerinde bir takım yüksek değerlere sahip olmalarıdır. Teknolojik bilgiye sahip oldukları halde teknolojinin bu yüksek değerlerine uygun olmadığı durumlarda bu bilgiyi pratiğe dökmemeyi tercih etmişlerdir.
Günümüzde ise bu tarz ortak yüksek değerler neredeyse yok olmuştur. Kaybolan eski üst anlatıların yerini çok geçmeden teknoloji doldurmuştur. Teknolojinin kuşatıcılığı, kesinliği ve tartışılmazlığı diğer söylemleri sistem dışına iter ve marjinalleştirir. Etik dahi teknolojiye ayak bağı olmamalıdır. Teknolojinin kendi gerçekliği vardır ve hiçbir otoriteden emir alması mümkün değildir. Teknoloji diğer kutsalları yıkarak yerlerine geçmiş ve yeni kutsal olmuştur. Etik dahil her alanda belirleyici olması bu sebepten kaynaklanmaktadır. Postman, tüm bu durumu ifade sadedinde teknolojinin ahlaki temelden yoksun bir kültür meydana getirmekte olduğunu belirtir.[13]
Peki teknolojiye galip gelmenin avantajı nedir? Neden teknolojiye savaş açalım? Birçok somut yararının gözükmesi teknolojinin üstünlüğünü kabul etmemiz için yeterli değil midir?
Teknoloji üzerinde söz sahibi olabilmemiz “insanlık” kavramı için hayati bir öneme sahip. Öncelikle bu insan için varoluşsal bir meseledir. Özümüzü teknolojinin değil de kendimizin belirlemesini istiyorsak teknoloji üzerinde denetim sahibi olmalıyız. Denetleyemediğimiz şey bizi denetler, şekillendiremediğimiz şey ise bizi şekillendirir. Kontrolümüzde olmayan teknoloji, teknoloji tarafından nesneleştirilmemiz anlamına gelir. Artık bizden büyük bir sistemin nesnesinden başka bir şey olamayız. Etik yargılarımız bile teknolojinin dayattığı felsefe ile şekillenirse, bir şeyin mümkün olması etik olması için de yeterli olursa insan basit bir nesneden başka bir şey olmaz. Nesneleşmenin kötü olmadığı da savunulabilir fakat biz, insanda bir potansiyelin var olduğunu ve nesneleşmenin bu potansiyelin çöpe atılması anlamına geldiğini düşünüyoruz. Bu hiçbir şey değilse büyük bir israftır. İnsanın makine karşısında eğilmemesi gerektiği herkesin vicdanlarında duyduğu bir gerçek olsa gerektir.
Meselenin hukukla ilişkisini bir kez daha kurmak gerekirse etik değerlendirmelerimiz sonucu vardığımız yargıları etkili şekilde koruyabilmek için hukuka ihtiyacımız olduğunu bir kez daha belirtelim. Avrupa Birliği hayvanlar üzerinde kozmetik amaçlı deney yapılmasını yasaklamasaydı[14] bu deneylerin etik açıdan gereksiz bir zalimlik sayılmasının kör edilen tavşanlara bir faydası olmazdı, dünyanın geri kalanında bir faydasının olmadığı gibi. Hukuk burada etiği geriden takip etse de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Etik, hukukun yaptırım gücüne muhtaçtır. Dikkat çekmek gerekirse, ahlak dayatmak anlamındaki ahlakçılıktan farklı bir şeyden söz ediyoruz. Ahlakçı, bireysel özgürlük alanına müdahale etmeye çalışır ancak bizim savunduğumuz, hukukla sağlamlaştırılmış etik, toplumda büyük sorunlara yol açacak etik dışı davranışları önlemeye hizmet eder. Bunlar öyle önemli etik kurallardır ve ihlalleri halinde öyle büyük problemler ortaya çıkacaktır ki hukukla desteklenmek zorundadırlar.
Sonuç Yerine
Toplumumuz teknolojinin belirlediği bir kültüre doğru evriliyor. Eskinin değerleri yıkılırken yerlerini teknoloji içkin felsefesiyle dolduruyor. Etik ve hukuk da bu dönüşümden paylarını alıyor ve her geçen gün teknolojinin dayattığı felsefe karşısında bir siper daha kaybediyorlar. Teknoloji böylece tüm varlığı kendi nesnesi haline getiriyor.
Oysa insan teknolojinin bir nesnesi olmayacak kadar değerlidir. Eskiden efendisi olduğu teknolojinin kendisine hükmetmesini hak etmemektedir. Tarihte teknolojiye hükmedildiği dönemler oldu, hatta eskiden kural olan buydu. Bu durumun insan aleyhine bozulmasının, teknolojik ilerlemenin son iki yüzyıldaki katlanarak artışıyla da ilgisi olmalıdır. Teknolojinin belirli bir mecrada akmasını sağlayan setler bir bir yıkılıyor. Ne yöne gideceği nasıl sonuçlar doğuracağı belli olmamasına rağmen her yenilik alkışlanıyor, bunların mutluluk üretmesi bekleniyor.
Oysa teknolojik gelişmeler sadece teknolojinin ve bilimin konusu olamazlar. Paul Goodman’dan alıntılarsak: “Bilimsel araştırmada ondan yararlanılsa da yararlanılmasa da teknoloji; ahlak felsefesinin bir dalıdır, bilimin değil.”[15]
Bu ortamda etiğin koruyucusu olarak hukuk önem kazanmaktadır. Elbette işin hukuktan önce halledilmesi gereken etik ve teknoloji ilişkisi boyutu vardır ancak nihai olarak etiğin teknolojiye hakimiyeti ancak hukuk ile mümkündür.
Bu yazıda sadece teknolojinin etik üzerinde yol açtığı erozyondan bahsedip meselenin çözümünde, ikincil de olsa, hukukun önemine dikkat çekmeye çalıştık. Bir çözüm önerisi sunamadık ve bir durum tespiti yapmakla yetindik. Belki de zaten bu aşamada cevaplardan çok soruların önemi vardı.
[1] Kemal Gözler, Hukuka Giriş, İstanbul: Ekin, Ekim 2011, s. 40.
[2] a.y.
[3] Jacques Ellul, Teknoloji Toplumu, Çev. Musa Ceylan, İstanbul: Bakış Yayınları, Şubat 2003.
[4] Yasuhiro Irie (Yönetmen). Hiroshi Ōnogi (Senaryo Yazarı). (2009). Hagane No Renkinjutsushi (ya da Fullmetal Alchemist) [Anime]. Square Enix Company.
[5] Chimaera: Yunan mitolojisinde aslan, keçi ve yılan karışımından oluşmuş bir yaratık. Dizide ise farklı canlılar karıştırılarak meydana getirilen canlılar için kullanılan bir terim.
[6] http://www.bbc.co.uk/ethics/animals/using/hybridembryos_1.shtml, 12 Ocak 2014
[7] Aktaran Ellul, Teknoloji Toplumu, s.111
[8] Aktaran Şişman, Yeni İnsan, s.50-51.
[9] Ellul, Teknoloji Toplumu, s. 91.
[10] a.y.
[11] Jan van Boeckel (Yapımcı). (1992). The Betrayal by Technology: A Portrait of Jacques Ellul [Film]. ReRun Productions. (Çevrimiçi) http://www.naturearteducation.org/R/Artikelen/Betrayal.htm 12 Ocak 2014
[12] a.y.
[13] Neil Postman, Teknopoli, Çev. Mustafa Emre Yılmaz, İstanbul: Paradigma, 2009, s. xii.
[14] http://ec.europa.eu/consumers/sectors/cosmetics/animal-testing/index_en.htm
[15] Aktaran Postman, Teknopoli, s. ix.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017