Varlık Ağacı, Şükür Meyvesi – 1

, 8 Mart 2016

“Yanlış bakış açılarıyla zihnimizi perdeleyip kendilerine karşı körleştiğimiz nimet ve güzellikleri, biraz dikkat ve gayretle keşfedip, farketmenin.. ve dolayısıyla her an ilahî hediyeler sağanağı altında olduğumuzu hissedip, zevk etmenin adıdır şükür.”

Bu sitede daha önce yayınlanmış birçok yazının da farklı açılardan ortaya koyduğu gibi, transhümanist akımlar tarafından yapılan vaadlere ve o vaadlerin satıraralarına bakınca ana hatlarıyla şu karakteristiklere sahip bir portre karşımıza çıkmakta:

> Kendi sözde evrimine müdahaleden, tanrılaşmaya kadar büyük ve cüretkâr iddialar

> Bir taraftan herhangi bir dahli olmadan nimetleri kucağında bulmayı tesadüf, şans, kaos  gibi kavramlara sırtını dayayarak açıklarken diğer taraftan (kendi içinde çelişkili olarak) o nimetleri, kendisinde vehmettiği aşkın bilgi ve üstün kudretle sahiplenme (temellûk etme) ve sınırsızca geliştirme iddiası

> Mânâya kapalılık. Cismanî, maddî, hayvanî boyutta kalma; kalbî ve ruhanî boyuttan nasipsiz olma.(Teknoloji eksenli sanal, dijital vb formlar da bir yönüyle maddenin uzantısıdır, mânâ değildir. Halihazırdaki durumlarıyla kalbe değil, zihin üzerinden nefse ve nefsanîliğe hizmet etmektedirler.) Dolayısıyla kendilerine tattırılan nimetlerin esasen gaybî rahmet hazinelerinden gelmekte olduğu gerçeğini ve bu nimetler vesilesiyle başlarının Müşfik Bir El tarafından şefkatle okşandığını hissedememe (varlık yüzündeki ilahî irade ve şefkati görüp, sezememe)

> “Biz yaptık!” egosu.. Irk egosu.. Bilim ve teknolojideki gelişmelerle ortaya çıkan ego patlamaları, şımarıklık, kibir ve baş dönmesi.

> Körleştirici hız fetişi nedeniyle, “nimet farkındalığı”ndan uzaklaşma (lakayd, laubali, lümpen bir tavır geliştirme)

> Şuursuzca sürekli “yeni” peşinde koşma ve yenilik bağımlılığı sonucunda “an”ı kaçırma, eldekinin kıymetini takdir edememe

> Suretperestlik takıntısı nedeniyle hakikate, mânâya dokunamama; nicelik saplantısı nedeniyle niteliği ıskalama, çoklukta boğulma

> Ölümden gaflet, sözde ölümsüzlük arayışı ve ebedî bu dünyada yaşama arzusu (tavattun: dünyayı vatan edinme)

 

Bütün bu yukarıda sayılan özellikler ise ne yazık ki, bir taraftan müthiş bir akıl tutulması ve çılgınlık halini (insanlık için “varoluşsal risk”lere rağmen sağduyudan uzak, hesapsız ve kitapsızca girişilen yapay zeka, robot-insan bütünleşmesi, makineleşme gibi konulardaki korkutucu şehvet ve pusulasız teknoloji tehlikesi), diğer taraftan ise müthiş bir şükürsüzlüğü netice veriyor. Bizim bu yazının imkanları ölçüsünde üzerinde durmak istediğimiz konu ise bu ikinci netice, yani insanlar için birçok alanda imkanlar,fırsatlar, faydalandıkları nimetler çoğalmasına rağmen kitlelerdeki artarak devam eden tatminsizlik alaşımlı şükürsüzlük durumu.

“Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” Araf Suresi, 17

 

“Şükür” kavramına manevi kaynaklarımız penceresinden genel bir bakış..

İrfan geleneğimizin yüksek ruhları yani maneviyat büyüklerimiz, ruhanî seyahatlerinde saflaşıp yükseldikçe bütüncül, kuşatıcı, yukarıdan konik bir bakış kazanmış ve bu üst mertebelerden kâinatı adeta “şükür meyveleri vermek için dizayn edilmiş bir fabrika veya bir ağaç” olarak görüp, müşahede etmişler. Bu müşahedelerini de eserlerinde, sohbetlerinde çeşitli şekillerde tasvir edip diğer insanlarla paylaşmışlar. Aslında bu görüş aklı bozulmamış, ruhu sönmemiş, kalbi ölüp vicdan mekanizması bütün bütün bloke olmamış her insanın farklı farklı seviyelerde hissedip, iç dünyasında onaylayacağı bir hakikatin dile getirilişinden ibaret. Nimet ve Şükür hakikati.. Zaten zamanüstü, ezelî soluğuyla bütün çağlara seslenen İlahî Kelam’a kulak verince karşımıza yukarıda ifade edilen tablonun çıktığını görürüz. Yani dörtbir yanımızda şahit olduğumuz eserlerinde Rezzak, Rahman, Cevad, Şekûr, Hamîd, Münim, Kerim, Muhsin, Latîf gibi isimlerinin yansımalarına tanık olduğumuz Hâlîk-ı Rahîm (şefkati engin Yaratıcı), kurduğu sistemi daha en baştan kurgularken nihaî meyve olarak şükür hakikatini belirleyip, bu hakikati merkeze almış. Başka bir deyişle şükrü “merkezi nakış” olarak belirlemiş.

 

“Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir.” Şibli

 

Nimette nimetlendirme fiilini, bu fiilin arkasında ise ilim, irade, kudret, şefkat sahibi bir Faili yani Münim (nimet verici) bir Zât’ı görüp, bu durumun kıymet ve güzelliğini kalben takdir ederek, minnettarlığımızı ortaya koymanın adıdır şükür. Bu bağlamda, körlüğün ve nankörlüğün zıttıdır.

 

Kavranması zor, aşkın hakikatleri (dürbün, pencere veya merdiven işlevi görerek) bir parça da olsa kavrama fırsatı verir bazı benzetme ve örnekler. Müteal hakikatler karşısındaki sınırlayıcılıklarını ve yetersizliklerini de gözönünde bulundurarak, yine bir örnek üzerinden yaratılış sırlarından ilahî bir sırra uzaktan uzağa dahi olsa bakmaya çalışalım. Modern dünyanın insanları kozalite (nedensellik, sebep-sonuç ilişkisi) perdesini yırtmakta, maddenin yüzünde mânâyı görmekte ve menfaat düşüncesi haricindeki motivasyonları kavramakta zorlansa da; yüksek ahlâk sahibi bir ruh, yemekten daha çok yedirmekten lezzet alır. Ruhundaki cömertliğin tetiklemesiyle yüzlerce kişinin başına oturup nasipleneceği sofralar kurmayı arzu eder.. İnsanlara şefkat, muhabbet ve merhametle muamele etmekten mutlu olur.. ve karşılıksız kurduğu bu sofralara oturan kişilerin yüzlerinin gülmesi, mutlulukları, aldıkları lezzet ve karınlarının doyması, sofrayı kuran kişi için adeta kendi cömertliğini seyredebileceği parlak aynalar, canlı tablolar olur.. O kişi kendi cömertliğini o aynalarda, o tablolarda seyreder. İşte Yüce Yaratıcı da başka değil, sırf rahmet etmiş ve varlığı yaratmış. Hiçbir bedel ödemeden “var” olup, önümüzde başdöndürücü bir çeşitlilikte nimet sofraları bulmuşuz. (hatta materyalizmin/maddeciliğin zamanı dondurucu, zihni hapsedici, ruhu boğucu etkisine tamamen mahkum olmadıysak; görürüz ki bu sofralar devamlı tazelenip yenilenmekte, biri kalkıp diğeri inmekte) Hiçbir şekilde hiçbirşeye muhtaç olmayan fakat herşeyin her an kendisine muhtaç olduğu ve kendisiyle ayakta durduğu Hz.Samed, rahmetiyle kuşattığı varlığı kayyumiyetiyle ayakta tutmakta. Bu hakikat karşısında gözünü kapayan ise ancak kendisine gece yapmakta ve malesef kendi aleyhine olarak hem dünyasını hem de ahiretini karartmakta.

 

“Münezzehtir (her türlü kusurdan uzaktır) O Allah ki, nimeti itiraf etmeyi hamd;  nimetler karşısında şükretmekten aciz kalma itirafını ise şükür saymıştır.”  Zeynel Abîdîn

 

Kâinatı büyük ve geniş bir halka veya daire şeklinde düşünürsek merkezinde “hayat” vardır. Yani biraz dikkatle bakınca görüyoruz ki; her şey hayatın varlık bulması için tanzim ediliyor, düzenleniyor. Yıldızların hikmetli dizilişinden, güneşin belirli bir yörüngede dönmesine, havadaki oksijen oranından toprağın oluşumu ve yeryüzüne dağılımına kadar her şey hayata hizmet ediyor, ettiriliyor.

Adeta hayat dahi büyük ve geniş bir daire şeklindedir ki merkezinde “rızık” vardır. Yine görüyoruz ki; bütün hayat sahipleri.. bitkiler, hayvanlar ve insanlar hayatın merkezi olan rızkın peşinde ve etrafında dolaşmakta. Bütün hayat sahiplerinin rızka olan ihtiyacı adeta aşk derecesine çıkmış, “hayat eşittir rızık” şekline girmiş. Hz.Rezzak rızık merkezini o kadar çeşitli,  geniş, cazip ve zengin bir şekilde düzenlemiş ki, O’nun bütün tecellîleri sanki rızık etrafında merkezîleşip toplanmış. Rızık bütün ilahi isimlere adeta bir odak noktası olmuş. Burada şunu da hatırlamak gerekir ki rızık hakikatini sadece maddî olarak düşünmek eksik bir yaklaşım olur. Sevme, sevilme, şefkat, ilim, iman, iç aydınlığı, vicdan genişliği, ferahlık, ilham, sürur (kalbin sevinci) vb nimetler de şükür isteyen esaslı birer rızıktır.

İnsan ise rızkın maddî manevî bütün çeşitlerini tadıp tartacak, zevk edip anlayacak bir kıvamda ve donanımda yaratılılıp, Rabbini tanıması, tanıdıkça Nimetlerin Hakiki Sahibi ve bütün güzelliklerin asıl kaynağı Güzeller Güzelini sevmesi için dünyaya gönderilmiştir.

Nasıl her şey rızkın etrafında daire ve halka olmuş ve ona hizmet ediyor  ise, rızık dahi bir daire ve halka olup, merkezine “şükür” yerleştirilmiş. Yani rızka muhtaç olan bütün hayat sahiplerinin rızka olan arzusu, aşkı ve ihtiyacı şükrün en önemli teşvik edicisi ve itici kuvveti yapılmış.

Dıştan içe daireler: KÂİNAT >  HAYAT > RIZIK > ŞÜKÜR

Demek şu kâinatı bir ağaç olarak düşünürsek, o kâinat ağacının meyve ve neticesi şükürdür. “Allah kâinatı şükür için yaratmıştır” desek yanlış söylemiş olmayız.

 

 “Bazıları Allah’tan bir şey umarak ibadet ederler; bu tüccarların ibadetidir. Bazıları da korkarak ibadet ederler; bu da kölelerin ibadetidir. Bazıları ise Allah’a şükür olarak ibadet ederler ki bu da hür insanların ibadetidir; işte en faziletli ibadet de budur.”  Hz.Hüseyin

 

Bu noktada konunun tamamiyeti adına şu hakikati de hatırlamak yerinde olur: Şükrün en kapsamlı, bütüncül ve küllî olanı ise “namaz”dır. Evet, namaz kuşatıcı enginliği ve içinde barındırdığı çeşitliliği ile en büyük bir şükürdür. Şayet bilinçli eda edilebilirse, namaz bütün ibadetlerin özü ve fihristesidir. İçinde Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik ve ilan (tevhid); ayrıca azametini, büyüklüğünü ve ululuğunu kabul; sanat harikası ve kudret mucizesi eserlerini takdir; rahmetinin hediyesi eserlerine teşekkür.. ayrıca  sadakat, disiplin, vefa.. ve O’nun (cc) her türlü kusur, hata, eksik ve noksandan uzak olduğunu ifade etmek anlamında tesbih (Subhanallah); galaksilerden kuarklara, akılları şaşkınlıkta bırakacak muhteşem icraatini hayret ve takdir ile ifade anlamında tekbir (Allahu Ekber) ve daha birçok hakikati, duyguyu, mânâyı barındıran namaz, Yüce Yaratıcı’yla irtibatın adı olan iman ile adeta ikiz kardeş gibidir. Belki insan namazdaki bu büyük ve derin mânâları ilk etapta idrak edip, hemen bu kalitede bir namaz kılmayı başaramayabilir fakat bu konuda samimi bir talebi olan her kul, böyle farkındalık katsayısı ve bilinç düzeyi yüksek, yani şuurlu bir namazın peşine düşmeli ve onu yakalamaya çalışmalıdır ki bunun da bir süreç istediği ortadadır. Ezelî Kelam’da ısrarla namazın üzerinde durulması ve insanın en önemli bir kulluk vazifesi olarak sunulmasına bu perspektiften bakmak yerinde olsa gerek. Yani namazın hakikati idrak edilebilirse, en parlak, en nurani, akıl-kalp-ruh ve hisle örgülenmiş en kapsamlı “şükür” olduğu görülecektir.

 

 ‘Resûlullah (sas) geceleri kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Kendisine: “Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti, niye kendini bu kadar yorup hırpalıyorsun?” denilince; “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi.’

 

Yukarıdaki satırlarda bir parça açmaya çalıştığımız hakikatin başka bir yönü ise, Allah’ın bizden bir şey istemesi, emir ve yasaklar koyarak bunlara uyulmasını tembihlemesi, hâşâ bizden istediği şeylere muhtaç olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, bu tembihler muhtaç olanlara (yani bizlere) rahmetinden bir hatırlatma ve ikazdır. Evet, esasen her emir ve yasak dahi rahmetin farklı dalga boyunda bir tezahürüdür.

Başka bir ifadeyle, Allah iman ve ibadeti  “bizim için” yine “bize” emrediyor. Bizleri darüsselama yani mutluluk ülkesi olan cennete çağırıyor. Şefkatli bir doktorun hastasına şiddetle “şu ilacı iç!” diye ısrar etmesi, kendi ihtiyacından değil, hastanın ihtiyacı ve hastalığının ciddiyetindendir.

“Varlık Ağacı, Şükür Meyvesi – 1” yazısına bir yanıt var

  1. ozan aydın demiş ki: ( 14 Mart, 2016, 12:08)

    müthiş bir tefekkür tebrikler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.