Yeni İnsan

, 18 Mart 2016

Sinema ve televizyonun insan davranışları, özellikle tüketim alışkanlıkları üzerinde ne kadar etkili olduğu biliniyor. Günümüzde bu mecralara internetinde eklenmesiyle sınırları çok genişleyen medya ağı sadece tüketim alışkanlıklarını değiştirmekle kalmıyor, insana ait çok daha temel nitelikleri de hedef alıyor. Sinema ve TV’nin telkin gücü ve bu gücün karşısında insanın savunmasız oluşu çok erken dönemde fark edilen bir tehlike olmasına rağmen çözümü bulunabilmiş bir mesele değil. İnsanlardan sinemaya gitmemelerini, TV seyretmemelerini, internet kullanmamalarını isteyemezsiniz. Böyle mantıksız bir istek doğal olarak hiçbir karşılık bulamayacaktır.

İnsanları izledikleri içeriğe(film, dizi, reality show) karşı uyanık olmaya çağırabilir, bilinçli seyirci olmalarını isteyebilirsiniz. Ancak kabul etmek gerekir ki bunun etkisi de çok sınırlı olacaktır. İnsan seyrettikleri yoluyla sürekli telkin altındadır ve bu uzun süreli telkin karşısında boyun eğmesi kaçınılmazdır. Yani ille de verilmek istenen bir mesaj varsa tekrar yoluyla bu mesaj mutlaka verilir. İnsan farkında olmadan hatta bazen de farkında olarak bu mesaj doğrultusunda davranışlarını, kabullerini değiştirebilir. Özellikle günümüzde TV yapımlarının insan zihnini şekillendirmek, fikir aşılamak amacıyla hazırlandığı yolunda kuvvetli bir kanaat pek çok araştırmacı tarafından paylaşılmakta.

Önceleri Baudrillard gibi düşünürlerin dikkat çektiği gibi görsel materyaller tüketim kalıplarımızı değiştiriyor, tüketim toplumunu yaratıyordu. Bu durum elbette endişe vericiydi ama geldiğimiz noktada artık çok daha büyük endişelerimiz var. Artık mesele insanların ne giyeceği, nerede ne yiyeceği olmaktan çıkmış durumda. Artık filmler ve özellikle TV dizileri yoluyla yeni cinsel kimlikler inşa ediliyor. Neredeyse eşcinselliğe değinmeyen bir TV yapımına rastlamak mümkün değil. Yapımın konusunun ne olduğunun bir önemi yok, çizgi filmlere bile yansıyan kapsamda bir propaganda söz konusu. Bu durum aleyhine bir cümle kurmanız da mümkün değil, bunu yapan insanlar hemen bağnaz damgası yiyip dışlanıyorlar. Şiddet veya hakaret içermeyen ama eşcinselliği ve türevlerini doğal bir hal olarak görmeyen insanlar artık ağızlarını açamaz haldeler. Herkesten bu durumu kabullenmesi hatta onaylaması isteniyor. Bu gelişmeyi transhümanizm akımının bir parçası olarak görebiliriz. Geçiş insanı yoluyla yeni bir insan-insanlık-tasarlanıyor ve cinsel kimlik karmaşası bu tasarımın bir parçası. Süreç bu şekilde devam ettiği takdirde yirmi yıl içerisinde bambaşka bir toplum ortaya çıkabilir. İnsanın en temel kabullerinden birinin böylesine sarsıldığı yıkıldığı, kadın ve erkek imajlarının yeniden çizildiği, hatta cinsiyetin neredeyse anlamsızlaştığı bir yeniçağ! Sinema ve TV’nin doğumuna aracılık ettiği bu çağda artık dini inançların referans noktası olmaktan tamamen çıkacağı da muhakkak. Bu durumun yeni olmadığı modern zamanlarda zaten inançların meşruiyetin kaynağı olmaktan çoktan çıktığı söylenebilir. Ancak burada söz konusu olan kırıntıları kalmış, tercihleri belirlemede hala başvurulan kişisel alanın da yok olması. Yeni cinsel kimlikler artık dokunulamaz, eleştirelemez, insanın derisinin rengi gibi sorgulanamaz olduğuna göre doğası gereği bu durumla sorunu olan dini inançlar mevzi kaybetmeye mahkum. Önlerindeki seçenek, silinmek ya da bu yeni durumu kabul edip onaylamak… Yani bütünüyle dışlanmak ile içi boşalmış, ruhunu yitirmiş halde yola devam etmek arasında seçim yapmak… Bu ya kırk katır ya kırk satır seçeneklerinin ikisi de inancın ölümünü ifade eder.

Transhünanizm insanı her bakımdan değiştirmeyi amaçlayan bir akım eğer başarılı olursa bilinen insandan geriye pek bir şey kalmayacak. Her türlü tuhaflığın yenilik olarak kabul görüp benimsendiği bu zamanda hedefe çok da uzak olunmadığı söylenebilir. Burada durup kendimize şunu sorabiliriz: Durumu abartıyor muyuz?  Sadece TV dizileri ve sinema filmleri yoluyla cinsel kimlikleri değiştirmek abartılı bir saçmalık mı? Böyle düşünmek telkinin gücünden habersiz olmak demektir. En güçlü ve kesintisiz telkin araçlarının sinema, TV ve artık internet olduğunu düşündüğümüzde durum hiç de saçma görünmeyecektir. Bu işin bir başka yönü de insanların görsel mecraları algılarında nasıl bir yere oturttuklarıdır. Kameranın gözüne objektif denir. Bu sözcük tarafsızlığı-nesnelliği ifade eder. Kameradan ekrana yansıyanlar nesnel gerçeğin ifadesidir. Bir anlamda kamera yüksek bir hakikatin temsilcisidir. Kimse böyle adlandırmasa da insan algısında durum budur. Seyirci pasif unsurdur ve tek yapabileceği taraf tutmaktır. Tutacağı tarafı seçecek olan da kendisi değildir. Yönetmen, senarist onun yerine bu tercihi yapmışlardır. Bugün her alanda kitleler adına karar verilmekte ama kitleler kendi kararlarını verdiklerini sanmaktalar. Cinsellikte bu kapsamın dışında değil. İnsanlar bu konuda da telkine açıklar. Hitler’in propaganda bakanı Göebbels algı yönetimi ve modern propaganda yöntemlerinde dönüm noktasıdır. Bugün onun propaganda ilkeleri hala çok popüler.  Bu zata göre bir yalan ne kadar çok tekrar edilirse o ölçüde gerçeğe dönüşür. En saçma fikirler bile tekrar yoluyla kabul ettirilebilir. Bizim kültürümüzde de bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş derler. Günümüz algı sihirbazlarının ellerindeki medya araçlarıyla yaptıkları operasyonların sonucu olmayacağını, insanların buna direnebileceklerini düşünmek saflık olur. Zaten operasyonların sonuca ulaştığını kolaylıkla görebiliyoruz. Kısacası insanla ilgili tüm paradigma değişiyor ve buna en çok katkıyı sinema özellikle TV sağlıyor. Yeni insan kapıyı çalıyor.

“Yeni İnsan” yazısına bir yanıt var

  1. soundbug demiş ki: ( 24 Mart, 2016, 12:13)

    üzerine yazı yazmanın ve fikir beyan etmenin zor olduğu bir konuyu cesaretle satırlara taşıdığı için murad beye teşekkür ederim, keşke sitede bu konuda başka yazılar da görebilsek.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.