Cesur Yeni Dünya – 1

, 15 Nisan 2016

Zaman hızla akıp gidiyor, zamanın ruhu durmadan bir değişim içinde. İnsanlık son yüz yılda sayısız ilginç deneyimler yaşadı, farklı fikir akımları ile yoğruldu, savaşlar gördü; ve denebilir ki bu olayların çoğu özellikle de teknolojinin evirildiği yönde gelişti. Yani uzun süredir makinalar, endüstri, elektronik aletler vasıtalarıyla ateşe tapan bir medeniyet zamana yön verdi. Biz ise insanlık olarak yeniliklerin, devrimlerin ve icatların sonuçlarını öngörmekten aciz hep deneyimleyerek, yaşayarak, tüketerek ve ders çıkarmadan gördük. Peki, geldiğimiz nokta neresi ve tarih güncel gelişmeler doğrultusunda nereye doğru yol alıyor?

İçinde yaşadığımız teknoloji medeniyeti üzerine Neil Postman, Jacques Ellul ve René Guénon gibi birçok değerli yazarın çok değerli çalışmaları ve eserleri var. Ancak bu yazıda Aldous Huxley’in “Yeni Cesur Dünya” eseri üzerinde durmak istiyorum. Bu eser 1932’de yayımlanmış olup, gelecekte kurulmuş olan ve insanların erdemlerini ve istidatlarını mutluluğa ve rahatlığa feda etmiş olduğu, teknolojinin sağladığı rahatlık içinde bir devlet politikası olarak her gün uyuşturucularla beslenen ve düşünmekten ve merak etmekten vazgeçmiş bir insanlığı konu alan bir distopya örneğidir. Bu eseri önemli kılan, bugün medeniyetin geldiği nokta itibariyle Huxley’nin 1932’de öngördüğünden çok daha erken bir dönemde onun gelecekteki medeniyet tasviriyle örtüşmesidir.  Ve başından söyleyelim ki bu, insanların artık anneler tarafından doğurulmayıp yapay hücreler içinde üretildiği, bebeklikten itibaren hypnopaedia gibi telkin yöntemleriyle bilmeleri gerektiği öngörülen şeylerin düşünme ve tefekkür olmaksızın doğrudan beyne sokulduğu, eugenics ile dna’ları önceden belli bebeklerin üretilmesiyle determine ve planlanmış bir kast sistemi içinde insanların bir piramit misaliyle sınıflandırılmış olduğu, kademeli bir kültür devrimiyle geçmişteki eserlerin, dinin ve düşünce akımlarının yeryüzünden silindiği bir medeniyetin gerçekten korkunç bir tasviri.

Huxley, bu medeniyet tasvirini faşizm ve komünizmin bugün en çok hatırlanan yüzü olan 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinden önce yapıyor. Bununla birlikte bir diktatoryanın ve kurulacağını tahmin ettiği bu dünya medeniyetinin devlet politikalarından bahsediyor. Bunlar arasında özellikle de eugenics, toplum mühendisliği, cinselliğin neredeyse tümüyle serbest kılınması ve düzenli olarak her gün kullanılan uyuşturucular öne çıkıyor. Bunlar üzerine inşa edilen toplumda, endüstrinin biyolojiye uygulanarak bireylerin bir makinanın çarklarından farksız olarak görevini ifa ettiği ve bunun dışında insan olmayı tanımlayan faziletleri tamamen terk edeceğini gösteriyor. 1958’de yayımladığı ikinci kitabında ise bunlara güncel örnekler sunuyor ve o tarih itibariyle dahi gelinen noktanın ne kadar korkutucu olduğunu gösteriyor. Örneğin o yıl itibariyle Japonya’da reçeteli uyuşturucularla yaşayan insanların sayısının 1 milyon olduğundan bahsediyor.

Bunlarla birlikte medyanın, zihin ve bilinçaltı kontrolünün rolünü de anlatıyor. Aynı türden başka bir eser olan ve buna yakın bir zamanda yazılan George Orwell’ın “1984” eserinden farklı olarak Cesur Yeni Dünya’da insanlar, Neil Postman’ın ifadesiyle “bilgi erişiminin yasaklanmasıyla değil, gereksiz bilgi havuzunda kaybolmayle ve pasivizm ve egoizme düşmeyle, kitapların yasaklanmasıyla değil, okumaktan vazgeçmeyle, kültürün esiri olmayla değil, kültürün yozlaşması ve abesle iştigal etmesiyle” karşı karşıya kalıyor. Bunlar ise elbette zamanın en sinsi silahlarından medya ve birtakım beyin yıkama yöntemleriyle yapılıyor.

Günümüze gelindiğinde ise medeniyetin her ne kadar Yeni Cesur Dünya’daki kadar kararlı ve oturmuş bir yapıya sahip olmayıp birçok çalkantı içinde olmakla beraber insanların böyle bir yaşam tarzına giderek yaklaştıkları çok açık. Kitapların modası giderek geçiyor ve yerini, bilgi aktarım aracı olarak bin bir türlü icat almış durumda. Bunların çoğu da abes bilgi ve eğlence kaynağı olmaktan öteye geçmiyor. Yine Postman’ın ifadesiyle “Amerikalılar artık birbiriyle konuşmuyor, birbirini eğlendiriyor. Fikir alışverişinde değil resim alışverişinde bulunuyor. Önermelerle değil görünüşle, ünlülerle ve reklamlarla tartışıyor.” Uyuşturucu kullanımının yaygınlaşmasına bakıldığında birçok makaleye göre antidepresan tarzı ilaçları düzenli kullanan insanların oranı Amerika’da her on kişiden 7. California eyaletinde esrar kullanımının yasallaşmış olması da bunun bir örneği. Özellikle Amerika’nın örnek verilmesini uygun buluyorum çünkü özellikle son yüzyılda modernist ve post-modernist akımların ve kültürün öncüsü ve kaynağı büyük ölçüde bu ülkenin olduğu kabul edilebilir. Kendi ülkemize de baktığımızda da tablonun farklı olmadığını müşahede ediyoruz zaten.

Peki zamanımızda özellikle medyayı, ilaç sanayini kontrol eden ve toplumun yapısını belirleyen insanların kurmak istediği nasıl bir medeniyet ve neden böyle bir medeniyete doğru eviriliyoruz? Ulaşılmak istenen nihai amaç ne ve neye hazırlanıyoruz?

“Cesur Yeni Dünya – 1” yazısına bir yanıt var

  1. Omer A. demiş ki: ( 15 Nisan, 2016, 19:47)

    Yeni Dunya Duzeninin ozunde insan olmayacaktir. Ulasmak istenen duzende insanin sahip oldugu butun tum yetiler, bir sisteme bagli olacak ve o sistemin istedigi sekilde bu yetiler insanlara aktarilacaktir. Insanligimizin ozunde hakikate ulasmak vardir. Buna ulasamamak icin once algilarimizla sonra da bedenlerimizle oynayacaklar. En basitinden Dunya kocaman bir bilgisayar sistemi olacak, icinde barinan insanlar da basit verilerden ibaret parcalardan olacagiz. Bu sistemi kurmak isteyenlerin ornek aldigi sey dijital dunyadir. Dijital dunyayi , bizim dunyamizla birlestirmektir.
    Boyle bakarsak, mana olarak aslinda boyle bir dunya mevcuttur. Bizim kullandigimiz arac-gerecler o dunyayla iletisim kurmak icin birer vasitadir. Bu dunyada zaman ve mekan algisi yoktur . O yuzden bilgisayar basinda zamanin nasil gectigini anlamayiz. Cunku algimiz dijital dunyayla adapte olur. Bunun gercek dunya yansimasinda ise insanlarda psikolojik sorunlarin ortaya cikmasina neden olur. Sanal dunyanin hizina ve kolayligina gercek hayatta da adapte olma ve surekli tuketme istegi bu yuzden ortaya cikmistir.
    Bununla birlikte aslinda Dijital ve gercek dunyayi birlestirmek bir dayatma degil bir zorunluluk ve gelecekte insanlik icin vazgecilemez bir kolaylik haline gelecektir. Yani aslinda bizler fark etmeden coktan convert(donusturulme) ediliyoruz. Yapay zeka buna ornektir. Insan aklinin ve bilgilerin dijital dunyada zaman ve mekansiz harmanlanmasidir. Bizim belki de “Google” da arastirdigimiz her turlu bilgi, kurulan bir yapay zekanin olusturulmasina katki da bulunuyor.

    Peki neden bunu onlemeyelim? Yeni Dunya Duzeninin karsi tezi aslinda Gonul Birligini kurabilmek ve insani gercek anlamda dusunen bir sistem kurabilmektir. Fakat yeni cag Avrupasindaki gibi insaninin sadece nefsi ve akli baz alan insani degil, onun hakikat yoluna ulasabilmesinde ve ozunu kesfetmesine yardimci olabilecek sekilde yani hem gonul hem de akila hitap eden bir yontemle bunu yapmak gerekir. Saygilarimla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.