Devletin Ortaya Çıkışı

, 8 Nisan 2016

ALİ MUSA ARSLAN – Devlet tarihin karanlıklarında yoğrularak ortaya çıkmıştır(s26). Semavi dinler insanlığı Âdem ile Havva’dan başlattıklarından toplumun ve devletin kaynağını bu ilk ailede aramaktadırlar. Tevrat’ta Beni İsrail devletinin bir ailenin büyüme ve gelişmesinden meydana geldiği belirtilmektedir. Eski Türklerdeki hakan çadırlarıyla gök kubbe arasındaki benzerliğe de dikkat edilerek devlet düzeni ve aile düzeni arasında ilişki kurulmuştur. Türk hakan çadırlarının kubbeli olması, göğün yerdeki sembolü kabul edilmiştir. Eski Türklerde gök kubbe devletin çadır ise ailenin örtüsü olarak düşünülmüş, birinin altında devlet diğerinin altında aile kurulmuştur; yani aile devletin çekirdeği kabul edilmiştir. (B.Ögel s.137)

Her dinin her medeniyetin kendine göre devleti vardır. Eflatun “ilahsız site olmaz” derken bu gerçeği kastediyor olmalıdır. Felsefi antropoloji insanın varlık şartlarını araştırırken devleti bir “varlık şartı” görmekte ve devlet kurmayı da insan olmanın bir özelliği olarak göstermektedir. İnsan tabiatı gereği düzen ister, vasfı ve özellikleri ne olursa olsun, düzen devletsiz düşünülemez, düzen devlet demektir. Tabi bu düzenin her zaman olumlu olacağından söz edilemez, ancak bir düzen olacağı aşikârdır. Sadece düzen ile olması gerekenin aynı şey olmadığını unutmamak gerekir.

Devlet kurmak, onu belli kurallara göre yönetmek kültür ve ilim meselesidir. Medeniyetler de mahlukturlar, yani sonradan halk edilmişlerdir(İDF.s:20). Temelleri ne kadar ilahi olursa olsun onlara da insan beyni karıştığı için fanidirler, her nefis gibi ölümü tadacaklardır.

Cemiyete hâkim olması gereken ilkeler sadece ahlaki nasihatlerle hüküm icra edemezler. Müeyyideler gerektirir, bunları da koyacak ve tatbik edecek devlettir. Gözlerimizi tarihe ve dünyaya çevirdiğimizde cemiyetteki huzursuzlukların, kuvvetin kanunda toplanmamasından, yani insanların kaderinin bir diktatörün veya bir zümrenin insafına bırakılmasından, adaletsizlikten, despotizmden, liyakata değer verilmemesinden veya toplumdaki iktisadi uçurumdan ileri geldiğini tespit ederiz. Ancak gerekli unsurların varlığı bir topluluğa devlet özelliğini kazandırır. Ülke ve nüfus hazırlayıcı bir hâkimiyet meydana getirici unsurlardır. Yalnız bu unsurların her milletin şuurunda değişik anlamları vardır milletlerin ülke anlayışları farklıdır nüfus hakkında düşünceleri de değişiktir hâkimiyet anlayışları da başka başkadır. Gelişigüzel bir araya gelmiş insanlardan oluşan bir topluluk devletin nüfus unsurunu meydanı geçirmez getirmez bu topluluğun belli değerlere sahip olması gerekir. İnsan unsuru çeşitli sebep ve faktörlerin etkisi ile bir araya gelmiş birbirine bağlı aynı zamanda devlet kurabilecek ve yaşatabilecek olgunluğa erişmiş olmalıdır. Devlet kurmak millet olmanın tabii bir gereği değildir. Tarihte nice millet başka milletlerin devletleri altında yaşamıştır. Bu milletler hiç devlet kurmamış ve bu ihtiyacı duymamışlardır. Bunlardan bazıları da tarihte yalnızca belli dönemlerde kendi devletlerine sahip olmuşlardır.

Milletler felsefelerini hayattan alırlar(tdf s19). Devlet ise millet hayatının en önemli hadisesidir; Devlet kendini meydana getiren kültürün en yüksek kurumdur(20), felsefelerince hayatlarını kuran milletler, devletlerine de kendi felsefelerine göre anlam verirler ve bu anlama uygun olarak onu düzenlerler. Toplumlarda sebep ve saikleri ne olursa olsun, fertlerin itaatini sağlayan üstün bir otorite belirirse, devlet teşekkül etmiş demektir.

İbn Haldun’a göre toplum yaşamı insanlar için doğal ve zorunludur. İbn Haldun insan topluluklarını şu şekilde sınıflandırır; göçebe toplumlar, yerleşik toplumlar.(mukaddime c.1,385) Göçebe toplumlarda toplumsal ve hukuki düzenin dayandığı temeller asabiyet bağı ile kabile büyüklerine, şeflerine duyulan saygının sonucu ortaya çıkan “spontane bir toplumsal düzen” ile örfi karakterdeki yazılı olmayan hukuk kurallarıdır.(mukaddime c.1 s.288,290,365) Yerleşik toplumlar ise devletin kuruluşundan hemen sonra ya da devletle beraber ortaya çıktılar. (MUKADDİME C.1 375-376) Devlet de toplum kadar doğaldır. İslam düşünürlerinin hükümdarlık ve hilafet müesseselerini birbirine karıştırarak açıklamalarına karşı çıkar. Halifelik şeriata dayanır, devlet ise sonradan kabul edilen siyasi kurallar uyarınca oluşur, der. MUKADDİME C.1 (111,383) Devletlerin kuruluşunu şöyle açıklar: genellikle göçebe kavimler zamanla genişleyip zenginleşerek yerleşik hayata yönelirler ve kendi başlarına siyasal örgütlenmeyi gerçekleştirirler. Ancak asabiyyet bağı güçlü olanlar cesur ve savaşçı göçebe kavimlerin zengin ve gevşemiş yerleşik toplumları yenip, onların başına geçmeleri de mümkündür.(MUKADDİME C.1 s50)

Monstesquieu’ye göre insanı etkileyen doğal ve toplumsal koşullar tarihin çeşitli dönemlerinde ve dünyanın türlü yörelerinde birbirinden farklı toplumlar ve toplumsal müesseselerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İnsanları, dolayısıyla toplumu pek çok şey yönetir: iklim, din, kanunlar, hükümet ilkeleri, tarihten alınan dersler, ahlak, örf ve adetler. Bunların hepsi bir toplumun “Genel Ruhu”nu yani milli karakter özelliklerini oluşturur. (L’esprit des lois s.XIX) Türlü etkenler belli başlı üç yönetim biçimine vücut verir: Monarşi cumhuriyet(a.Aristokratik cumhuriyet b.Demokratik cumhuriyet) ve istibdat. (Esprit vol.I,II-III-2) Monarşilerde yönetim bir kişinin elinde olmakla beraber, belirli ve yerleşmiş hukuk kurallarına göre yürütülmektedir. İstibdat da ise tek başına bir kişinin tüm güçleri elinde topladığı, her alanda mutlak söz hakkına sahip olduğu bir yönetim biçimidir.

Duguit’ye göre yaşayan hukuk devletten kaynaklanmaz ama bir topluluktan gruptan doğar. Pozitif hukuk, devletten doğar, toplum içinde gelişen hukuku izler. Hukuk pozitif hukuktan daha hızlı gelişir. Duguit’nin anladığı şekliyle hak ise toplum içinde yaşayan bireyin bir erkidir. Duguit için devlet en genel anlamıyla bir siyasi farklılaşmayı bünyesinde barındıran, bu farklılaşmanın yönetenlerle yönetilenler arasında oluştuğu tüm insan topluluklarına verilen addır. Siyasi güç, toplumsal bir gelişimin, devlet ise toplumsal dayanışmanın ürünüdür. Egemenliği bir ulusa ya da iradesini ortaya koyarak bir çoğunluğa bırakmak, ona göre, kralın elinde tuttuğu gücün uygulamasıyla aynı sonucu doğurmaktadır. Fransız devrimi kutsal kralın erkini kutsal Fransız halkına vermiştir. Değişiklik, artık egemenliğin kral tarafından değil, çoğunluğun iradesiyle kendini ifade edecek olan kişiselleşmiş bir ulusa ait olmasıdır. (Duguit, le droit social-le droit individuel et la transformation de l’Etat s.33)

Devletin amacı

Genel anlamda devletin amacı içerde güvenliği sağlamak adaleti tevzi etmek halkın çağa göre ihtiyaçlarını gidermek yetişen nesle yaşayacakları devre göre eğitmek dışa karşı vatanı ve milleti kurmak şeklinde özetlenmektedir. Ancak bir devletin insan unsuru o devlete ruh verir yani bu insanların arzuları idealleri bu devletin amacını şekillendirir. Bir milletin medeniyeti sarsıldı mı, bu sarsıntının ilk görüleceği yer devletidir. Devlet çarkını döndüren devlete ruh veren insandır(tdf s.17) O yara aldı mı milletin bünyesine en uygun sistemler işlemez olurlar, en adil kanunlar kâğıt üstünde kalırlar.

Devlet hayatında devamlılık(gelenekten kopmamak, kanunlara bağlı kalmak) ne kadar önemli ise bunu taassup haline getirmekte o derece tehlikelidir. Türklerde bu yoktur, Babür bu düsturu açıkça ortaya koymaktadır eğer baban iyi bir kanun yapmış ise onu koru, fena ise daha iyisini yap. (o.turan s.538-539)

Devlet hayatında liyakat çok önemlidir. Ne zaman ki liyakata dikkat edilmemeye başlanmışsa devletlerin çöküşü başlamıştır. Türkler de bu konuya önem vermekteydi. Belki de pek çok yıl süren iktidarlarının sebeplerinden biri de budur.

Aristo’ya göre her topluluğun bir amacı vardır: İYİLİK (Aristo a.g.e., book 1,1252). Devlet “tüm vatandaşların ortak iyiliğini gerçekleştirmekle yükümlüdür.” Ancak devlet bir gerçekliktir, bu nedenle onu meydan getiren bir altyapısı olması gerekir. Bu altyapıyı oluşturan öğeler “toprak parçası” ve “halk”tır. Aristo’nun deyişiyle “kendi ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeye erişmiş bir insan topluluğu” devletin alt yapısını oluşturur.  Aristo bu alt ya da temel yapıya “siyasal toplum koinonia politike” der.(Aristo a.g.e., s125-127,1275a,1275b). Aristo’ya göre İyi bir devlette kişi ya da kişiler değil, hukuk egemen olmalıdır. (sabine a.g.e.,s93)

Siyasal iktidarın meşrulaşması süreci

Devlet hukuki bakımdan emretme hak ve yetkilerine sahip emre tatbik etmek kudretini haiz yüksek sosyal bir düzen olduğuna göre onu zorbalıktan ayıran itaat eden tebaanın hâkimiyeti meşru kabul etmesidir. Hâkimiyetleri gelenekçi, kanuni, karizmatik olmak üzere üçe ayırmak mümkündür.

Gelenekçi hâkimiyette hâkimiyeti kimin ele alacağı nasıl kullanacağı gelenekler tarafından

düzenlenir hükümdar hakimiyetini yazılı hukuk kaidelerine göre değil örf adet ve geleneklere göre uygun olarak kullanır.

Kanuni hâkimiyeti hükümranlığın esası kanunlarla tespit edilir objektif kurallara göre

hakimiyet sürdürülür.

Karizmatik hâkimiyette ise hâkimiyetin hükümdardaki tanrı vergisi olarak nitelendirilen

üstün vasıflardan kaynaklandığı kabul edilir.

Biri diğerinin gelişmişi olmadığından bu 3 hâkimiyet şekli sıra takip etmezler. Örneğin Oğuz destanlarına göre Oğuzhan hem karizmatik hem de hâkimiyeti ilahi bir menşeden almıştır.

Max Weber’e göre geçmiş dönemlerde geleneksel bir otorite dünya nizamını yönlendiriyordu.  Weber otoriteyi 3’e şu şekilde ayırmaktaydı.

Din ve gelenek ağırlıklı otoriteyi GELENEKSEL OTORİTE olarak adlandırmaktadır. Bu tür patriarkal otoritede despotun buyruklarına uyulur; bu buyrukların mahiyeti tartışılmaz, hukukun oluşumunda ve yargılamada sistem yoktur, keyfilik egemendir.

Bir başka otorite tipi KARİZMATİK OTORİTEdir. Burada bir şahıs, lider doğaüstü bir güç, kahramanlık olgusu veya zekâ ve yüksek konuşma yeteneğine dayalı olarak toplumu yönetir, otorite olur.

HUKUKSAL OTORİTE; Burada toplumu yöneten kurallar belli bir sistem içinde, bilimsel akli verilere göre oluşturulur ve hukukun uygulanmasında da rasyonalite esas alınır. Hukuksal otoritede sübjektivite kişiselleşme yoktur. (Max weber niyazi öktem  İHFM C. LIV(1994) S.378)

İbn Haldun ise meşruiyet kazanma sürecini şu şekilde açıklar: Başlangıçta asabiyyeti güçlü soy devleti kuruluşunun başlangıcında sırf güç üstünlüğüne dayanarak yönetir. Doğal olarak bu durum hükmedilenler arasında öfke ve kin hâsıl eder. Ancak bu uzun sürmez. Halkın bir yandan dayanma gücünden yoksun olması, öte yandan yenilginin ilk acısını zamanla unutması, hele hükümdarın akli bir siyaset gütmesi de eklenirse, yavaş yavaş hâkim soya, hükümdara olan düşmanlık duygularını zayıflatır.  Zaman ilerledikçe eski ezilenler hükümdarlığın o soydan gelenlerin doğal hakkı olduğuna inanmaya başlar. (MUKADDİME C.1 s414-416)

Bu inceleme önemlidir zira ileride ROBOTLARIN yönetici sınıfına yükseltilmesi gibi mevzular açıktan açığa konuşulmaya başlandı. Nick Bostrom’un SINGLETON adlı makalesinde sadece basit bir yönetici değil devletleri yöneten bir bilgisayar ağından bahsedilmektedir. Bu durumda insanlığın robotların hâkimiyetini meşru kabul ediş süreçleri de bu şekilde cereyan edebilir. Dünya yepyeni bir çağın eşiğinde ve bütün insanlık çok farklı bir tarihsel sürece doğru yönlenmekte. Eğer şu an ileri sürdükleri şeyleri gerçekleştirebilirlerse olacak olan budur. Ve yeni gireceğimiz bu tarihsel süreçte artık geçmişimizle bağlarımızı koparmaya yönelik adımlar atılması muhtemel olacaktır. Zira yeni bir meşruiyet zemini içinde geçmişte yaşanan olayların insanlık için bir önemi olmadığı olamayacağı ileri sürülebilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.