Kâbus – 1
Oğuz Aksakal, 21 Nisan 2016
Latincede mare deniz demektir. Bir de kısrak anlamı vardır mare’nin. Farsçada mer yılan, meran yılanlar demektir. Birçoğumuzun bildiği şah-ı meran (yılanların şahı) ifadesi zaman içinde Şahmeran ya da Şahmaran olmuştur. İngilizcede mar kelimesi bozmak, zarar vermek anlamına gelir, yüzey yaralanması ya da yüzeye zarar vermek olarak da kullanılır. Eski İngilizcede meran, merren, eski Saksonya dilinde merrian, eski Almancada merren, Kuzey dillerinde (eski Nors) merja olarak da karşımıza çıkar. Biraz derinleşmek isteyen okurlarımız Mars gezegeninin isminin kaynağı, Marcus, Mark, Marc, Markos gibi isimlerin kökeni üzerine düşünebilirler.
Mahr Almancada kâbus anlamı taşır, aynı zamanda karabasan anlamında da kullanılabilir. Almancada kâbus anlamına gelen bir kelime daha vardır: Albtraum. Alb ya da Alp kelimeleri, insanın uyku halinde göğüs kafesinin üzerine oturup onu adeta nefessiz bıraktığına inanılan bizde karabasan diye bilinen bir varlığı ifade eder. Karabasan’ın rahatsızlık verdiğini iddia eden kişiler bağırmak isteseler de bağıramadıklarından ve büyük bir sıkıntı yaşadıklarından bahsederler.
Kimilerine göre böyle bir varlık vardır, kimileri ise bu konuda gece yatmadan önce yemeği fazla kaçırmışsınız diyebilir. Biz gerek doğu, gerek batı mitolojisinde yer alan bir kavramı ele almak peşinde değiliz elbette. Ancak şu dikkatlerimizi çeker olmuştur: Bahsi gecen varlık göğüs kafesi üzerine yani kalbimizin üzerine çöküyor ve bizi nefessiz bırakıyor. Bu canlıya Cermenler Alp ya da Alb diyor.
KALP – ALP
KALB – ALB
Batı edebiyatından alıntılamalar yaparak Alb’in Kurtadam gibi yalnız dolaştığını ve bedenini değiştirebildiğini söyleyebiliriz ayrıca annelerin sütlerini çalar, hastalık getirir, anahtar deliğinden bile geçebilir, hatta cinsel istismarda bulunur. İskandinav edebiyatında bu varlığın (bir anlamda) ruhunu (hugr) başka varlıklara taşıyabildiğini görürüz yani bir bedenden diğerine geçer durur! (Transhümanist fikirlere aşina okurlarımız için şaşırtıcı bir özellik olmasa gerek!) Hatta ağaçlar bile bu özellikten nasibini alırlar!
Özellikle kayalık yerlerde görülen bazı tür çamlar doğrudan bu varlık ile ilişkilendirilmiştir. Oysa çam dört mevsim yemyeşil olan bir ağaçtır. Çam daima canlıdır, daima canlı olması beklenen KALP gibi.
Çam da, kozalakları da kalbi andırır!
Yurtdışından kısa süreliğine İstanbul’a geldiğim bir vakitte hemen Feridun B. Kaya Ağabey’i aramıştım. Konumuz çam ağacı, pagan adetleri ve Noel alışkanlıklarına gelmişti. Zira Avrupa’da Noel zamanı gelmek üzereydi, evlerin içi/dışı ve şehir meydanları çoktan çamlarla süslenmişti.
Çam süslemek! – Kalbi süslemek!
O gün, değerli ağabeyimden yeryüzüne ilk çamı kimin ektiğini öğrenmiştim. Çama saldırmanın sembolik olarak kalbe saldırı olduğunu o gün idrak etmiştim. Çam kesildikten sonra süslenirse ortaya çıkan şeye çam demek ne kadar mümkün ise sonsuz bir hayat adına kalbini ve diğer organlarını kesip yapayları ile değiştiren insan++ ’ya da o kadar insan gözü ile bakabilirsiniz.
Organları yapayları ile değiştirerek ve insanı biyomekanik bir makineye dönüştürerek ölümsüzlüğü yakalamak transhümanist ajandada bir yol olabilir. Bu yolda yapay kalp elbette kritik bir dönemeç! Çamı kesip dallarını süslemek ile insanın kalbini söküp onu biyomekanik ve elektronik eklentiler ile donatmak arasında bir analoji kuruyorum ister istemez!
Noel ya da yılbaşı çoğu kez çam ağaçlarının süslenmesi ile özdeşleşir. Noel’e dair resimler daima cıvıl cıvıl bir ağaç ile zihinlere kazınır. Oysa yılbaşı geçer geçmez o çamları çöpün yanına bırakıverirler, ya da yol kenarına atarlar. İşte bu da insan++’ yı bekleyen olası akıbet!
İnsana bu (transhümanist) oyunu tezgâhlayanlar da onu transhuman, posthuman ya da insan++ fazına gelindiğinde çöp gibi, yakılacak odun gibi bir kenara atacaklardır! Sen secde edilecek bir varlık değilsin diyeceklerdir. Değildin de! Bizim (lain) patron da zaten bu yüzden sana secde etmemişti diye devam edeceklerdir. Kim bilir!
Belki tekrara düşeceğim, ama her-an olarak bilim ve teknoloji ile bir çatışma ya da savaşımız olmadığını ana çıkış fikrimizin insan kalmada ısrarcı olmak olduğunu hatırlatmak isterim. Üzerimize bir karabasan, bir kâbus gibi çökecek tehlikeye işaret etmek amacındayız…
Yeri gelmişken Alb’lerin kralı Alberich karakterine dikkatlerinizi çekmek isterim. Hem Cermen destanlarında hem de Alman besteci Richard Wagner’in Niebelung Yüzüğü (Der Ring der Niebelungen) operasında karşılaştığımız Alberich, Wagner’in dört operadan oluşan bu eserinde belki de en önemli öğe olarak karşımıza çıkan lanetli bir yüzük için sevgiden vazgeçer ve…
Siz değerli okurlarımız yüzük konusu ve onun temsil ettiği kavramlar üzerine belki Tolkien okumalarını da işin içine katarak dilerseniz yeni bir pencere açabilirsiniz…
Devam edecek…
“Kâbus – 1” yazısına 5 yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Biliyoruz Sayın Leyli, ama her kavramda mega tsunamiye bakan bir yön arıyoruz, sizin bahsettiğiniz kapılardan girmemeyi, başka motivasyon kaynağı üretmeden transhümanizm ve singularity tehlikelerinin mega-kabus döneminin başlangıcı olduğunu düşüncemiz güzergahında kalmayı tercih ediyoruz. Siz kıymetli yorumlarınızla o kapılardan geçebilir, bizi aydınlatanilirsiniz…
Allah iyiliğinizi arttırsın. Çok şey söylemek istiyorum ama susuyorum. Bu kabusların gerçeklik payının mekanik kalplerden ibaret olmadığını biliyorsunuzdur belki de.
Akdeniz yöresinde vahşi ve saldırgan bir kertenkele türü var.
Ona koçmar derler.
Kalemine ve sözlerine sağlık, Syn. Oğuz Aksakal… Güzel yazılarınızı daha sık rica ve temenni ediyoruz…
ALB-ALP ismi ve tablolardaki perde arasından çıkan ‘AT’ detayı farklı çağrışımlar yaptı bana.Kalbi fethedenler, kalbe çökenler olarak hafızalarda deforme edilmiş olabilir mi? Yazılarınızın devamını heyecanla bekliyorum ve daha sık yazmanızı temenni ediyorum.
Saygılar,