Robotların Yükselişi – 1

, 6 Nisan 2016

Yapay zekâ ve robotlar giderek güçleniyor, bugün bunun gelişmelerine şahit oluyoruz. Japonya’da ev işlerinde kullanılan robotlar, Go’da zirveye yerleşen AlphaGo, Boston Dynamics’in geliştirdiği prototipler, değişik görevleri yüksek verim ve başarıyla gerçekleştiren türlü robotlar… Gelişen teknolojinin ürünü olarak bunları incelerken geleceğin fantastik ve bilim kurgu filmleri gibi olacağını düşünüyoruz ve bu oldukça eğlendirici. Gelecekte ayak işlerimizi yapan robotlar olacak, sadece sesimizle kontrol edebileceğimiz hizmetkârlarımız olacaklar, her aygıt akıllı hale gelecek ve yaşam çok kolaylaşacak. Bunlar bize vaat edilenler. Peki, gerçekte nasıl bir dünya bizi bekliyor? Yapay zekâ ve robotlarla paylaştığımız bir dünyada insanın kıymeti ne ölçüde olacak, bu gelişmelerin ekonomik yansımaları ne olacak ve ne tür zorluklar ve problemlerle karşılaşacağız? Her ne kadar bu eğlendirici vaatler içimizi ısıtsa da gerçekçi yaklaşımlarla analizlerde bulunmak gerekiyor.

Martin Ford, bu tarz gerçekçi analizlerde bulunduğunu düşündüğüm bir robot ve yapay zekâ uzmanı. “Robotların yükselişi ve işsiz bir gelecek tehdidi” adlı kitabında bilgi teknolojilerinin ve sanayide otomasyonun geçmişten günümüze ve geleceğe piyasalar ve işyerleri üzerindeki etkisinin ne olduğunu ve olacağını örnekler ve istatistikler ile anlatmış. Teknolojinin ilerlemesinden dolayı gelecek adına gördüğü tehditleri başlıca:

  1. İşsizlik,
  2. Plütokratik bir düzenin yerleşmesi ve
  3. “Varoluşsal Riskler ve Felaket Senaryoları” olarak tasnif edebiliriz. Bu yazıda işsizlik sorunu üzerine odaklanmaya çalışacağız.

Ford, 2. Dünya Savaşından sonraki 20 yılı makineleşmenin altın çağı olarak nitelendiriyor. Bunun sebebi özellikle bu dönemde teknolojik ilerlemelerin sanayiye yansımalarının işçiyi ve çalışanları pozitif etkilemiş olması. (İşçi derken mavi ve beyaz yakalı, bir işverene bağlı her türlü çalışanı kastediyoruz). Bu dönemde makinalar geliştikçe yeni iş olanakları ortaya çıktı, işçinin verimi arttı ve bu ilerleme işçinin iş ve yaşam kalitesinin yükselmesi olarak aksetti. Örneğin otomotiv sektörünün gelişmesiyle halk yeni bir ulaşım modeline kavuştu, arabaların yaygınlaşmasına bağlı olarak fabrikalara işçi alımı arttı ve oto tamircilik sektörü gelişti. Uçak ve havacılık sektöründe de aynı şey söz konusu idi; jet motorlarının yaygın kullanımı da 70’lere kadar bağlı sektörlerin gelişimini sağladı, bunun gibi birçok alanda makineleşme, işçiler için umut dolu bir geleceği gösterir gibiydi. Bununla birlikte ağır iş yükünü makinalar üstlenirken bu makinaları opere etmek için işveren, işçiye bağımlıydı. Bu işçiye bağımlılık sendikalara pazarlık gücü de veriyordu. Anlayış oydu ki teknoloji geliştikçe yeni iş imkânları ortaya çıkacak ve çalışma koşulları giderek iyileşecekti. Ancak ne yazık ki bu durum bu şekilde devam etmedi.

Amerika’da 1929 krizinden beri hiçbir on yılda yeni iş olanaklarının ortaya çıkması %20’nin altına düşmemişti. Krizler ve durgunlukla bağdaştırılan 70’lerde bile bu oran %29 idi. Ancak 2010 da Washington Post’ta yayınlanan bir makaleye göre 2000-2010 yılları arasında bu oran % 0 idi. Bu değişimin, bilgi teknolojisi çağının bir karakteristiği olduğunu görüyoruz. Çünkü bu yeni çağda makinalar, işçinin verimini ve iş imkânlarını arttıran “araçlar” olmaktan çıkmış, bunun yerine kendileri işçiye dönüşmeye başladı.

Çalışanlar ve işçi alımı, ekonomik ve hukuki olarak işveren üzerinde belli bir yük anlamına gelir. Maaşlara yapılan zamlar, kıdem tazminatları, iş kazası risklerine bağlı tazminat borçları, işlerde durgunluk zamanlarında işçilerin çalışmadan geçirdiği süreler bu yüklerden bazıları. Bu yüzden işveren açısından kârı maksimize edebilmek için olabildiğince az işçi ve çok makinayla çalışmak en avantajlı durum. Dolayısıyla akıllı ve kendini opere edebilen akıllı makinaların ortaya çıkışı ve yaygınlaşması işçiler açısından bozucu (disruptive) bir etki yapması da kaçınılmaz oluyor. Bugün de işçilerin yerini alan programlar ve makinalarla işyerlerinde otomasyona geçiş sadece el emeğine dayalı işlerde değil, ileri düzeyde eğitim ve uzmanlık gerektiren işlerde de işçilerin yerini alıyor.

Henüz günümüzde robotlar, birçok işte tamamen işçilerin yerini alacak kapasitede değil. Ancak buna doğru evirildiklerini görüyoruz. Robotların şu an için insanların yaptıkları işlerde kullanımında birtakım problemler söz konusu. Örneğin robotlar çoğunlukla sadece belli çevrelerde belli görevlere verilince bunu başarıyla yerine getirebiliyor; farklı bir ortama konulduğunda veya görev biraz değişince kafaları karışıyor. Üç boyutlu algılamada eksikler ve farklı fonksiyonlara adapte olamıyorlar. Bunlarla birlikte fiyatları da yüksek, henüz birçok alanda işçilerden daha ucuz değiller. Ancak bu durum da değişiyor. 2000’li yıllarda robotların üç boyutlu algısında büyük gelişmeler yaşandı. Microsoft tarafından geliştirilen “Kinect” gibi hareket sensörleri bunlardan yalnızca biri. Bu tarz donanımların fiyatları da evlerde yaygın kullanımı sağlayacak kadar giderek düşüyor. İşyerlerinde makinalarda da bu sensörlere sahip robotlar işlerde daha kullanışlı hale geliyor. Robotların yazılımlarında da önemli gelişmeler söz konusu. Örneğin ROS (Robot Operating System) diye bilinen robot yazılımı open-source ve bedava. Dolayısıyla her yazılımcı bunu alıp geliştirebilir ve robotlara belli görevleri tayin etmede kullanılabilir. Bunların, “I Robot” filminde gördüğümüz gibi bir standart sürümü sunulduğunda bunun yapacağı etkiyi tahmin etmek çok zor.

Robotik gelişmelerin sadece gelişmiş ülkelerde etkilerini göstereceğini düşünmek te büyük bir hata. Makineleşme, ekonomisi sanayiye veya tarıma bağlı her ülkede bugünden kendini ağır bir şekilde göstermekte. Makineleşme dışında işverenin giderlerini azaltmada başka yöntemler de var. Örneğin “offshore employment” seçeneği özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinde çok yaygın. Bu ülkelerde, işyerinde yapılması şart olmayan, bilgi sağlanmasına dayalı işler, örneğin şirketlerin müşteri hizmetleri, okyanus ötesinde Hindistan ve Çin gibi ülkelere taşınabiliyor. Hatta bu az gelişmiş ülkelerin ekonomisi offshore işlere bağımlı halde. Dolayısıyla bunların otomasyon ile ortadan kalkması, az gelişmiş ülkelerin ekonomilerine de ağır bir darbe vurabilir. Bunun dışında fabrikalarda makineleşme ile az gelişmiş ülkeler, kendi içlerinde de bir işsizlik kriziyle karşı karşıya. Örneğin Çin’de işgücü büyük ölçüde fabrikalarda imale (manufacturing) bağlı ve bu ülkede, 1995-2002 yılları arasında bu işlere bağlı işgücünün %15’i olan 16 milyon işçi, işçi çalıştırmanın masraflı ve makinaların ucuz olmasından dolayı işini kaybetti. Yani Çin gibi işgücünün ucuz olduğu bir ülkede bile durum farklı değil.

Fast Food sektöründe de bunun etkileri hissedilmeye çoktan başlandı. Özellikle büyük fast food zincirlerinde mutfaklarda makinalar, çok az bir insan müdahalesiyle bir menüyü tamamen hazırlayabilir hale geldi. İşçilerin müdahalesi büyük ölçüde müşterilerle irtibat kurmada gerekiyor. Bu işlerin bile otomasyona yenik düşmesi, yeterince gelişmiş müşteri arayüzeyleriyle olası ve beklenen bir durum. Örneğin McDonalds 2011’de Avrupa’da 7000 restoranda dokunmatik ekranla siparişi etkin kılacağını duyurmuştu ve bugün gelişmiş ülkelerde bunlar kullanımda. Bunlar her ne kadar işçiye bağımlılığı sıfıra indirmese de buna yakın bir seviyeye getiriyor. Tarım sektöründe bile insan gücüne ihtiyaç giderek azalıyor. Bu sektörde son yüzyıl içinde işgücüne ihtiyaç zaten kademeli olarak azaldı. 1900’lere kadar Amerika’nın iş gücünün neredeyse yarısı tarım sektöründe çalışırken 2000 yılında bu oran %2nin altında. Elbette bunu sadece makineleşmeye bağlamak abes olur ancak makineleşmenin etkisi ilk akla gelenin çok üzerinde. Süt sağmaktan hayvan kesimi, olgunlaşan meyve ve sebzelerin tespit edilip toplanmasına kadar makinalar, insanlardan çok daha masrafsız ve verimli olduğu için bu sektörde de insan gücünün kullanımı asgari bir seviyeye iniyor.

Elbette bütün bu makineleşmenin ve otomasyonun sadece istenmeyen, düşük maaşlı işlerde etkili olduğunu düşünmek mümkün ve birçok ekonomist ve politikacı, bu gelişmelerin yalnızca istenmeyen işlerde kendisini gösterdiğini savunuyor. Ancak bu yazı serisinde göreceğiz ki otomasyon ve robotlar, her alanda ve farklı birçok etkiyle kendisini gösteriyor. Konuya devam edeceğiz.

“Robotların Yükselişi – 1” yazısına 2 yanıt var

  1. Mehmet Yeşilyurt demiş ki: ( 11 Nisan, 2016, 10:25)

    Yazıyı okudum ve I,Robot filmini tekrar izledim. İlk izlediğimde hiç Singularity veya Transhumanizm gibi kavramlar aklımda değildi. Filmi tekrar izledim ve daha dakika 1’den itibaren “Very superstitious” gibi ateist bir müzik ile başlıyor. Sonny diye sözde duyguları olan % 100 mantık ile düşünmeyen, hayal ve rüya gören sözde rasgele kod parçacıklarının ruhu oluşturabildiği “iyi” bir robotumuz var. Filmdeki mesajda gelecekte robotların Sonny gibi olacağı, VIKI gibi olmayacakları empoze edilmeye çalışılıyor. Yani insanlar gibi duyguları ve ruhları olacakmış güya. Baştan sona kadar singularity ile dolu bir filmmiş meğerki. Benzer şekilde IMBD’den yüksek puanlı Edge of Tomorrow da öyle. onu izlerken zaten ateist bir film olduğunu en baştan anladım. Kendi içinde mantıksızlıklarla dolu ama insanlar beğeniyor işte. Enteresan. işsizlik olayı ise gerçekten robotların “akıllanması” ile artacak bir durum ve insanoğlu için makalede de verilen örneklerdeki gibi bir tehdit. Şimdiden öncelikle büyük ölçekli fabrikalarda kullanılmak üzere derin öğrenme ile geliştirilmiş otomasyon robotları yaygınlaşıyor. Bununla ilgili makaleler çıkıyor.

  2. Şükrü Nebioğlu demiş ki: ( 8 Nisan, 2016, 8:02)

    Robotlarla ilgili gelecek tahminleri aslında hemen her konuda olduğu gibi -özellikle dünyayı makro düzeyde etkileyen konular benzeri- varsayım tarafı çok daha kuvvetli oluyor ve gerçekleşme ihtimali düşük oluyor.

    Rızkı veren Allah dediğimize göre insanların ekonomik veya iş anlamında robotlara yenik düşmesi bence dünyanın tabiatına ters. Elbette geçici resesyonlar olabilir azalmalar artmalar dünyanın doğası gereği; ama batılı karamsarların vay bizim halimize senaryoları biraz abartı. Zira bundan 30 yıl önce de 2000’lerin başında küresel ısınma ve felaketlerle dünyada hiçbir şey kalmayacağı söyleniyordu tutmadı. Gene 1970’lerde yapılan 2000’leri anlatan filmlerde ve tahminlerinde robot zekalarının insanlığı ele geçirdiği ya da uçan arabaların olduğu hep hayal edildi. ancak bunların da tamamen tutmadığını farklı açılardan tahminlere benzer şeylerin olduğunu gördük.

    Benim bildiğim ve gördüğüm Allah’ın yürü dediği teknolojik gelişmeler genelde ayakta kalabiliyor ve tabiri caizse yürüyor. Yürüyen teknolojiler de insanlığa gerçekten yararına ise gerçekleşiyor. Allah’ın izin vermediği hiçbir nimet ya da bela gerçekleşmez diyerek sonlandırayım.

    Elinize sağlık yazının devamını bekliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.