Robotların Yükselişi – 2

, 27 Nisan 2016

İlk yazıda teknik ilerlemenin 20. Yüzyılda etkilerinden ve bu yüzyılın sonunda bir dönüm noktasından bahsettik ve bazı alanlarda beliren işsizlik sorunundan bahsettik. Ama bu bahsettiklerimiz ziyade olarak pek ileri bir eğitim düzeyi gerektirmeyen, hatta pek çok kişinin savunduğu üzere kimsenin yapmak istemediği, örneğin depo çalışanlığı, fabrikada imal işçiliği gibi alanlarda idi. Bu yazıda yapay zekâ alanında ilerlemelere dair biraz daha detaylara girerek başka alanlardan bahsedip, gelecekte nasıl bir düzene doğru sürüklendiğimize dair analizlerden bahsedeceğiz.

Konuyla ilgili olarak öncelikle “yapay sinirsel ağlardan” ve yapay zekâda “derin öğrenme (deep learning)” fonksiyonundan tekrar bahsetmek istiyorum. Bu teknikler fikir olarak çok yeni değil aslında; bilgisayarlarda derin öğrenme fikri ve bir gün bunların da insanlar gibi düşünebilecek olması fikri 50’lerde Alan Turing tarafından ortaya atılmıştı. Önceden sadece insanların yapabileceğinin düşünüldüğü birçok görevin bugün, “pattern recognition” özelliğine sahip, farklı görevlere adapte edilebilir yazılımlar tarafından büyük bir beceriyle yapıldığını görüyoruz. Yapay sinirsel ağlar aslında insan sinir hücreleriyle aynı çalışma fonksiyonuna sahip. Yapay nöronlardan ve bunların arasında kurulmuş bağlardan (synapses) oluşuyor. Kendisine gelen bir uyarı belli bir eşiği geçince bunu algılıyor, değerlendiriyor, buna göre en uygun gördüğü tepkiyi veriyor. Derin öğrenmeye sahip bir robotun, yaptığı işte ne kadar başarılı olduğunu karşılaştırmalar ve feedback’lerle değerlendiriyor ve her defasında aktive ettiği sinirlerin sırasını değiştirerek giderek en uygun cevabı verebiliyor. Makinaların öğrenmesinin önündeki büyük bir engel olan görüntü ve ses tanıma da bu metodla aşılıyor. Bununla çalışan robotların ihtiyacı olan şey ise ham veri. Bir bebeğe öğretir gibi bu makinalara da öğretiliyor. Önce bir top resmi gösterirsiniz, bunu bir yumurta sanır, ama bu metodla giderek her objeyi, hatta hareket halindekileri bile tanıyabilir hale gelir. Google’ın resim aratmada, Google Translate’te sesi algılamada, Iphone’un Siri uygulamasında bu kadar başarılı hale gelmesinin sebebi de bu teknik.

Bugün bu tekniklerle yapay zekâ sadece basit işlerde değil, her alanda işçilerin yerini almaya başlıyor. Özellikle bir bilgisayar karşısında oturup bilgi manipüle etmeye dayalı işler giderek otomasyona eğilimli hale geliyor. Öreğin IBM Watson, bu tıp alanında en ileri yapay zekâ ürünlerinden biri. Ancak başka bir sürü çalışma da bu alanda sürüyor. 2009 yılında Minnesota’da bir kliniğin ürettiği yapay sinirsel ağlar, kalp rahatsızlıklarının teşhisinde 189 hasta üzerinde yüzde 99 başarı ile teşhis koyabildi ve bu hastaların çoğu, muayene prosedürüne hiç girmeden tedavi edilebildi. Başka bir örnek olarak borsada yapılan alım-satımları örnek verebiliriz. Stock broker’ların yaptığı iş genel olarak hisse senedi alım-satım üzerine ve bunu, piyasadaki bazı durumları değerlendirerek yapıyorlar. Bugün dünyanın en büyük iki borsası NASDAQ ve NYSE (New York Stock Exchange)’te yapılan alım satımların yarısından fazlası yapay zekâ yazılımları tarafından yapılıyor.

Yani demek istediğimiz, otomasyona eğilimli işler sadece üretim ve depolama gibi işlerle sınırlı değil. Her alanda farklı ölçülerde ve farklı tekniklerin gelişmesiyle robotlar, insanların yerini alabilecek kapasiteye çıkmakta.

Elbette bu kadar düşünme fonksiyonu beraberinde çözülmesi gereken birçok sorun da getiriyor. Örneğin önceki yazılarda bahsettiğimiz, Go’da Lee Sedol’ü yenen robot AlphaGo, müthiş bir donanım ve işlemci kapasitesine ihtiyaç duymuştu ve bu yüzden Google’ın Cloud sistemini kullanmıştı. Bir oyunda bile bu kadar büyük donanım gerekiyorsa evde veya işte kullandığımız robotlar nasıl bu kadar fazla olasılığın değerlendirilmesi gereken işlerde becerikli olacak? Bu soruya verilen cevaplardan biri de işte “Cloud Computing”. Özetle,  örneğin evlerde veya işyerlerinde kullanılan robotlar yaygınlaşırsa, bunların her birinin kendi beyni ve işlemci kapasitesinin olması yerine, hepsinin hesaplama işlemlerinin merkezileşmiş bilgisayar yurtları (computing hubs) tarafından yapılması bir çözüm olarak sunulmakta. Bu şekilde her bir robotun kendi beynine sahip olması yerine bunların düşünme yükü bir merkeze yüklenebilir ve oradan kontrol edilebilir. Örneğin Google, 2011’de robotlar için cloud sistemini desteklediğini duyurmuştu ve tüm robotların, Android aygıtlar için yapılmış servislerden yararlanabilmesi için bir arayüz sunuyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi de bize yine I Robot filmini hatırlatıyor.

Belirtmek istiyorum ki insanlık çok sinsi bir problemle karşı karşıya. Yavaşça kaynatılan kurbağanın, suyun yüz dereceye geldiğini anlamaması misali biz de distopik bir düzene doğru evrilirken bunun farkına varmıyoruz. Bunun sebebi bahsettiğimiz değişikliklerin etkilerini kademeli olarak doğurması. Şöyle ki, bir işyerinde otomasyona geçilmeye başlandığında bu çoğu zaman doğrudan fazlalık gereği işten çıkarmalar olarak kendini göstermiyor; bunun yerine ilk gerçekleşen işçiye olan bağımlılığın azalması ve kâr anlamında verimin yükselmesi oluyor. Bundan sonra yapay zekânın – kullanılan programların işlerinde giderek daha efektif hale gelmesi daha fazla işe alım olmaması, asgari ücretle çalıştırılan işçi oranının artması, işverenin, işçilere ve sendikalara karşı elinin güçlenmesi şeklinde paket halinde sonuçlarını doğurmaya başlıyor. Buna uygun örnek olarak 1950’lerde Amerika’da işçilerin üçte birinden fazlası sendikalara üye iken bugün bu oran yüzde 7, ve işsizlik oranı 70’lerden beri en yüksek seviyelerde. Ayrıca çalışanın eğitim seviyesinin değeri düşüyor; bugün master derecesi eskinin lisans derecesi, bugünün lisans derecesi eskinin lise diploması gibi muamele görmeye başlıyor. Zaten bugün sadece lise diploması olanlar için iş hayatı oldukça acımasız.

Bu sorunlar ilk gündeme gelmeye başladığında işçilerin teknolojiyle rekabet etmek yerine bunlarla beraber çalışmayı öğrenmesi ve adapte olması sunulan ilk çözümlerden biri oldu elbette. Eğitim düzeylerinin yükseltilmesi ve formasyon verilmesi gibi yollarla problem geçici olarak zayıflatılmış gibi göründü, ama gerçekte sadece ertelendi; setin önünde yığılma daha da arttı ve sorun daha da büyüdü.

Bunun sebebini yapay zekânın kullanım şekli olarak belirleyebiliriz. Bugün işyerlerinde kullanılan akıllı programlar ve makinalar, yığınlanmış verilerin (big data), bilgi madenciliği (data mining) gibi yöntemlerle bu konuda uzmanlaşmış şirketler tarafından bu programların kullanabileceği algoritmalara uyarlanmasıyla giderek daha da efektif hale geliyor ve burada söz konusu yığınlanmış veri de işçilerin, işe ilişkin aktivitesinin elektronik ortamda kaydedilmesiyle toplanıyor (Örneğin WorkFusion bu işi yapan bir start-up şirket. Bu şirketin, başka büyük şirketlere sunduğu hizmetlerden biri, bir zamanlar büyük iş gücü gerektiren işler için yazılımlar üreterek kârlarını maksimize etmek). Basitçe örneğin bir şirkette çalışan muhasebecilerin yaptıkları işler, hazırladıkları raporlar ve hatta kendi aralarındaki yazışmalar toplanılarak büyük bir veritabanı oluşturuluyor, buna göre bu işleri yapabilecek kodlar ve programlar yazılıyor, yani o şirkette muhasebecilik işi otomatize oluyor.

Yani otomasyon bir kez işyerine geldiği zaman işçilerin bunlarla rekabet etmesi mümkün olmuyor. Bunlarla beraber çalışarak sadece kurulan veritabanlarına katkı sağlıyorlar. Bu ilk başta fast-food ve perakende satış yapılan sektörlerde başarıyla uygulandı ve bugün otomasyon, gelişen tekniklerle uygulama alanı olarak sınır tanımıyor.

Bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum, bu yazılarda genel olarak değinmek istediğimiz, farklı çevrelerde desteklenen ve durmadan övülen teknolojik gelişmelerin göz ardı edilen ve konuşulmak istenmeyen olumsuz etkilerine de değinmek. Elbette tüm bu ilerlemelerin olumlu yönleri de var ancak bunların ne amaçlara hizmet ettiği, kimlerin bu yeniliklere öncülük ettiği ve bunların meydana getirdiği bozucu etkileri de nazara vermek gerekir. Her fırsatta vurgulamaya çalıştığımız nokta teknolojinin özünde iyi veya kötü olarak bakılmaması gerektiği, önemli olan kimlerin elinde hangi amaçla bunları kullandığı ve bu tarz bir gücün sorumluluk gerektirdiğidir. Çünkü teknoloji çağında insanlığın öncelikleri karışmış, hız en büyük öncelik haline gelmiş ve bunun sonucunda teknik ilerleme, üzerinde sorumsuzca çalışılan bir uğraş haline gelmiştir ve bu bahsettiğimiz kötü sonuçları doğurmaktadır. Bütün teknik ilerlemeye fırsatlar gözüyle bakılmalıdır ve bunun insanlığa faydalı hizmetlerde kullanılması amaçlanmalıdır. Ama teknoloji, sorumlu insanların elinde olduğu sürece faydalı sonuçlar doğurabilir; bunun öyle olup olmadığının sorgulanması gerekir. Bu da hepimizin sorunudur; iş o noktaya gelirse sadece ezilen, güçsüz bir zümrenin mücadelesi yetersiz, argümanları yanlış ve tepkisel olacaktır.

“Robotların Yükselişi – 2” yazısına bir yanıt var

  1. burak demiş ki: ( 4 Mayıs, 2016, 0:49)

    yale üniversitesinde yapay zeka,robot bilimi ve hukuk dersi varmış http://www.yale.edu/lawweb/jbalkin/syllabi/balkinairoboticsandthelawspring2016syllabus.htm

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.