TV ve Gerçek

, 1 Nisan 2016

Günümüzde çok duyduğumuz sözlerden biri yaşadığımız çağın iletişim çağı olduğu. Bu ifade haklı sebeplerle olumlu anlamda kullanılıyor. Teknoloji sayesinde birbirimizle çok uzak mesafelerden iletişim kurabildiğimiz gibi,dünyanın bize en uzak köşesinde olan bir olaydan bile anında haberdar olabiliyoruz. Belki biraz gereksiz malumat zihnimizi işgal ediyor ama yine de ufkumuz açılıyor.  Oysa eski çağlarda insanlar çok daha küçük bir dünyada yaşarlardı. Pek çoğu doğduğu yerde ölür,başka coğrafyalardan,oradaki yaşamlardan haberleri bile olmazdı. Dış dünya hakkında bilgi kaynakları yabancı diyarlara giden seyyahlar ya da tüccarlardı. Başka ülkelere gitmek,başka kültürleri tanımak o devirlerin insanları için çok büyük ayrıcalıktı. Böyle bir ayrıcalığa sahip olanlar bunun keyfini çıkarmak için gördüklerini büyük ihtimalle abartıp ,hayal gücüyle zenginleştirerek anlatırlardı. Bugün onların işini t.v ve internet yapıyor. Dünyayı ayağımıza getiriyorlar, üstelik sadece sözlerle değil görüntülerle, aracısız olarak! Peki buradan yola çıkarak artık daha sağlıklı ve tarafsız bilgiye eriştiğimizi düşünebilir miyiz? İletişimin doğasını bilenler bu düşünceyi fazlasıyla naif bulacaklardır. İletişim aygıtları onları kontrol eden insanların bakışını yansıtır. Seyirciye ulaştırdıkları görüntü seçilmiş, filtreden geçmiş,başka bir ifadeyle makyajlanmıştır. İyi bir makyaj ise insanı olduğundan çok genç ya da yaşlı gösterebilir. Yani gerçeğin ters yüz edilebilme ihtimali vardır. Öyleyse iletişim araçlarını ellerinde tutanların büyük bir güce sahip olduklarını ve bu gücü kendi amaçları doğrultusunda kullanabileceklerini hesaba katmamız gerekir. Bu öyle bir güçtür ki “hakikat” üzerinde tasarrufta bulunma imkanı sağlar.

İletişim araçlarının gerçekten çok sayıda farklı fikrin sözcülüğünü yaptığı, bir zeminde gerçeğin birilerinin inhisarına girmesi gibi bir tehlikenin olmadığını söyleyebiliriz. Dengeli bir çeşitliliğin sağlandığı böyle bir durum ideali temsil eder. Ancak pratikte tablo çok farklı olabilmektedir.  Mesela bir ülkenin başlıca haber kanalları tek ses çıkarıyor, halkın büyük bölümü de sadece bu sesi duyuyorsa, söylenen gerçeğe ne kadar ters olursa olsun insanların önemli bir bölümü tarafından benimsenir. Güçlükle işitilen farklı bir kaç sesin varlığı  bu durumu değiştirmeye yetmez. Araştırmaların bize söylediğine göre insanların çok küçük bir bölümü muhakeme(akıl yürütme)ile karar vermektedir. Çünkü aklı kullanmak zahmetli bir iştir. Ezici çoğunluk bu işi yapmak istemez ve kendilerince belirledikleri kanaat sahiplerine bakarak hiza alırlar. Ancak pek çok insan için bir kanaat önderi belirlemek de hiç kolay değildir. Sonuçta asgari düzeyde düşünmeyi ve okumayı gerektirir.  Hiç bu tür zahmetlere katlanmayan insanların- ki azımsanamayacak bir kitledir-tek bilgi kaynakları TV’dir. TV onlara ne söylüyorsa gerçek odur. Ünvan sahibi insanlar ekranlara kurulup gördüğünüz şeyin aslında gördüğünüz şey olmadığını ısrarla söylerlerse üstelik söylediklerinin bir bölümü zaten hep duymak istediklerinizse, aşikar olanın bile bir önemi yoktur,  onların söyledikleri doğrudur. Ekran hakikatin tecelli ettiği yerdir.

İnsanlar artık ekranda gördükleri şeylere kurgu ya da gerçek farkı olmaksızın tepki veriyorlar. Bir dizide ölen bir karakter, gerçek bir insanın ölümünden daha çok üzüntüye yol açıyor. Ucu bize dokunmuyorsa ölümün sahte ya da gerçek olması arasında pek bir fark yok, sonuçta ikisi de TV’de gördüğümüz şeyler. O ölümlerle aramızda büyük mesafe var. Hatta gerçek ölümler insanlara çok daha uzak, öleni tanımıyor hikayesini bilmiyorlar,oysa her hafta seyrettikleri dizi kahramanlarını çok iyi tanıyorlar. Kurgu bir karakter ,seyirci için gerçek bir insandan daha gerçek. Elbette insanlar seyrettikleri dizinin ya da filmin kurgu olduğunu biliyorlar ama bunun bir önemi yok, önemli olan gördükleri karşısında verdikleri tepkinin gerçek olması. Hayali bir kişiye gerçek bir sevgi ya da öfke duyabilmeleri. Gerçekle hayal arasındaki sınırın böylesine belirsizleştiği bir zamanda kurgu izlerken ki algılama biçimi gerçeğe çok rahat bir şekilde uyarlanabilir. Yani insanlar nasıl hayali karakterlere gerçek kişilermiş gibi tepki veriyorlarsa aynı şekilde  gerçek olayları ve şahısları bir dizi ya da film kişisini izler gibi izleyip ,değerlendirebilirler. Bu durumda kimin hikayesini seyrediyorlarsa onun tarafını tutacaklardır. Tuttukları tarafın haksız olması,korkunç şeyler yapmış olması önemsizdir. Filmin kahramanı kötü adamsa, seyirci kahramanı destekler. Hırsızların,katillerin hikayenin kahramanı oldukları pek çok yapımda seyirci onların yakalanmasını istemez. Çünkü hikayesini izlediği adamla özdeşleşir. Bu özdeşleşmenin gerçek hayatta olduğunu düşünelim, insanlara kendi hikayesini seyrettirmeyi başaran ve böylece kitleyi kendisiyle özdeşleştiren kişi istediği desteği sağlayacaktır. Sonuçta o da TV’de görünen biridir.Tıpkı dizi kahramanları gibi. Aynen onlar gibi kendi hikayesinin kahramanıdır, insanların kahramanların tarafını tutmama ihtimali yoktur. Kısacası tv kimin yanındaysa  haklı odur, TV’de söylenen gerçektir.

“TV ve Gerçek” yazısına 2 yanıt var

  1. Şükrü Nebioğlu demiş ki: ( 4 Nisan, 2016, 8:17)

    Televizyon aynı zamanda bilinçli tercih edilen de bir hipnoz aracı. Nefsi mutlu etmenin, damar yerine gözden afyon almanın bir başka opsiyonu. Düşünmemek için rahatlamak amaçlı kullanılan bir teknolojik uyuşturucu…

    TV Kumandası da insan-alet ilişkisini pekiştiren; yönetme dürtüsünü zirvede yaşatabilen ve küçük bir ego şovu yaşatan özelliğiyle de konuyu pekiştiren bir başka nokta.

    Bir de maruz bıraktığı etkiyi uzun yıllara yayma özelliği var. Bu enteresandır yaydığı radyasyonun özellikleriyle de aynı. Yani radyasyonun zararı nasıl uzun yıllar sürüyorsa ve hatta sadece belli bir bölgeyi değil birçok bölgeyi fiziken etkileyebiliyorsa aynen televizyon da hem uzun yıllar zehirlenmeye maruz bırakıp hem de birçok farklı yeri radyasyonun DNA’yı deforme ettiği gibi zihinleri deforme ediyor.

  2. Abdullah Tanrıkulu demiş ki: ( 2 Nisan, 2016, 14:57)

    Restorana gittiğinde önüne konulan etin helal mi haram mı olduğunu takip etmek zor geldiğinden, “helaldir, müslüman ülkedeyiz haram olacak hali yok ya!” hüsnü zannıyla yemek gibi birşey. Rahat alışkanlığı uzun vadede çok büyük probleme yol açmış gibi.
    “Harama giden yol haramdır.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.