Uzay Madenciliği Trenine Nasıl Bineriz?
Mehmet Aydemir, 5 Nisan 2016Daha önce duymayanlar için; evet böyle bir tren var ve henüz kalkmadı. Bu iyi haber. Ancak zaman çok hızlı ilerliyor ve bu konuda hiçbir şey yapılmazsa treni kaçıracağız. Kaçırırsak en basitinden kritik yeraltı kaynaklarında diğer ülkelerin eline bakmaya devam edeceğiz. Hatta daha kötüsü olacak çünkü bugün (her ne kadar kötü yönetsek de) enerji koridorunda yer almamızın sağladığı bir avantaj var. Kaynakların uzaydan elde edilmeye başlanması (isterseniz Rusya gibi sınırlarınızın bir ucu Çin’de diğer ucu Amerika’da olsun fark etmez) nerdeyse bütün jeopolitik fırsatları anlamsız hale getirecek. Dolayısıyla gelecek adına kaygı duymamız gereken bir durum var ortada.
Devletin Rolü
Türkiye gibi ülkelerde devlet ülkenin ekonomik aktivitelerinin tam göbeğinde yer almak istiyor. Eğitimden sağlığa, bankacılıktan inşaata, otopark işletmeciliğinden ekmek üretimine hemen hemen tüm sektörlerde varlığını sürdürüyor ve fırsat oluştuğu anda doğal refleks olarak yeni alanlara girmekten geri kalmıyor. Bu durum iktisadi hayatta devleti en büyük oyuncu haline getiriyor. Özel sektörün bile üretiminin önemli bir kısmı devletin sağladığı rantla oluşuyor. Bu o kadar iliklerimize işlemiş ki hangi lokal iş adamıyla konuşsanız herkes devlete bir şeyler satmanın derdinde olduğunu görürsünüz. Özel sektörün azınlıkta olan diğer kısmı ise sınırsız imkanları olan devletle rekabet ederek hayatta kalmaya çalışıyor. Bu grup genelde ihracata dayalı üretimle sistematik riskleri minimize ederek devletle olan bağını önemli ölçüde azaltmış şirketler. Ancak pek azı dışında katma değerli üretim yapamamaları ve kötü dış politika sonucu artan ülke riski nedeniyle dünya ölçeğinde rekabet güçleri oldukça zayıf.
Hal böyleyken Türkiye’de devlet iradesinin olmadığı bir uzay madenciliği hamlesi düşünülemez. Ama nasıl bir irade? Bir kere söz konusu yeni teknolojiler ise devletçi mantıkla, devletin doğrudan yatırım yaptığı modellerin çalışacağına inanmıyorum. ARGE gibi inovasyon gibi hız ve verimlilik gerektiren alanların devletin bürokratik hantal yapısında neşet etmesi zaten oksimoron bir durum. Bir de olması muhtemel liyakatsiz adam kayırmaları, yolsuzlukları, ihale fesatlıklarını düşününce kurumlar iyice karadeliğe dönüşüyor. Dolayısıyla (yanılmayı çok isterim ama) devletin herhangi bir kurumunun son dönemde de çok moda olan, üretmeyi planladığı “milli” araçları kendi adıma pek ciddiye almıyorum. Tek tük başarılı örnekler olabilir ancak maalesef bu kadarı Türkiye’yi ileriye götürmek için yeterli değil. Bunu sadece ben değil vatanını seven değerli birçok bilim adamı, akademisyen, mühendis de ilm-el yakin görüp dillendiriyorlar. Bu insanların yeni teknolojilerin geliştirilmesi noktasında milleti adına hiç bir aşağılık kompleksi de yok. Sadece bir teneke yığınının kendi kendine uçağa, arabaya, rokete dönüşmesini beklemeyecek kadar rasyoneller. Lütfen milli uçak denilince arkasından hemen Türk havacılık sektörünün en önemli isimlerinden Vecihi Hürkuş’u yapıştırıp, devletin bu alanda attığı adımları sıralayanlar o zatın hayatını iyi araştırsınlar. Vecihi Hürkuş hayatını havacılığa adayan bir girişimciydi. Devletten neredeyse hiçbir destek almadan daha o zamanlar kendi uçağını yaptı. Aynı şey bugün için de geçerli olabilir. O dönem uçak şimdi uzay madenciliği.. Değişen bir şey yok.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Girişimlerin anavatanında devletin oyuncu değil, oyunun kurallarını koyduğu (regülatör) olarak varlığını sürdürmesi boşuna değil. Orada devlet sadece kısa-orta vadede ticari avantajı olmayan, özel sektörün üstesinden gelemeyeceği alanlarda faaliyet gösterir. Bu alanlar girişimciler için ticareten makul ve kalite anlamında rekabet edebilecekleri hale geldiğinde devlet ihtiyacını piyasadan karşılamaya başlar. Şirketlerden topladığı vergilerle şirket kurup, onlara rakip olmak hiçbir politikacının veya bürokratın aklına gelmez. Girişim ekosistemini beslemek için teşvikler, risk sermayeleri, kitle fonlamaları, çeşitli ARGE ayrıcalıkları kurumsallaştırılmış olup iyi fikri olan herkese eşit fırsatlar sunulur. Sistemin ürünü Facebook gibi şirketlerin inorganik büyüme ihtiyaçları da aynı yollarla hareket eder ve bu döngü girişimlere geniş imkanlar oluşturur. Yıllık 19 milyar dolar bütçesi olan NASA bile aslında çerçevesini çizmeye çalıştığımız bu ekosistemin bir parçası. Mesela yıllar yılı yaptığı uzay kargoculuğu hizmetini artık SpaceX’den almaktadır. Yerçekimsiz ortamda üretim yapabilen yazıcılar üreten MadeinSpace şirketinin en büyük destekçisi yine aynı kurum. Gördüğümüz milyar dolarlık onlarca başarı girişim devletin vatandaşlarına yaşattığı fikri/zihni devrimin bir sonucu. Son günlerde çok popüler olan sivil toplum üre-tüketici (prosumer) haline getiren maker hareketi bile Beyaz Saray’ın doğrudan desteklediği bir organizasyona dönüştü. Hukuki alanda Amerika Göktaşı Madenciliği Yasası gibi sektörün gelişimi için kaldıraç olan adımlar atılmaya devam ediyor. Özetle Amerikan devletinin yaptığı ülkeyi koca bir kuluçka merkezine çevirecek altyapının oluşturulmasından ibaret.
Avrupalılar da kendileri açısından uzay madenciliği alanındaki girişimci eksikliğini fark etmiş olacaklar ki Lüksemburg’da bir uzay madenciliği teşvik programı için kolları sıvamış durumdalar. Henüz teşvik programı netleşmedi ama ARGE yatırımlarına ve özel girişimlere sermaye anlamında destek vereceklerini açıkladılar. Aslında Avrupa Uzay Ajansı (ESA) Rosetta uzay aracını bir göktaşına indirerek büyük bir ilerleme kaydetmişti. Ellerinde ciddi bir teknoloji var ve bunu madencilik alanında devam ettirmek istiyorlar. Programa danışmanlık edecek olan ESA’nın eski başkanı Jean-Jacques Dordain’in yaklaşımı bunu destekliyor:
“ …aslında daha önce bütün aşamalar gerçekleştirildi ve yapılabileceği ispat edildi. Uzayda göktaşlarına gidildi, uzay aracı indirildi. Uzaydan üzerinden örnekler toplandı ve dünyaya getirildi. Bu yapılacak hiçbir şey kalmadı demek değil ama temelimizin sağlam olduğunu düşünüyorum”.
Türkiye’nin uzay madenciliği trenine binmesi için önce selefinin yerinde saymasıyla başlayan 400 senedir kaçırdığı çağı yakalaması gerekiyor. Treni yakalamak için önce istasyona gidilmesi lazım ve bunun aracı çağın ruhunu anlayabilmek. Bilginin geometrik artması, açık kaynağa dönüşmesi, ışık hızıyla transfer edilmesi, ucuzlaması sayesinde her şeye sıfırdan başlamak zorunda değiliz. Sayıları az da olsa insan kaynağımız var. Uzay madenciliği uçsuz bucaksız, onlarca farklı teknolojik-bilimsel disiplinin bir araya gelmesi sonucu oluşan bir ufuk. Farkındalık oluşturulabilirse ve ortaya bir irade konduğu takdirde başlayacağımız nokta sıfıra yakın olduğu için bugün atacağımız mütevazı bir adım bile gelecek adına çok önemli olacak. Baykonur Türk uzay girişimcilerini bekliyor…
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017