Cesur Yeni Dünya – 2
Yıldız Keskin, 3 Mayıs 2016Geçen yazıda Aldous Huxley’nin gelecekte kurulacağından bahsettiği kötü bir medeniyetin tasvirini yapmaya ve bugün itibariyle insanlığın bu medeniyeti kurma yolunda ne kadar ilerlediğinden bahsetmeye çalıştık. Bu yazıda bunu biraz daha irdeleyerek zamanımızda bunun üzerine nasıl çalışıldığından, neyin amaçlandığından ve bunun karşısında nasıl durabileceğimizden bahsetmeye çalışacağız.
Öncelikle insanları köleleştirmeye ve boyun eğdirmeye çalışan bir sistemden bahsetmek ve sizi buna inandırmak istiyorum. Düşünüyorum ki bu sistemin kurucuları işini gerçekten iyi yapıyor ve kullandıkları araçların görünümlerinin ve içeriklerinin aksine son derece ciddiler. Ve önceki yazıda da değindiğimiz gibi insanların bu sisteme boyun eğmesi Orwell’ın 1984’ündeki gibi zorla ve rızaları olmaksızın değil, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sındaki gibi kendi rızası ve isteğiyle oluyor. İşte asıl tehlikeli olan nokta da bu. Çünkü burada şeytanın çalışma usulünü müşahede ediyoruz. Çünkü şeytan, insanın iradesine hâkim olamaz; ne şartlar altında olursa olsun insan, cüzi iradesini kullanarak bir seçim yapma yetisine sahiptir. Şeytan bunun aksini başarabilseydi imtihan sırrının ortadan kalkacağı da söylenebilirdi.
Peki, bu sisteme nasıl köle oluyoruz? Bunu hayatın her boyutu itibariyle düşünebiliriz. Bunu sağlayan, faiz üzerine kurulu bir ekonomi sistemi var ki her zaman, çoğunluğu oluşturan orta sınıf insanı zayıflatıyor, sürekli dünya adına daha çok çalışmaya itiyor ve gücü tek bir elde topluyor. Bu sistemi kurgulayan ve yöneten bir şebeke diyebiliriz ki dünyada belki de her ülkede medyaya hâkim; bizleri de paranın ve tüketmenin mutluluk olduğuna inandırmaya çalışıyor ve dünyayı bize kendi gözlerinden aktarıyor. Dışarıdan yorgun, evimize geldiğimizde de bütün bunlardan kurtulmuş olmuyoruz elbette. Televizyonu veya bilgisayarı açtığımızda her halimize hitap eden bir şov, program veya oyun mevcut. Diğer boş kaldığımız her an da hiç değilse giderek akıllanan küçük aygıtlar var ki oyalanabiliyoruz. Bunlara başka birçok araç eklenebilir. Burada asıl ulaşılmak istenen insanı artık “insan” olmaktan çıkarmak ve bir makinenin bir çarkı haline getirmek ve bunun, Huxley’nin tabiriyle “hoş gelen davranışların sistematik olarak özendirilmesi ve şiddet kullanılmadan manipülasyon” ile yapılması. İnsan olmak tabiri çok derin bir tabir. Ancak en azından yaratılış amacımız, donatıldığımız maddi ve manevi teçhizatımız ve yeryüzünün halifesi olma şerefine nail olmamız itibariyle nasıl bir varlık olduğumuzu düşünebiliriz.
Ancak gerek akademide ve bilimde gerekse sosyal hayatta dinin ve maneviyatın aşağılandığı ve kabul etmenin ne kadar saçma ve ezik düşünceler olduğu bize kabullendirilmeye çalışılıyor. Yukarıda anlattığımız şekliyle de tefekkür, zikir ve şükür etmeden yaşlanan bireyler olmamız sağlanıyor. İnsani melekelerimiz üzerine bir set çekilmeye ve böylece robot gibi mekanik yaşayan, sistemin bir parçası haline gelmemiz sağlanıyor (zaten böyle yaşayan bir insanın da Singularity’nin sunduğu insan geliştirme olanaklarına fikri olarak itiraz etmesi neredeyse imkânsız). Bu şekilde aczimizi görmemiz engellenerek insan olmanın sırrı giderek bulanıklaşıyor. Yalnızlığımız çalınıyor, her anımızı dolduran geçici ve gereksiz bir abesle iştigal ile tefekkür etmeye bir saniyemiz bile bırakılmayarak zamanzedeler oluyoruz. Savaş ve cihad konseptini de giderek yitiriyoruz ve sisteme başkaldırmayarak sistemin uysal ve boyun eğmiş parçalarına dönüşüyoruz.
Burada insana maneviyatın ve melekelerinin unutturulması ile ilgili bir şeye daha değinmek istiyorum. Özellikle bilim çevresinde yaratılış teorisi neredeyse tamamen ayaklar altına alınmış durumda ve özellikle tıpta evrim, bir din gibi inanılan bir teori. Ruhun varlığı ve hatta olabileceği ihtimalini belirtmek, insanları içselleştirdikleri bir küçümseme ve aşağılamaya itiyor. Bu da özellikle oynun fikri altyapısını hazırlayanların kullandıkları bir araç. Huxley, entelektüellerin akılcılığa bir teveccühü olduğu, bu sebeple halkın çoğunluğu üzerinde yapılan propagandanın bunlara tesirinin daha az olduğunu söylüyor. Bu sözünü de dikkate alırsak diyebiliriz ki bu çevredeki insanları da sistemin bir parçası yapmak için daha akıllıca bir argüman olmalı. Ama nihayetinde bu insanı makineleştirme projesinin bu çevreyi de hapsettiğini rahatça görebiliyoruz.
İşte insanı mekanikleştirerek kendini jenere eden bir sistem kuruluyor. Bu şekilde Huxley’nin tasvir ettiği medeniyete doğru eviriliyoruz. Zaten tersinden bakarsak: eğer ruhun olmadığını ve insanın mekanik bir varlık olduğunu varsayarsak, bu medeniyete ulaşmamız neredeyse kaçınılmaz olurdu. Toplum, sadece düzene sokulması gereken et yığınları ve birey, sadece kullanışlı olduğu yere atanması gereken ve gereksizse kurtulunması gereken bir varlık haline gelirdi. Geriye sadece pilleri yerine takmak ve çarkları yerine oturtmak gerekirdi. Dolayısıyla insanlığı köleleştirmek ve bunu kabul ettirmek ve hatta bunu istettirmek, öncelikle insanı özünden ve anlamından arındırmakla başarılabilir ve hatta rahatça yapılabilir. Bu yapıldıktan sonra bu distopya kaçınılmaz olur. Bu yüzdendir ki özellikle insanlığın bu son parkurunda dinlerin içi boşaltılmış, aile yapısı yol edilmeye çalışılmış, dünya, seküler ve materyalist bir felsefe üzerine oturtulan bir bilime bağımlı hale getirilmiştir.
İşte bu kurguyla büyük bir fitneye, büyük bir imtihana hazırlanıyoruz. Dünya hala bu oyuna hazırlanıyor. Peki, hedef ve değişimin merkezindeki insan olarak bizim bu oyuna nasıl hazırlanmamız gerekiyor?
Öncelikle farkındalığımızı bir an olsun yitirmememiz icap eder. Otoriteye ve hayatımızı inhisar altına alan ve tehdit eden süper güçlere başkaldıramasak ta her zaman yeterli bilgiler ışığında aydınlanmamız gerekir ve hayatımızı bu tarz gereksiz unsurlardan olabildiğince arındırmamız gerekir. İnsanları da bu şekilde aydınlatmak ve anlatmak üzerimize düşer. Neil Postman’ın bahsettiği gibi medyanın ve alışılagelmiş fikirlere hapsolmak yerine karşılıklı diyaloglarla ve tartışma kültürüyle üretken olmakta fayda vardır. Bir televizyon sunucusunun konudan konuya saniyeler içinde atlayarak aktardığı bilgiler ışığında aydınlanmaya çalışmak bir sonuç vermeyecektir.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017