Robotların Yükselişi – 3
Yıldız Keskin, 5 Mayıs 2016Şimdiye kadar gördüğümüz gibi yapay zekâ ve bilişim alanında ilerlemeler yakın zamanda orta sınıf insana ağır darbeler vurdu ve giderek bu tehlikenin ağırlaşması durumu söz konusu. Buna karşın bu teknik gelişmelerin herkes üzerinde eşitleyici ve adalet dağıtıcı bir fonksiyonu olduğunu savunanlar da var. Böyle düşünenler, örneğin internet ile bilgiye erişimin herkesi eşit kıldığını, aslında teknolojik imkânlardan yararlanma olanağının herkese açık olmasının da bir çeşit sosyal eşitliği sağladığını ve herkesin faydalanabileceği yeni iş olanaklarının internet ile ortaya çıktığını savunuyorlar. Ama Martin Ford, bu yüzyılda ortaya çıkan iş olanaklarının yine sadece küçük bir zümrenin menfaatine işlediği görüşünde. Çünkü internetin kullanımının her alanda vazgeçilmez olmasından beri ortaya çıkan işlerde kararlı olarak bir “winner-take-all” dağılımı oluşuyor. Yani bu işler sadece birkaç insanı çok zengin ederken diğer yatırımcıların çoğu zarar ediyor ve rekabetten eleniyor. Bugün ne zaman popüler bir site veya uygulamalar ortaya çıksa, bunlar arasından birisi çok tutulurken diğerlerinin piyasadan silindiğine şahit oluyoruz. Diğerleri de benzer çaba ve sermaye harcamasına rağmen hak ettiği geliri elde edemiyor.
2012’de Kurzweil’a bir TV programında bu sorun gündeme getirildiğinde cevabı, bugün herkesin cebindeki telefonun, bundan 20-30 yıl öncesinde milyarlarca dolar değerindeki bilgiye ulaşma imkânı sunduğu gibi sorunu basitleştirici ve gerçekten uzak. Kurzweil, bu bilginin nasıl paraya çevrileceğinden ve piyasa koşullarından hiç bahsetmiyor bile.
Sadece yeni ortaya çıkan işlerde değil, eski tip işlerde de winner-take-all dağılımı kendisini gösteriyor artık. Özellikle dijitalleşmeye müsait mal satımı ve hizmete dayalı sektörlerde de bu dağılım grafiği yerleşiyor. Yine en bariz örnek olarak kitap alım-satımda Amazon’u örnek verebiliriz.
Örnekler arasında özellikle Google’ın geleceğe yönelik projelerine de değinmek gerekir. Bu şirketin sadece bir arama motoru hizmeti sunmanın çok ötesine geçtiği ve bilişimde el atmadığı alanın kalmadığı herkesin malumu. Bilişim ve teknoloji alanında büyüme potansiyeli gördüğü birçok şirketi satın alma, uzaya yatırım yapma ve sürücüsüz arabalar gibi geleceğin birçok alanında müthiş yatırımlar yapan bu şirketin, dünyada en büyük big data’ya sahip ve winner-take-all dağılımına öncülük eden şirket olduğu söylenebilir. Google’ın birçok uygulama ve projeleri de gelecekte bu gelir eşitsizliğini tırmandırma yönünde hızla ilerliyor. Sürücüsüz arabaların yaygın olarak trafiğe çıkması şu an hâlâ tartışmalı, ancak yakın gelecekte büyük ölçekte beklenen bir gelişme. Google ise devrim niteliğinde bu gelişmeyi nasıl kendi adına şekillendirebileceği konusunda planlar yapmakta boş durmuyor.
Sürücüsüz arabalarla ilgili bir tartışma, kişisel araç sahibi olmayı azaltacağı ve taksicilik, kamyon şoförlüğü gibi birçok sektörü öldüreceği ile ilgili. Bunlarla ilgili olarak kanaatimce büyük bir tartışma, bu araçlara kimin sahip olacağı ile ilgili. Açıkçası, sürücüsüz arabaların kişisel araçlar olmaktan ziyade halkın ortak kullandığı bir toplu taşıma metodu olması çok daha yüksek bir ihtimal. Çünkü bunlar yüksek ihtimalle herkesin karşılayabileceği araçlar olmayacak ve dolayısıyla büyük ölçüde merkezileşmiş ve belli bir gücün kontrolünde olacak. Bu araçların birbiriyle iletişim ve etkileşimi ve ihtiyacı olan hesaplama gücünün tedarik edilmesi açısından bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz havalı bir senaryodan ziyade lojistik olarak ta merkezileşme senaryonun gerçekleşmesi çok daha kolay. İşte burada yine, bu konuda şimdiden büyük ilerlemeler kaydetmiş, tekelleşmeye müsait, Google gibi büyük oyuncular devreye giriyor. Martin Ford’a göre Google’In da başından beri yapmak istediği böyle merkezi bir sistem kurarak bunların üretimini, yıkamasını, bakım ve tamirini ve bu araçları işletmeyi tek elde toplamak. Bu durumda da zaten orta sınıf bir işletmecinin otonom araba işletmeciliğine girmesini beklemenin imkânsız olduğu gibi otomotiv ilgili bir sürü sektörde işletmelerin de tehdit altında olduğunu görebiliriz.
Önemli olan teknolojinin nasıl ve hangi amaçla kullanıldığıdır dedik. Peki, bu gelir dengesizliği ne ölçüde tırmanıyor ve orta sınıf insan – halk bu şekilde ekonomik olarak zayıflamaya devam ederse ne olacak? Şu an dünya nüfusunun yüzde biri, geri kalanın sahip olduğu kadar zenginliğe sahip ve dengesizlik daha da tırmanıyor. 1993-2010 arası Amerika’da gelir düzeyinde yükselmenin yarısından fazlası yüzde birlik dilime giderken, Berkeley üniversitesinde bir araştırmaya göre 2009-2012 yılları arasında bu oran %95 idi. Hiçbir işten geliri olmadığı için gıda yardımları ile yaşayan insanların oranı da giderek artıyor, zenginler giderek daha fazla tüketirken fakirler daha az harcamak durumunda kalıyor. Bazı analizlere göre 1992’de Amerika’da en zengin yüzde 5, tüm tüketimin yüzde 27’sini yaparken 2012’de bu oran yüzde 38 idi. Alttaki yüzde 80’lik dilim ise yüzde 47’den yüzde 39’a düştü. İş bulamadığı için ailesinin evinde yaşayan ve kendi hayatını kuramayan büyük bir kitle de oluşuyor. Yani gelir imkânları azaldıkça insanlar, çareyi daha az tüketmekte buluyor. Bu şekilde giderse Martin Ford, ekonomik hayattan tamamen dışlanmış büyük bir dilimin ortaya çıkacağından, zengin dilimin, yeni ekonominin bir mikrokozmu olacağını ve giderek daha fazla mal ve hizmetten sadece ultra zenginin faydalanabileceğini düşünüyor. Gelirin orta sınıf için azalmasına karşın bilişimde ilerlemelerle maliyetlerin düşeceği, dolayısıyla sorunun hafifleyeceği gibi argümanlar ileri sürülse de hiçbir geliri olmayan bir insanın düşük maliyetli mal ve hizmetlerden faydalanmasını beklemek te mümkün değil.
Gelecekte böyle bir distopyanın içinde kendimizi bulursak ta sanmıyorum ki tepkiler, bugün olduğundan daha gür olacak. Bugün de yüz milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşarken bu pek kimsenin aklını meşgul etmiyor ne yazık ki. İnsanlığın elindeki bütün imkânlara rağmen bu sorun sanki zaten çözülmesi imkânsız bir sorunmuş ve buna çabalamak mantıksızmış gibi bir algı hâkim. Ancak bunlar görmezden gelinmesi halinde giderek daha fazla insanı etkileyecek ve ağırlaşacak problemler. Bizim de “fakirliğe ve cahilliğe” karşı mücadele etmemiz gerekir. Çalışma imkânı bulup gelir elde edebilen, belli bir refah seviyesine ulaşan bir orta sınıf insan ancak geçim derdinden başka sorunlar üzerine de yoğunlaşabilir. Bu yüzden karşı cephenin yavaşça kurmaya çalıştığı düzene karşılık biz de kendi argümanlarımızı üretmeliyiz ve bu sorunların karşısında durmalıyız.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017