Transhümanizm ve “Hayat” Hakikati – 3
Selim R. Toprak, 19 Mayıs 2016Hayat hakikati çevresindeki Kur’an eksenli seyahatimize kaldığımız yerden devam edelim:
“Hayatı veren O’dur (cc). Ve hayatı rızıkla devam ettiren de O’dur. Ve hayat için gerekli şeyleri hazırlayan da yine O’dur. Ve hayatın yüce gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri O’na bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi O’nundur. İşte şu hakikat, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder (seslenir), müjde verir ve der:
Ey insan! Hayatın ağır sorumluluklarını kendi gücüne güvenip, omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın bitişini düşünüp hüzne düşme, üzülme. Sadece dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, sendeki o hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm’a (Hayat sahibi, hayatı veren ve ayakta tutan Hz.Allah’a) aittir. Gerekli şeyleri O tedarik eder, senin imdadına yetiştirir.Ve o hayatın pek çok farklı gayeleri ve neticeleri var ve O’na aittir. Sen o hayat gemisinde (yani kendi hayat geminde) adeta bir dümenci görevindesin. Vazifeni helal dairede güzelce gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat gemisi ne kadar kıymetli olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o geminin hakiki sahibi Zât’ın (cc) ne kadar Kerîm (cömert) ve Rahîm (merhametli, şefkatli) olduğunu düşün, mutlu ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o hayat gemisinin verdiği bütün neticeler, bir yönüyle senin amel defterine geçer, sana bâki bir hayatı temin eder, seni ebedî olarak hayatlandırır.”
(..)
“Hayat veren yalnız O’dur (cc). Öyle ise, herşeyin Hâlık’ı (Yaratıcısı) dahi yalnız O’dur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlık’ı da O’dur. Hayatı veren o Zât (cc) elbette Hayy u Kayyûm’dur.
(Hayy: Ebedî hayat sahibi olan. Kayyûm: Kendi kendine kâim olan, varlığını bizzat devam ettiren, diğer varlıkları da ayakta tutan)
Evet, hayatlandırma / hayat verme / diriltme.. şu tevhid (Allah’ın varlığını ve birliğini kalben ve vicdanen tasdik) mertebesinin yeryüzündeki canlılar dünyasında, bahar mevsiminde görülen bir büyük delili, kışın ölmüş yüzbinlerce hayvan ve bitkiler topluluklarının, milletlerinin baharla birlikte dirilmesidir.” (Nursî, sadeleştirerek Mektûbat isimli eserinden, 20.Mektup’tan)
“İcraatiyle akılları hayrette bırakan Zât’ın (cc) şânı ne yücedir.”
Her ne kadar Singularity gibi transhümanist akımlar ölümü iyileştirilmesi gereken bir hastalık olarak görüp, kitlelere ölümsüz bir şekilde bu dünyada yaşamayı vaad etse de, yine de biz Kur’anî bir perspektiften ele almaya çalıştığımız “hayat bahsi”ni, “mevt” yani ölüm bahsiyle bitirmiş olalım:
“Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan O’dur.” Mülk Sûresi,2
“Bu ayet “Ölüm dahi hayat gibi mahlûktur (yaratılmıştır, yaratılmaktadır); hem bir nimettir” diye ders veriyor. Halbuki, görünüşte ölüm çözülme,dağılma, yokluk, hiçlik, çürüyüp bozulma ve hayatın sönmesidir. Lezzetleri yok eden bir varlık şeklinde gözüken ölüm, nasıl mahlûk ve nimet olabilir?
Elcevap: Ölüm hayat vazifesinden bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır (yer değiştirme), ebedi hayata bir davettir, bir başlangıçtır, bâki bir hayatın girişidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir yaratım ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi dahi bir yaratım ve takdirle, bir hikmet ve idare çerçevesindedir. Çünkü, en basit hayat tabakası olan bitki hayatlarının ölümü, hayattan daha muntazam bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların ölümü çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir kimyevi işlemle ve gayet ölçülü bir şekilde elementlerin kaynaşması ve kimyevi birleşmelerle ve hikmetli bir tarzda atomların biraraya gelmesinden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, çekirdeğin veya tohumun bu intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla ortaya çıkıyor, devam ediyor. Demek çekirdeğin mevti (ölümü), sümbülün hayatının başlangıcıdır, adeta o ölümün içinde bizzat hayatın ta kendisi başka bir tarzda ortaya çıkıyor ve devam ediyor, dolayısıyla, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.
İşte, en alt hayat tabakası olan bitkiler aleminde ölüm böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, en yüksek hayat tabakası olan insanlar aleminde, insanın başına gelen ölüm elbette yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sümbülü verecektir.
Diğer taraftan ölümün nimet olması ise.. çok yönlerinden dördüne işaret ederiz.
Birincisi: Ağırlaşmış olan hayat vazifesinden ve yüklemiş olduğu ağır sorumluluklardan âzâd edip (özgür kılıp), başta peygamberler ve salih insanlar gibi birçok sevdiği ahbabına kavuşmak için berzah aleminde bir visal (kavuşma) kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.
İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli (geniş), sürurlu (neşeli), ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkî’nin (Ebedi Sevgili olan Hz.Allah’ın) rahmet dairesine girmektir.
Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, yaşama şartlarını ağırlaştıran birçok neden vardır ki, ölümü, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş annen ve babanla beraber, önceki nesiller düşkün halleriyle şimdi senin önünde bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet (sıkıntı, musibet), mevt yani ölüm ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan (arı gibi) güzel sineklerin, kışın şiddetli koşulları içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.
Dördüncüsü: Nevm (uyku), nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir-özellikle musibetzedeler, yaralılar, hastalar için. Öyle de, nevmin (uykunun) büyük kardeşi olan mevt (ölüm) dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için nimetin ta kendisi ve rahmettir. Şu var ki, inançsızlık, isyan ve tuğyan içindekiler için ise, farklı “Sözler”de kat’î ispat edildiği gibi, ölüm dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet (bela içinde bela), azap içinde azaptır; o bahisten hariçtir.” (Nursî, sadeleştirerek Mektûbat isimli eserinden, 1.Mektup’tan)
“Beş şey gelmeden şu beş şeyin kıymetini bilin:
1- İhtiyarlıktan önce gençliğin,
2- Hastalıktan önce sağlığın,
3- Meşguliyetten önce boş vaktin,
4- Fakirlikten önce zenginliğin,
5- Ölüm gelmeden önce hayatın kıymetini.” (Hadis-i Şerif)
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017