Yapay Zekâ: Watson – 2
Ali Fevzi, 18 Mayıs 2016Bugün insanlık korkunç bir uçurumun kenarında duruyor… Bu hâl; başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil… Bu tehdit, hastalığın belirtisidir; hastalığın kendisi değil…
Seyyit Kutup
Watson, şuan yapay zekâ konusunda, Siri, Cortana, Google Now gibi ürünlerin yanında süper star kalan, gelecekte karşımıza çıkacakların atası sayılabilecek bir yapay zekâ programı ve bilgisayar sistemidir. İlk kişisel bilgisayarların mucidi, IBM firması tarafından yeni nesil yapay zekâ programı olarak piyasaya sürülen uygulama, ilk olarak 2011 yılında, Jeopardy adlı bilgi yarışması ile tanıtıldı. Yarışmanın daha önce en uzun süre ve en çok kazanan yarışmacılarına karşı 1.000.000 USD ödülü alarak zafer kazanan yazılım, “bilgi” hazinesi olarak farkını ortaya koymuş oldu. Toplamda 4.000 gigabaytlık, 200 milyon sayfalık belgeyi içeren hafızası ile bu beklenmedik bir sonuç değildi. Devasa verileri kısa sürede işleyip derlemek bilgisayarların ilk günden beri, insanlardan çok daha hızlı ve iyi yapabildiği, temel bilişsel görevi. Bir insan gibi metinleri okuyabilmesi, 2016 yılında, bizi şaşırtmadı. Bilgisayarın yazılı metinleri okumasına zaten aşinayız. Watson’ı farklı kılan, verileri sadece mekanik olarak işleyebilmesi değil, aynı zamanda anlamsal olarak ta değerlendirebilmesi ve onları kategorilere ayırabilmesi, sorulan soruya, bizim için anlamlı cümleler kullanarak cevap verebilmesiydi. Bir insan gibi karşılıklı konuşabilmesiydi. Çünkü bundan sonra bilgisayarlardan ya da yapay zekâdan beklenen, bizim ne dediğimizi “anlaması” ve sahip olduğu bilgi potansiyelini, “anlamlı” olacak şekilde bizim için yeniden derleyebilip, bizimle mantıklı diyaloglar kurabilmesi, anlamlı sonuçlar üretebilmesi. Ancak bu şekilde kendisinde bir zekâ vehmine kapılabiliriz ve onlara hayatımızda yer verebiliriz. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan “mana” verebilme, “anlamlandırabilme” özelliğini gösterebilirse, ya da en azından, döndürdüğü sonuçlar üzerinden bizim, bizi anladığına kanaat getirebilirsek, ona bir makineye yüklediğimiz anlamlardan fazlasını yükleyebiliriz.
Aristo insanı insan yapan özelliğin konuşmak olduğuna vurgu yaparak insan için “hayvan-ı natık” tarifini kullanır. Mantık âlimleri bu tarifteki konuşmayı ancak “akıl ve idrak sahibi” konuşabilir manasında, doğru kabul etmişlerdir. İnsanın düşünüp işittiklerini, okuyup öğrendiklerini, aklından ve kalbinden geçenleri başkalarına anlatması lâzımdır. Bu da ancak konuşmayla mümkündür. Konuşabilmek, anlamlı konuşabilmek daha da ötesi hikmetli konuşabilmek insanları üstün kılan bir özelliktir. Bu durumda anlamlı cümleler kurabilen bir yapay zekâ ya da robot için de, akıl ve idrak sahibi olduğu fikrine kapılabilir miyiz? Düşünebildiğini kabul edebilir miyiz?
“Zekâ” ve “düşünmek” gibi soyut kavramlar üzerinde, ne olduğuna dair, henüz düşünür ve filozoflar arasında ortak bir tanımın olmadığı bir ortamda, bilgisayar teknolojisinin kurucularından Alan Turing, bunu somutlaştıracak bir deney ortaya atar. Turing testi olarak bilinen deney, makineler düşünebilir mi? Sorusuna yanıt verebilmek için kurgulanmıştır. Yukarda bahsedildiği gibi, mademki anlamlı konuşmak, idrak ve düşüncenin somut göstergesi, o halde insanların, kendisini diğer insanlardan ayıramayacağı seviyede, bizi anlayabilen ve anlamlı konuşabilen bir makine için, zekâ sahibidir ya da düşünüyor diyebiliriz, noktasından hareket etmiştir.
Turing Testi
Testin içeriği kısaca şöyledir: Bir denek grubunun, insanlardan ve yapay zekâ programından oluşan bir grup insanla, geçerli bir süre sohbet etmesi istenir. Birbirleri ile yüz yüze görmeden yazışma yolu ile yapılan bu sohbet (günümüzde konuşma olarak da yapılabilecek seviyededir) sonunda deneklere sorulan sorular ile hangi deneğin insan hangisinin makine zekâsı olduğunu saptamaları istenir. (Belki ilerde bu deney, insansı robotlar ile gerçek insanları ayırt etmek içinde kullanılacaktır.) Turing Testi için jüri üyelerinin sayısı, sohbet süresi ve sınavı geçmek için gereken barem, testten teste değişiyor. Kimin neyi nasıl sorduğu, Turing testinin içeriği ve jürisi için belirli bir yöntem mevcut olmamasına rağmen halen bu testi geçebilmiş bir yazılım yok. Gerçi 2014 yılında, Eugene Goostman adlı bilgisayar programının Turing Testini geçen ilk yapay zekâ yazılımı olduğu haberleri internet sayfalarını süsledi. Eugene Goostman 30 kişilik jüriye on üç yaşındaki bir Ukraynalı çocuk olarak tanıtıldı ve beş dakikalık sohbet sırasında on jüri (%30 başarı) üyesini insan olduğuna ikna etti. Şu ana kadar alınmış en iyi sonuç olsa da yazılımcıların, Goostman’ın İngilizceyi iyi konuşamayan bir çocuk olduğunu söylemiş ve jüri üyelerinin çocuğun bir bilgisayar yazılımı olduğunu gösteren hataları görmezden gelmesini sağladığı için testi geçmiş sayılmıyor.
Bir gün gelirde bir bilgisayar, Turing testini %100 geçerse, hatta o kadar ki, bizi duyguları olduğuna, belli psikolojik halleri olduğuna inandırırsa, onun için zekâ sahibi ya da düşünebiliyor diyebilir miyiz? Bu konuda, J.R. Searle, bunun günümüz bilgisayar sistemleri ve onların çalışma mantığı ile mümkün olamayacağını söyler ve “Çin odası argümanı” ile ispat etmeye çalışır. İnsan beyninin bir bilgisayar gibi çalışmadığını bu yüzdende “anlama”, “idrak etme” gibi filleri günümüz bilgisayarları için kullanamayacağımızı iddia eder.
Çin Odası Argümanı
Çince bilmeyen bir Türk olarak, Çince semboller dolu bir sepeti ve bize bu sembolleri hangi durumda nasıl bir araya getireceğimiz Türkçe açıklayan kurallarla dolu bir kitap olan bir odada olduğumuzu farz edelim. Bize sorulan her Çince soruyu, orda yazan kurallara göre, sepetteki sembolleri bir araya getirerek cevaplıya biliyoruz. Kurallarda sürekli güncelleniyor ve bu kurallara çok hâkimiz. Her soruya uygun cevabı, bir Çinli gibi verdiğimizi düşünelim. Bu durumda bizim Çinceyi bildiğimizden ya da anladığımızdan bahsedilebilir mi? Tabii ki hayır. Aynen bu şekilde, bilgiyi girdi olarak alan ve bu bilgiyi kendine ne yapmasını gerektiğini söyleyen program komutları ile işleyen ve ona göre bir sonuç üreten bir bilgisayarın, onu anladığından da söz edemeyiz. Bu yüzden bir makinenin Turing testini geçmesi o makinenin düşünüyor ya da anlıyor anlamına gelmeyeceği öngörülür. Tamamen semboller üzerinden (sentaks) çalışan bir yapının, zihnin bir sonucu olan, “anlam” yani semantik için yeterli olmayacağını söyler. Bir bilgisayar programının kullandığı sembollere anlam veren ve ona ne yapması gerektiğini söyleyen önermeleri yazan bizleriz. Dolayısıyla programlar, bizim onlar için yazdığımız sınırların dışına çıkamazlar. Searl’in argümanı ve görüşleri bu şekildedir.
Ünlü fütürist ve insandan çok daha üstün bir zeka seviyesinin makineler ile yapılabileceğine inanan ve bunun için çaba harcayan Ray Kurzweil, Turing Testini geçecek bir bilgisayar geliştirmek için en az 20 yıl olduğunu düşünüyor ve konunun uzmanları da bu şekilde bir yapay zeka geliştirmenin zor olduğunun farkında. Ama Internet ile birlikte, Eugene gibi sohbet botları (chat-botlar), arama motorları, semantik web denilen, Web 3.0, geçilen yeni dönem, Google Trends gibi internet üzerinde yapılan her hareketi anlamlandıran sistemler ve Watson gibi her an bizimle olacak yapay zekâ programları ile kontrolün tamamen yazılımlarda olduğu, birbiriyle iletişim halinde olan veri tabanı sistemleri sayesinde, nelerden hoşlandığımızı, neleri istediğimizi, neye nasıl tepki verdiğimizi sürekli öğrenen bir bulut ortamı ve buna bağlı olarak ta, insanın zihinsel fonksiyonlarını taklit edebilecek bir yapay zeka gün be gün gelişiyor ve internet üzerinden işlem yapan herkes, bilgi paylaşan her birey, bir şekilde gelişmesine yardım ediyor. Mehmet Polat’ın Varoluşsal Riskler yazısında belirttiği gibi, eğer insanlığın sonu yapay zekâ yüzünden gelecekse, bu biz insanların kalbimizde ve hayatımızın merkezinde, başköşeyi onlara ayırmamızdan ve onlara olduğundan farklı, daha yüksek anlam ve önem vermemizden kaynaklanacaktır.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017