Ruh Nedir? – 5

, 16 Haziran 2016

Emir âleminden gelen ruhun madde âlemiyle temas kurması, madde (şehadet, fizik) âlemine uzanan el, kol, dil ve göz gibi maddî vasıtalarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, fizik âlemdeki varlıklar ve olaylarla temas kurmada sadece ruh yeterli değildir. Bedenin tek başına misal (mânâ) âlemiyle temas kurması mümkün olmadığı gibi, içinde yaşadığımız sebepler âleminde de ruh el, kol, kulak, dil, göz, ayak gibi maddî sebeplere muhtaçtır.. Ruh, merkezî bir santral görevi yaptığından, bu uzuvlardan herhangi birinde meydana gelen bir arıza sonucu, o uzva ait fiş, ruhun ilgili prizine sokulamadığı takdirde, arada temas mümkün olmayacağından ruh, dışa uzanan o uzvunu çalıştıramaz. Meselâ, kendisiyle beynin sağ tarafına kumanda ettiği fiş çıkmışsa, o noktada ruhun teması kopmuş olacağı için felç durumu meydana gelir ve artık ruh, o bölgeye hükmedemez.

Beyin dahi kendisini anlamlı ve bir amaca yönelik olarak harekete geçirecek iradeli ve şuurlu bir varlığa, yani ruha muhtaçtır. Aslında, gözleri gördüren de beyin değil, ruhtur; beyin sadece bir vasıtadır. Gözler kapalıyken rüyada nasıl gördüğümüzü düşünelim..

Evet, göz kapalıyken gören ne? Ruh, beyin sistemiyle birlikte diğer bütün organların baş idarecisidir. Ancak idareciliğini yürütebilmesi için, bu âlemde geçerli olan sebeplere ve uzuvlara ihtiyacı var; ancak bu ihtiyaç da sebepler dairesi içinde ve belli ölçüdedir. Yani göz ruha bu şehadet (fizik) âlemini seyrettiren bir pencere görevi görür; o kapansa bile insan, yine aynı görevi görebilecek başka pencereler bulabilir. Bu, medyum ve yogilerdeki gibi, ya özel olarak çalışarak fiziksel bedene rağmen ruhun inkişafıyla (gelişmesi, açılması ile) olur; ya da Allah’ın (celle celâluhu) dilediği, istediği ruha bu kabiliyeti lutfetmesiyle…

 

İnsanın, hayvanlar âleminden ayrıldığı çok noktalardan bir tanesi de, geçmiş ve gelecekle olan bağlantı ve alâkasıdır. Hayvan, sadece bulunduğu ânın lezzetiyle yaşar ve keyiflenir. O, geçmişe ait hâdiselerden etkilenmediği gibi, gelecek için de üzülme, endişe duyma, sevinme, emeller (arzular) besleme ve plân yapma hususiyetlerine (özelliklerine) sahip değildir. Hayvanlar çok zaman burunlarının dibindeki ölümün bile farkına varamazlar. Eğer, kesileceğinin şuuruna varsaydı, hiç mezbahanede hayvan bulabilir miydiniz? Hayvan, mükellef (sorumlu) olmadığı içindir ki, ahirette toprak olup gidecektir. Demek ki insan, maddî hücreler yönünden hayvana benzese bile, bu iki varlık arasında vicdan, akıl, şuur ve idrak gibi önemli farklılıklar vardır. Bunlar gibi, sonsuzluk düşüncesi, ebed arzusu, yok olma endişesi ve zamanın kavranması, geçmişten etkilenip, geleceğe ait sevinç ve kuşkuların yaşanması da, insana ait hayvanlarda bulunmayan hususiyetlerdendir.

 

Sonsuzluk duygusu ve ebed arzusu, ancak ebede namzet ruha ait olabilir. Sonlu ve fâni madde, hiçbir zaman sonsuzluk düşüncesinin menbaı ve kaynağı olamaz. İnce elektrik telleri, yüksek gerilimli akımı taşıyabilir mi? Maddî âlemde, insanın iç aynasına ve düşüncesine ebedî yaşama arzusunu aksettirecek ve onda böyle bir duyguyu mayalayacak bir örnek yoktur ki, “Ondan alındı” denebilsin. Öyleyse, sonlu beden hücrelerinin ve kâinat atomlarının ötesinde, başka âlemleri isteyen, “Fâniyim, fâni olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem; isterim fakat bir Yâr-ı Bâkî (Ölümsüz bir Sevgili) isterim, ebedî bir âlem isterim.” diyen, sonsuza istiyaklı ve ebed âşık olan ruhtur.

 

Öldükten Sonra Bedenî Fonksiyonlarımızın Devam Etmemesi, Ruhun Bedenimizi Terk Etmiş Olmasındandır

Ölünün gözleri açık da olabilir; böyleyken, neden görmez? Yaptıklarınızın neden farkına varmaz ve size neden cevap vermez? Beden kışlasının hücre askerleri neden dağılıp gitti ve neden işlemez hale geldi? Cevap gayet basit: Kumandan bırakıp gittiği, ruh güneşi battığı ve o kuş, ten kafesinden kurtulup sonsuz âlemlere uçtuğu, et-kemik evinin o geçici misafiri, eşyalarını toplayarak kordonunu kesip öteler yolculuğuna devam ettiği için!.. Ruh, yine ruh! Hayret! Bedene bakın! 60 yıl yaşasın da, sonra 60 gün dayanamayıp bakterilere mağlup olsun ve çürüyüp gitsin! Söyleyin, yıllarca başımda taşıdığım baş gözdelerim gözlerim! Birkaç dakikalığına olsun, bana dostlarımı, kitaplarımı ve çiçeklerimi neden gösteremiyorsunuz?

 

Geçici Bir Hayat Rengi Verilse bile Ölüme Çare Bulunamayacaktır

Ölüme geçici bir hayat rengi verilebilir; yani hücreleri, kalb atışları ve beyin fonksiyonlarıyla öldü kabul ettiğiniz bir insan, kalb masajlarıyla, elektrik şoku vermekle, ölüme mahkûm denilen uzuv ve vücutları dondurup ilerisi için saklamakla, gelişen cihaz ve keşiflerle, en keskin ve etkili ilaçlarla hayata döndürülmüş gibi olabilir. Fakat bu, asla ölen insanın hayata döndürülmesi demek değildir. Böyle durumlarda beden, fonksiyonlarıyla ölmüş görünse de ruh, bedenle ilişkisini devam ettirdiği ve beden santraline takılı bazı fişleri henüz çıkarmamış olduğu içindir ki bu, bir ölüm ve hayat berzahı (geçiş / ara âlem) sayılabilir. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) açık ve kesin beyanı içinde, “Her hastalığa çare bulunacak” fakat ruhun beden elbisesinden bütün bütün soyunması, santralına takılı fişleri tamamen çıkarması ve bedene bağlı kordonunu tamamen koparıp ayırması mânâsında “Ölüme çare bulunamayacaktır.”

 

Ölünün Arkasından Yapılan İhtimam ve Gösterilen Saygı, Çürüyüp Gidecek Bir Cesede Değildir

Meseleyi dinin emirleri ve tavsiyeleri açısından ele alacak olursak, ruhun mekânı terk ettiği andan itibaren safha safha yapılan teçhiz, kefenleme ve defin (toprağa verme) işlemleri.. cesedin yıkanması, taşınması ve namazının kılınması.. uykusuz kalma, koşuşturma, ağlama, ilânatta bulunma.. komşu ve akrabanın bir araya gelmesi.. sarsmadan tabutun taşınması ve geçerken ayağa kalkılması.. evet, bütün bunlar çürüyüp toprak olacak bir ceset için mi? Kabir ziyaretleri, Kur’ân okumalar, dua etmeler, mevlid okutmalar, geride kalan bazı eşyanın hâtıra olarak saklanması, duvara asılan resimler ve hatırladıkça “ah” çekmeler, bütün bunlar çoktan toprak kesilmiş hücreler için mi? İnançsızların dünyalarında bile ölenlerin mumyalanması, anıtlara çelenkler konulup saygı gösterilmesi.. o çürüyüp gitmiş, çözülüp dağılmış beden kalıntıları için midir?… Her canlıyı tüm ayrıntılarıyla temsil eden genetik şifrelerin faaliyet emri nereden geliyor? DNA’sı, RNA’sı ile hücrelerin hayatiyetini ve atomların faaliyetini sağlayıp, düzenleyen nedir?

Allah’ın (celle celâluhu) varlığı, öldükten sonraki hayat ve onu yaşatacak olan ruh, hep birbirine bağlı hakikatler değil mi? Ruh hakikati, dirilme ve hesap verme düşüncesi, zalimle mazlumun ceza ve mükâfat göreceği inancı, sosyal hayatta çocuklara, gençlere, yaşlılara, hastalara ve sağlamlara, kısaca iman eden her insana bir fren, bir disiplin, bir denge ve mutluluk nedeni değil midir?

 

Ruh, Neden Bilinmez ve Görülmez Kılınmıştır?

  • Allah’ın Hayy (hakiki hayat sahibi ve bütün hayat sahiplerine hayatı veren) ismine dayanan ve dolayısıyla hayat ve hayatın esası olan ruh, bir yönüyle hiçbir maddî nedene bağlı değildir. O, “Kün!” yani “Ol!” emri ve ilâhî nefha ile emir âleminden, fiziksel nedenlerin hâkim göründüğü şehadet (görünen, şahit olunan) âlemine intikal eder. Ruhun melekût cihetiyle (mânâ yönüyle) varlığının temelinde ve öncesinde maddî bir neden yoktur ki, insanlarca bilinebilsin.
  • Sebepler ve şu maddî âlem, öncesi ve sonrasındaki sonsuzluk sahilleri arasında adeta buharlaşmaya mahkûm bir damla su hükmündedir. Hele zaman açısından bu âlemin mahiyeti sadece bir gölge, akıp duran nehirde bir parıltı ve çöller üstünde bir halkadır. Bilinebilecek olan cesettir, bedendir; bilinmeyeni ise, ancak bilinmeyen temsil eder…
  • Görülmeyen ve bilinmeyen âlemlerden gelen şu maddî âlemde daima bir incelme, akıcılık, letafet kazanma ve yine bilinmeyene -meçhule- doğru bir seyr ü sefer hali hâkimdir.. meçhul ama, malum olan bir meçhule. Demir yüksek derecede eritildiği zaman akıcılık kazanır ve latîfleşir. Odun parçaları, yakılınca alev ve karbon olur. Su, akıcıdır ve görülmeyene doğru yükselip buharlaşır. Atomlara indiğinizde, maddî parçacıkların ötesinde karşınıza yine görülmek istemeyen enerji çıkar. Siz de, yükselmek isterseniz yükselir ve kütle ve maddî hacimleriyle insana bakan yüzleri kara olduğundan ‘karadelik’ denilen mahallerde bir perdeleniş şahit olursunuz. Hissedilip görülmeyen, fakat “varım” diyen elektrik akımının istifadeye sunulması için barajlar kurulur, santraller inşa edilir ve direkler dikilip, teller çekilir. Yaşanmış ve görünen kocaman bir hayat serüveniniz olur da, gider küçücük bir hafıza merkezinde sırlar bohçasına dürülüverir. Ve görülmeyen ruh, ölüm rampasından son ve en çalımlı atlayışıyla, ebediyen görünüp var olacağı görünmeyen âleme gider.

İki ucu olmayan bir sırlar telinin, insanlar görsün diye bir sahneden geçirildiğini ve üzerine birkaç lamba asıldığını hayal edin. Görülmeyen ve mahiyeti, ne olduğu tam olarak bilinemeyen elektrik ve benzeri bir varlığı, ancak lambad akseden yansımalarıyla tanıyacak ve bilebileceksiniz! Tanıyıp bileceksiniz ama, “yok” diyemediğiniz gibi, “işte şudur” da diyemeyeceksiniz.

“Ruh Nedir? – 5” yazısına bir yanıt var

  1. ibrahim k. demiş ki: ( 16 Haziran, 2016, 15:01)

    iki yil önce kafama takilan sorumun cevabini nihayet buldum: “Ruh dondurulan bedene geri döner mi?” sorum buydu. Cevabini verdiniz: “Böyle durumlarda beden, fonksiyonlarıyla ölmüş görünse de ruh, bedenle ilişkisini devam ettirdiği ve beden santraline takılı bazı fişleri henüz çıkarmamış olduğu içindir ki bu, bir ölüm ve hayat berzahı (geçiş / ara âlem) sayılabilir. ”

    Tesekkür ederim

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.