Kâbus – 2
Oğuz Aksakal, 8 Temmuz 2016ey davaras davarlanasın
ağaçları tırmalayasın
denizi kepçeleyesin
sabaha kadar sayıp gelemeyesin…
Füssli’nin karabasan temalı tablolarında görünen at figürleri batı kültüründe karabasanların atları sabahlara kadar koşturup yorduklarına dair söylentilere gönderme olabilir mi? Türk coğrafyasında da Avrupa’dakine paralel bir anlatının olduğunu, hatta at süren bu varlığın atın yelelerini ördüğüne dair iddiaların da yer aldığını biliyoruz.
Bigfoot (kocaayak) tabirini duymuş olabilirsiniz. Kuzey Amerika folklorunda yer alan vücudu tüyler ile kaplı, ormanlık alanlarda yaşayan bir tür canlı. Bigfoot’un bir diğer ismi Sasquatch’tır. Yeti de bigfoot gibi vücudu tüyler ile kaplı özellikle Tibet’te yaşayan bir tür kar adamıdır. Hindistan – Bangladeş kaynaklı benzer bir canlı ise Mande Barung adı ile anılır. Burada üşenmeyelim ve bir liste yapalım, bu liste benzer özelliklere sahip canlıların isimlerini ve varlıklarına dair iddiaların ortaya atıldığı yerleri göstersin:
Bigfoot / Sasquatch – Kuzey Amerika
Yeti – Tibet
Mande Barung – Hindistan / Bangladeş
Hibagon – Japonya
Yeren – Çin
Yowie – Avustralya
Nuk-luk – Kanada
Mapinguari / Isnashi – Brezilya / Bolivya
Orang Pendek – Endonezya
Almas – Moğolistan
Chuchunya – Sibirya
Lazca koçi (adam) ile germa (dağ) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan germakoçi (dağ adamı) tam tamına yukarıdaki özelliklere sahip bir canlıya verilen isimdir. Gürcüler oçokoçi olarak adlandırır bu canlıyı. Sonra kara koncoloz olarak bilinen canlıyı da unutmayalım, Türk ve Bulgar halk kültüründe kendine önemli bir yer edinmiş bu canlı Karadeniz Rumları tarafından koncolozi (κοντζολόζοι) olarak adlandırılmıştır. Kimileri onun denizden, kimileri ise dağlardan geldiğine inanır. Burada isimlerini verdiğimiz canlıların ortak özellikleri yanında yöresel olarak ilave edilmiş farklı özellikleri de barındırdıklarını görmekteyiz. Elbette, amacımız bunları detaylı olarak incelemek değil…
İnsanlığın ortak hafızasında dağlarda yaşayan, tehlikeli, tüylü, maymuna benzer bir varlık olduğuna dair bir bulgu var elimizde, bu bulgu tümüyle soyut. Her ne kadar kâşif David Thompson 1811 yılında bir Bigfoot ayak izi bulduğunu söylemiş olsa da keşifler bu tür canlıların varlığını asla tam olarak ispatlayamamıştır. Oysa kıtalar, kültürler değişse de bu tür anlatıların merkezinde değişmez kaldığı aşikâr olan öz bilgiye odaklanmak, Yeti, Bigfoot ya da Loch Ness canavarını aramak yerine onların zihinlerimizde oluşturduğu kavramlara doğru bir arkeolojik kazının başlatılması daha sağlıklı olmaz mıydı? (Elbette çok iyi olurdu ama bu tür çalışmaları yapanlar seslerini ne derece duyurabilmekteler acaba?)
Her milletin mit, folklor, destan ve masallarının beslendiği bir bilgi havuz olduğunu ve tüm bu havuzların ortak bir kaynaktan beslendiğini kabul etsek, orada yer alan kavramları birbirleri ile ya da günümüzün gerçek ya da hayali kavramları ile eşleştirmeye çalışsak acaba lüzumsuz bir iş mi yapmış olurduk? Böylece özden sahte bilgiyi ayıklamak, ya da sahte bilgiyi üreten mekanizmayı çözümlemek mümkün olabilir miydi?
Folklor ve fakelore (sahte bilgi) arasındaki mesafenin ciddi çalışmalar ile kapatılması gerekliliğini düşünüyorum. Başka bir ifade ile bir bilgi uydurulmuş dahi olsa, uydurulduğu, evirildiği bir hakikat, bir öz olmadığını söyleyebilir miyiz? Hem bugün folklor olarak kabul ettiklerimiz de daha önceki dönemlere ait fakelore olamaz mı?
Birçok halk bilimci bazı halk kahramanların gerçekte asla yaşamamış olduklarına dair makaleler yazarken, hiç şüphe götürmez biçimde teorilerini ispatlarken, bu bilimsel çalışmalara saygıda kusur etmeden, ben ısrarla o sahte kahramanları üreten dinamiklere ait özün izini sürmenin değerli olduğunu iddia ediyorum. Dolayısı ile bu kahramanların ya da yukarıda bahsettiğimiz türden canlıların fiziksel varlık tartışmalarını başkalarına bırakıp zihinlerdeki varlıkları üzerinden yol alınmasını önemli buluyorum. Başka bir deyişle, onlarca, yüzlerce yıl var olduklarına inanılmış biraz olağandışı ya da oldukça olağanüstü varlıkların aslında hiçbir zaman yaşamamış oldukları olgusu onları zihinlerde üreten çekirdek bilgiye yönelmeye mani olmamalı.
Kısaca, örümcek adam, yarasa adam ve her ne adam varsa olağanüstü özellikleri ile zihinlerimizi meşgul eden hepsini üreten sistemi ciddiye almak gerektiğine inanmaktayım.
Almanların alb dediğine biz karabasan ya da albastı diyoruz. Doğu Karadeniz bölgemizde halk arasında bu varlık davara ya da davaras olarak biliniyor. Elbette halk da bu tür varlıklara karşı mücadele yöntemleri üretmiş, yeri gelmiş yazının başındaki gibi tekerlemeler söylemiş yeri gelmiş çeşitli yapıp etmelerde bulunmuş. Bu yapıp etmelerin bir kısmı dini dinamiklerden beslenirken bir kısmı ise hurafe diyebileceğimiz ya da kaynaklarını açıklamakta güçlük çektiğimiz unsurlara dayanmış. Peki, alb ya da albastının insanı rahatsız etmemesi için bir Cermen ile bir Türk nasıl oluyor da sanki anlaşmışçasına onun saçından bir tel kopartmayı tavsiye etmiş?
Daha önce tek göz ve tekillik (singularity) analojisini kurmaya çalıştığımız bir yazımızda olduğu gibi acaba bu tür örnekler arttırılabilir mi? Hatırlarsanız, yine o yazıda yer alan tek gözlü canavar Ojancanu’yu öldürmenin yegâne yolu sakalındaki tek beyaz kılı kopartmak olarak anlatılmıştı.
Devam edecek…
Not 1: 01 Mayıs 2016 tarihinde Alberta’da (Kanada) başlayan büyük orman yangını sonunda kontrol altına alındı. (Bu yazıyı hazırlarken alb kökünü içeren şehirler üzerine araştırmalar yapıyordum, bu yangın sebebi ile o kısımları yayınlamama kararı aldım. Ancak alb kökü üzerine ilerleyen yazılarda bazı kısımların yer alacağını haber vermek isterim.)
Not 2: Ramazan Bayramınız mübarek olsun.
“Kâbus – 2” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Yine ufuk açıcı bir yazı dizisi olmuş. Devamını merakla bekliyoruz.
Selamlar.