Makinalaşma, Yapay Zekâ Ve Toplumsal Riskleri
Yıldız Keskin, 20 Temmuz 2016Sitemizde yapay zekânın ve makinalaşmanın önümüze çıkardığı zorluklara ve tehlikelere sıklıkla değiniyoruz. Bir yandan milyarlarca dolarlık yatırımlarla geliştirilmeye çalışılan yapay zekâ varoluşsal tehlikeler açısından önemli tartışmalar doğururken ve etkisi hızla büyüyen işsizlik gibi sorunlara yol açarken bir yandan da yaşamımızı hızla değiştirmeye devam ediyor. Öte yandan bu sorunlar önü alınamaz boyutlara ulaşmadan çözümler üretmeye çalışan insanlar da var ve bunların çalışmalarını ön plana çıkarmaya gayret ediyoruz. Bu yazıda da bu sorunlardan ve olası çözümlerinden bahsetmeye devam edeceğiz.
Yapay zekanın gelişmesi ve bir yapay genel zekanın uyandırılması adına yürütülen çalışmalarda data’nın, veya big data’nın, ne gibi büyük bir önemi olduğundan bahsetmiştik. Bir yapay zekânın machine learning, deep learning gibi fonksiyonlarla geliştirilebilmesi için büyük bir veriye ihtiyaç var. Örneğin Google’da resim aratmada bir kedi resmini tanıyabilmesi için milyonlarca kedi resmine ihtiyaç var. Bu veri de hayatımızda, sınırlı olmakla beraber yapay zekâya sahip olan birçok aygıt tarafından kullanıcılar üzerinden elde ediliyor. Aslında kullandığımız birçok hizmetin bedava olduğunu düşünürken büyük değere sahip bir şeyi, bilgiyi, bedavaya bu büyük şirketlere kendimiz sağlıyoruz.
Veri Temelli Ekonomi
Yaşadığımız çağın belki de en önemli karakteristiği bilgi çağı olması. Çağımızda bilgi belki de diğer bütün cins mal ve değerden daha değerli hale gelmiş durumda. Özellikle istatistiki bilgiyi en iyi işleyen ve kullanabilen şirketler önü alınamaz bir şekilde birden büyüyor ve bulunduğu sektörde tekelleşiyor. Ayrıca bu çağda, sunulan ürün ve hizmetlerin büyük bir bölümünün elle tutulur olmaktan ziyade sanal olduğunu görüyoruz. Bu anlamda daha büyük veriye sahip olmanın avantajı birçok sektörde etkilerini çok daha ani olarak doğuruyor. Yani veri temelli bir ekonomi çağında yaşıyoruz.
Ancak bu değişimin sadece birkaç on yıl içinde gerçekleşmiş olmasından dolayı hukukun ve ekonomi biliminin, sosyal adaleti etkin kılmada hiç te çevik ve etkili olamadığını görüyoruz. En ham verinin bile bu ekonomide bir parasal değer ifade ettiği anlaşılamamış gibi gözüküyor. Öyle ki, hukuki düzenlemelere bakıldığında parasal değer ifade eden bu menfaatin –verilerin korunması hakkının- aslında hiç te korunmadığını görüyoruz.
2016 yılının Nisan ayında Türkiye’de ilk kez bir “kişisel verilerin korunması kanunu” yürürlüğe girdi. Diğer birçok kanunumuz gibi bu kanun da yabancı birtakım düzenlemelerin üstünkörü biçimde çevirisi olarak yapıldı. Bu kanun, 1981 yılında Avrupa Konseyi üyeleri arasında yapılan bir uluslararası anlaşmanın uygulama kanunu (bunun için neden 35 yıl bekledik diye sorulabilir tabi ki). Dünya’da çoğu ülkede uzun zamandır bir verilerin korunması (data protection) kanunu mevcut. Avrupa Birliği’nde de bir direktif çerçevesinde benzer kanunlar ve düzenlemeler mevut. Avrupa’da ortak çalışmaların neticesi olduğu için bütün bu düzenlemelerde farklılıklar bulunmakla birlikte içerikleri birbirine yakın. Korunan veri aslında kişisel veri, yani belli bir kimlikle bağdaştırılmaya müsait olan ve kişileri ilgilendiren veri. Bu anlamda veri toplayıcıları ve işleyenlere birtakım sorumluluklar ve sınırlamalar atfediliyor, veri sahiplerine birtakım haklar veriliyor ve birtakım denetim mekanizmalarının kurulması öngörülüyor. Ancak istatistik ve araştırma amaçlı toplanan ve kullanılan verilerde birtakım istisnalar söz konusu. Örneğin oldukça özenle hazırlanmış olduğu anlaşılan 1998 tarihli İngiliz “Data Protection Act” e göre veri işleyen, bu istisnai amaçlar söz konusu olduğu zaman istediği müddetçe bu verileri elinde bulundurabilirken ve veri sahibinin hakları kısıtlanırken bizim kanunumuza göre aynı durumda “bu kanunun uygulanmayacağı” öngörülüyor.
Son yıllarda Google’ın davalı taraf olduğu bazı davalarda da temel bir insan hakkı olarak “unutulma hakkı” da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da tanınmaya başlandı. Bu kararlara paralel düzenlemelerin yapılması da bugün Avrupa’da tartışma konusu.
Ancak temelde korunan menfaat olarak kişilerin sağladığı her türlü verinin ekonomik bir değer ifade ettiği, sosyoekonomik bir açıdan incelenerek hukukta bir yansıma bulmuyor gibi gözüküyor; daha ziyade kişisel hayatın gizliliğinin bir yansıması olarak düzenlemeler yapılıyor. Bahsedilen istisnalardaki istatistik ve araştırma amaçlı veriler, aslında bugünkü büyük veri yöneticilerinin asıl ilgi alanını oluşturuyor. Görülen o ki sosyal adaleti de gözetmek yerine bu, teknik ilerlemedeki hıza feda ediliyor. İşte bunun da sebebi veri temelli ekonominin birden yerleşmesi ve kontrolsüz olarak dünyayı değiştirmesi.
Böyle bir konuda devlet ve yargı müdahalesi ve denetiminden bahsediyor olmam komik gibi gözükebilir elbette. Ama bu faktörün tamamen denklem dışına çıkarılması taraftarı da değilim. Jaron Lanier’den hatırlarsanız devletlerin müdahalesinin tarihte, gelir eşitsizliği karşısında setlerin inşa edilmesinde ne büyük bir role sahip olduğundan bahsetmişti. Sosyal devlet olarak bir sınıf insanın açlıktan ölmesinin önüne geçen de tarihte hükümet hareketleri olmuştu. 20. yüzyılın başındaki makinalaşma hareketinin getirdiği işsizlik sorununda da Amerika’da “New Deal” planıyla çözülmeye çalışılmıştı. Bugün de Amerika ve birçok ülkede food stamps gibi gıda yardımları programlarıyla beslenen büyük kitleler var. Yine bugün evrensel minimum gelir (universal basic income) tartışmaları gündemde. Sadece en zayıf tabaka insanı ayakta tutacak kadar bir etkide bulunmak değil, bahsettiğimiz sorunlara köklü çözümler sunmada da devletin bir rol alması mümkün.
Devamı yazılarda çözüm önerilerine değinerek devam edeceğiz.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017