Kişilerin Kobaylığı ve Yasallaşması Üzerine – 1

, 4 Ağustos 2016

Giriş: Hastalığa ve Tedaviye Bakış

ŞEFİK FARUK – Musibet kelimesi, isabet eden demektir. Başa gelen her hadise, esas itibariyle bir musibettir. Olumsuzluk olarak kullandığımız musibet, bir sürecin başlangıcına işaret ediyor. Açlık bir musibettir ve tokluğa ulaşmamız için bir işaretçidir. Hastalık da bir süreçtir. Hasta oluşumuzla beraber, ağrının olduğu organın var olduğunun tekrar bilgisine varırız. Sağlıklı iken hiçbirimiz, örnek olarak böbreğimizi hissetmeyiz, midemizin işleyişini fark etmeyiz. Gelen sancıyla beraber ilk sözümüz, “böbreğim-midem” olur ki bu organlar öncesinde sessiz işleyişleriyle varlıklarını hissettirmezler. Kişinin manevî durumuna göre, sağlıklı iken hissettiğimiz şubelerimiz ruh veya nefsimizdir. Kalbî işleyişi kuvvetli bir kimsenin ruhuyla olan irtibatı da daha kuvvetli olacağı için ruhuna aksedenlerden etkilenecektir. Bu husus ne kadar geri ise, nefsin arzu ve istekleri kişinin hissettikleri arasından öne çıkar. Hastalık halinde olan kimsenin en önemli gündemi, o eski huzurlu günlere geri dönmektir. Ruhunun ona fısıldadıklarıyla veya nefsinden gelen isteklerle olan ilişkisine tekrar huzur içinde devam etmek için. Musibet sürecindeki kimse için zaman aynı akmamaktadır.

 

Şu ân itibariyle, çok şükür sağlığım yerinde bulunuyor. Ve ânın akışı benim için çok da şuurunda olmadığım düzeyde. Vücut sıcaklığım sağlıklı kabul ettiğimiz bir derecede. Bu derece üç santigrat kadar yükseldiğinde ise zaman çok ağır akar hale geliyor ve kendimi adeta bir geri sayımın içinde buluyorum. Dakikalar saat, günler haftalar gibi geçiyor.

 

İsabet etmek tabiri, gelenin bir iradeyle geldiğine işaret eden bir ifade. Musibet kavramı, bizi bir ayrımla karşı karşıya getiriyor. Gelen, yani kader ve gelecek, yani irade. Demek istediğim şu: bir irade başımıza bir hadise getiriyor, bunun karşılığında, “benim” kabul ettiğim diğer bir irade, yani benim iradem, hadiseye karşılık bir tavır belirlemek durumunda. Bu tavrın, gelene karşı hareketsiz kalmak suretiyle rıza göstermek değil, lazım gelen ne ise onu yaparak- rıza göstermek olduğunu düşünüyorum.

 

İlaç sanayiinin, İslam fıkhı üzerinden üretimde bulunmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Yediğimiz yemeklerde helâllik kıstasını aramamız gerektiği gibi, aldığımız ilaçların da içeriğinden sorumluyuz. Hazret-i Peygamber’in, alkol içeren bir gıdayı tedavi maksadıyla alıp alamayacağını soran bir kimseye verdiği cevap;

 

“Hayır! O, deva değil, derttir.” olmuştur.

 

“Zamanımızda tıp bilimi, mutlak, değişmez prensiplere inanmıyor. Bugünkü doğru ve faydalı bilinen bir kısım uygulamaların zararlı olduğunun anlaşılabileceğini, ondan vazgeçebileceğini peşinen kabul ediyor.”

 

Bu zıt duruma karşın, İslami prensipler hastalığın şifasını aramayı, peygamberine dayandırdığı bir şart olarak kabul etmiştir. Aradaki fark, birinci olarak, gelende bir anlam bulmak ve ikinci olarak, şifa bulma yöntemi olarak değişmez bazı prensiplere bağlı kalmaktır.

 

“Allah, hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın.” (Hadis-i şerif)

 

Dolayısıyla, günümüz bilim dünyasında söz sahibi olanların ve İslami prensiplere tabi olacak kimselerin, tedavi konusunu oldukça ciddiye aldıklarını ifade edebiliriz.

 

 

Teknoloji Nimeti ve Vadettikleri

 

Teknolojinin ilerleyişi ve sundukları karşısında, bilim çevreleri tarafından dillendirilen vaatler arasında ölümün mağlup edileceği iddiası daha da yüksek sesle duyulur hale geldi. Organik maddelerin kopyalanabilmesi, klonlama, 3 boyutlu yazıcılarla canlı hücresel üretim, organ naklindeki ilerlemeler gibi imkânlar, bedenin ömrünü tamamlayan kısımlarının devamlı yenilenerek ölümün alt edilebileceği umudunu doğurdu. Ve hatta henüz sağlam olan uzuvların yetersiz görülerek, güçlü madenler ve teknolojiler kullanılarak yenileriyle değiştirilmesi fikri, ölüme karşı galibiyet arayanların uygulamaları arasında yer alıyor.

 

Başta bahsettiğimiz yol ayrımını, iki başlık altında olarak tekrar ayıralım.

 

İnsan, gelene karşı rıza ve iradeyi gelecek adına belli başlı prensiplerden hiç ayrılmadan kullanma seçeneği ile; gelene karşı itiraz ve iradeyi gelecek adına devamlı terkedilen farklı farklı prensiplere uyarak kullanma seçeneği ile karşı karşıyadır. İlk seçeneğin kuramcılarının, sanki şifa bulmayı reddediyorlarmış, tedaviyi kendi düşünce sistematiklerine ters buluyorlarmış gösterildiği kanaatindeyim. Bu karşı çıkışa sahip müslümanlar var ise de, ben onlardan biri değilim. Toptan bir reddediş yapmadan önce, İslami kaynakların ifade ettiği prensiplerin, bugün ürkütücü sonuçlarından bahsettiğimiz bazı cerrahî operasyonların “İslami” olabileceği ihtimalini düşünmek gerek.

 

Teknoloji ve bilimsel gelişmeler birer nimet. Bizleri yol ayrımına sevk eden husus, günümüz teknoloji baronlarının ve hiçbir prensibi değişmez kabul etmeyen hâkim bilimsel görüşün, bu nimetleri, bu aygıtları kullanmaktaki maksatlarının, insanlık için umut olduğuna inandığım anlamların zıddı yönünde olması. Bu öylesine bir zıtlık ki, insan için bazı mânâ duraklarına ulaştırıcı bir binek olabilecek hastalık ve şifa, tekellerinde tuttukları karaborsa bir meta haline dönüşüyor. Bu yöntemi, adeta parasal kazanç elde etmek için ekonomiyi manipüle eden simsarlar gibi uyguluyor, hastalıkların ortaya çıkışındaki korkuyu manipüle ettikleri gibi, şifasının da vaat edicisi rolünü kimseye bırakmıyorlar. Ekonominin manipülatörleri parayı hedef alır. Para da iktidarla bağlantılı bir konudur. Bu türden bir manipülasyon uygulamasıyla ise, paranın dahi aslında aracı olduğu hedef iktidar türünü, yani kamuoyu psikolojisi üzerindeki iktidarı elde etmek mümkün gözüküyor.

 

Panzehrin, içinde bulunduğumuz dehşetli zaman diliminde dahi bütün bütün yitirilmemiş olan kamuoyu vicdanında makes bulacak ilke ve prensipler kullanılarak, toptancı ve tümden reddedici olmayan, irdeleyici makul yaklaşımların olduğunu düşünüyorum.

 

İkinci bölümde, tedavi yöntemi olarak karşımıza çıkan uygulamaların nasıl bir etik irdelemeye tabi tutulduğunu, tedavinin asıl maksadının ne olması gerektiğini ve vaat edilenin maksadının ne olduğunu değerlendirmeye çalışacağız.

“Kişilerin Kobaylığı ve Yasallaşması Üzerine – 1” yazısına bir yanıt var

  1. soundbug demiş ki: ( 4 Ağustos, 2016, 16:07)

    galiba konuyla ilgili kilit kavram “fıtrat”.. gelişen teknolojilerin heva ve hevese tâbî olarak nefsani açıdan değerlendirilmesi ifsada yani bozulmaya neden olacaktır. Fakat yenilikler akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim ekseninde ele alınabilirse birer nimet olarak insanlıkla buluşacaktır. Tabi burada kritik soru kalb-i selim nedir? Kim veya kimler temsil eder? Bu konudaki kritik kavram da “aslî evrensel insanî değerler” olsa gerek.. Serinin ikinci yazısını merakla bekliyoruz. Gelecekte çok baş ağıratacak, birçok probleme neden olacak önemli bir konu..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.