Kişilerin Kobaylığı ve Yasallaşması Üzerine – 2

, 17 Ağustos 2016

ŞEFİK FARUK – Güzel bir dünyada yaşamıyoruz. İyiliğin, dostluğun, pozitif değerlerin prim yaptığı, rağbet gördüğü, moda olduğu bir dönemde değiliz. Negatif değerler, pazarda daha fazla revaç buluyor. Hırs, rekabet, hâkimiyet, şehvet, zafer vb. tahripkâr duygu ve düşünceler moda durumda. Sosyal hayatta da, iş hayatında da, hısım-akrabada da insanın uykularını kaçıracak, hazımsızlıktan kalp selâmetinin yitirildiği öylesine vicdansızlıklar, menfaatperestlikler, adilikler görebiliyoruz ki, imtihan diye lakırdısını ettiğimiz gerçeğe, duvara toslar gibi tosluyoruz.

Majör hadiselere baktığımızda, daha vahim bir tablo var. Devletlerin birbiriyle olan münasebetlerinde öyle kitlesel haksızlıklar ve hatta cinayetler işleniyor ki, insan ümidini yitirir gibi oluyor. Son on yılda on milyonlarca insan, hiç de sıradan olmayan, en dehşet verici şartlarda hayatını kaybetti. İnsan bu denli vahşi.

Bu vahşetin aktörü olmasına rağmen insan; ister bir kişi, ister bir millet ve devlet, isterse küresel bir kuruluş, hiçbir biçimde, açık bir dille, net olarak kötülüğü esas olarak kabul etmiyor. Yani, örnek olarak hiçbir despot lider kendini böyle tanımlamıyor ve baskıcı uygulamalarını baskı olarak değil, gerekli olarak açıklamaya çalışıyor. Hiçbir devlet hiçbir başka devlete, onun petrolü, madeni, şusu-busu için, sömürü için gittiğini slogan haline getirmiyor, demokrasi, uygarlık gibi değerlerin oralara taşınmasını gerekçe olarak gösteriyor. Dolandırıcılar deşifre olana kadar haydut kişiliklerini muhataplarına hissettirmezken, foyaları ortaya çıktığı zaman da, evet ben böyle biriyim demiyorlar da mazeret döktürüyorlar. Buradan şunu örneklemeye çalışıyorum; insan çok kötü birine dönüşmesine karşın, dünyada kötülük almış başını gitmiş olmasına rağmen, kimse esas olarak kabul ettiği değerin kötülük olduğunu haykırırcasına itiraf etmiyor. Fiilleri, haykırıyor olmasına rağmen.

Kamuoyu elim hadiselere karşı bir sinerji çıkartacak hassasiyeti göstermemesine, haksızlığın kural haline dönüşmesine karşın, kitlelerin karşısına geçip kimse kötülüğün reklamını “kötü” adıyla yapmıyor. Ama kötülük yapılmaya devam ediliyor. Şu zaman içinde, bir kötülüğün yapılmasına değil sadece onun “kötülük güzeldir” mottosuyla yapılmasına kamuoyu-insanlık psikolojisi nezdinde engeller mevcut.

Bu meseleyi, konumuzla ilgili olarak şu sebeple ifade etmek istedim. Dünyada, insanın şeklini, şemailini, mahiyetini, anlamını değiştirmeye aday bilimsel projeler söz konusu ediliyor. Bu projelerle ilgili olarak tartışmalar ortaya çıktığında, sanki tartışmanın sonunu beklemekten ibaret bir süreç işliyor. Sonuç, etik tartışma bittiyse eğer, projenin gerçekleşmesi üzerine oluyor.

İngiltere’de 2008 yılında, insan ve hayvan embriyolarının bir araya getirilip, ortaya çıkacak yeni embriyolar kullanılarak Parkinson, Alzheimer gibi hastalıkların tedavi araştırmalarına izin veren yasa Avam kamarasından geçti. Söz konusu yeni embriyolar, ana rahmine yerleştirilmeyecek, ancak belki de insanlık tarihinde ilk defa, en güzel kıvamda yaratılmış olan insan ile hayvan özü bir araya gelmiş olacak ve bu daha ilerisine yönelik bir basamak teşkil edecek.

Gelinen noktada, bu denli radikal adımların atılmasında etik tartışması yapmak, formalite derekesine düştü diyebiliriz. Anlaşılan o ki, olacaklar olacak, yapılacaklar yapılacak, bazı şeylerin kamuoyu nezdinde bir ağırlığı olmayacak ve ancak ağır sonuçlar ortaya çıktığında bazı farkındalıklardan söz edebileceğiz.

Ve bahsettiğimiz, kötünün kendini kötü olarak lanse etmemesi, kötülüğün reklamının yapılmaması, kötünün (öznesel anlamda) reklamının yapılıyor olması karşısında, insanın anlam dünyası için ciddi travmalara sebebiyet verecek, zülf-i yâre dokunacak işler, “aslında iyilik adına” olmak suretiyle pazarlamaya sokuluyor.

İlk bölümde ifade ettiğimiz yol ayrımlarının ortaya çıkış sebebi de, bu ikiyüzlülük ve bir çeşit münafıklık belki de. Etik tartışmaları, bir işin moral değerler itibariyle yapılabilirliğini tartmak yerine, artık yapılabilirliğe kavuşmuş bir teknolojinin fetva vericiliğini üstleniyor. Değerler üzerinden, yapılıp yapılamayacağı olgusu üzerinden bir gelişme grafiği çizen çalışmalar, insanın analitik zekâsının taklidi olacak üstün ve müstakil bir iradesi var zannını bize yaşatacak yapay zekâyla karşılaşıp, artık ona karşı eğilmeye başladığı zaman da: “elden ne gelir, durum onun üstünlüğünü ayan beyan gösteriyor, çalışmalarımızın başında böyle değildi.” mi denecek acaba? Yani esası ve özü itibariyle ve hatta tefekkür ehli tarafından öngörülen neticeleri açısından artıları eksilerinin çok gerisinde kalan bir teknoloji projesi, sırf yapılabilir olduğu için yapılmalı mıdır?

Ya da, bu tip çalışmalar içinde olanlar, aslında zaten sırf yapılabilir olduğu için değil de, maksatları şimdiden belli olduğu için mi bu uğraşlar içindedirler?

Google’ın esasen bir arama motoru olarak yola çıkıp, majör bir yapay zekânın geliştirilmesine yol açmadığı, aslında bir yapay zekâ projesi olarak düşünülen Google’ın arama motorunun, bu yapay zekânın kendini gerçekleştirmesi için kullanılıyor olduğu yorumuyla karşılaştığımda, bana çok etkileyici gelmişti. Çünkü bu yazının hazırlanması sırasında kendime çizdiğim rota da beni bu sonuca götürüyordu.

Dolayısıyla, temelde şu problemle karşı karşıyayız. İpleri ellerinde tutanlar ve uzun süre daha tutacağa benziyor olanlar, kendi ajandalarını “kötülük, farklı bir faşizm türü, mutlak itaate dayalı yeni bir iktidar tipinin doğuşu, kendi eliyle yaptığına tapınmayla son bulan bir felaket” olarak adlandırmak ya da öyle görmek gibi bir durumda değiller. Bilakis, yapılanların ve gidişatın iyi bir noktaya doğru gidildiğine inanılıyor. Sorunların çözülmesinin de bu yolla olacağı görüşü hâkim. Eğer ki, filmin sonunda bazı felaket ihtimalleri var ise, bu ancak bunların bedeli olabilir ve esasen bu ihtimaller kötü de olamaz- diye inanılıyor da olabilir.

Etik konusunun ağırlığını yitirerek, hızlı geçilecek alçak bir bariyer olarak görülmesinden bu anlamı çıkarıyorum. Zamanımız, olacakların önüne geçme çağını değil, olacakları anlamak ve çıkan anlam ile sakınmak ve elden gelen her ne ise faydalı olanları bizim de yapmamız zamanıdır diye düşünüyorum. Özellikle, birilerinin bıkmadan usûl konusunun öneminden ve ilke-prensip gibi peşinen sahiplenilmiş değerler olmaksızın, çıkılan her yolun sonunun kötü olacağını anlatması gerekiyor. Şimdilik asgarî olarak, ancak her şartta ilk önce yapılması gereken en önemli konu da budur. İlkeler yitirildiği takdirde, bir işin yapılmasına karar vermek için, onun yapılabilir olması yetecektir. Bu da anlamın yitirilişidir.

Devam ederken, kobaylığın uygulamada ne anlama geldiğini ve insanın kobay kabul edilebilmesinin hukukta edindiği yeri değerlendireceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.