Neal Stephenson – 5 : Gerçekliğin Geleceği
Akif Manisalı, 5 Ağustos 2016AKİF MANİSALI – Neal Stephenson, önceki yazılarımda incelemeye çalıştığım karışık gerçeklik gözlükleri geliştiren Magic Leap şirketinin kurucusu Rony Abovitz’in, şirketin ayakları üstünde durmaya çalıştığı ilk dönemlerinde işe aldığı önemli fikir adamlarından biri. Stephenson’ın, siberpunk (cyberpunk) ve post-siberpunk (post-cyberpunk) edebiyat akımlarının hatırı sayılır eserlerinden biri sayılan, 1992 senesinde yayınlanmış Snow Crash romanı ile, Magic Leap’in gerçek hayatta kurmaya çalıştığı sanal evreni, kitlelerin zihninde yer eden ve ufuklarını genişleten bir çarpıcılıkta sayfalara dökmüş olması da bu iş teklifinin arkasındaki en büyük etkendir denebilir. Stephenson’ı Baş Fütürist olarak işe aldığı Magic Leap’in vizyonunun geliştirilmesi ve o vizyonun hayata geçmesi sürecinde sağlayacağı katkılardan ümitli gözüken Abovitz, Stephenson için “Büyük bir yazarınkiyle birleşmiş bir mühendisin zihnine sahip.” yorumunda bulunuyor. Magic Leap bünyesinde çalışmaktan memnun gözüken Neal Stephenson da Magic Leap girişiminin, bünyesine dâhil ettiği yetenekli insan çeşitliliğinin kendisini çektiğini ifade ediyor. Şirketin genel çalışan profili incelendiğinde “sofistike fizikçiler” ve optik üzerine olduğu kadar insan algı sistemlerinin biyolojisi ve nörolojisi üzerine de uzman biyologlardan, Neal Stephenson örneğindeki gibi yazarlar, sinemacılar ve müzisyenler gibi hikaye anlatıcılığı (storytelling) üzerine uzmanlara kadar genişleyen bir yelpazenin Magic Leap ofislerini doldurduğunu görüyoruz. Stephenson’u da etkilemiş gözüken bu yetenekli insan çeşitliliği, sofistike 3 boyutlu sanal görüntülerin gerçekçi bir şekilde gözlüklere yansıtılmasını ve mevcut gerçeklik üzerinde inandırıcı bir şekilde hareket etmelerini ve varolmalarını sağlamasının yanı sıra, aynı zamanda kullanıcıları için son derece cazip, içine alan ve Magic Leap’in isminin ilk kısmında da geçtiği üzere “büyüleyen” bir deneyim vadetmek adına da çok yerinde bir adım olmuş gözüküyor. Geliştirdiği karışık gerçeklik gözlüğü (mixed reality headset) teknolojisinin Microsoft’un HoloLens’i ve Meta şirketinin karışık gerçeklik gözlüğü gibi rakiplerine nazaran daha çarpıcı olduğu iddia edilen Magic Leap, Neal Stephenson’ın başlarında bulunduğu bünyesindeki yetkin hikâye anlatıcılarının geliştirdiği yeni anlatım yöntemleri (narrative) üzerinden çarpıcı ve sürükleyici içerik de üretebilirse, karışık gerçeklik ve sanal gerçeklik teknolojilerinde isminin ikinci kısmında geçen “sıçrama”yı gerçekleştirme potansiyelini taşıyor diyebiliriz.
NEAL STEPHENSON ve J.R.R. TOLKIEN
Magic Leap şirketi ile Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit üçlemelerinin tasarım ve efektlerini gerçekleştiren başarılı özel efekt şirketi Weta’nın ortaklığı, Neal Stephenson’ın 2014 senesinde şirketin bünyesine dahil edilmesinde de baş rol oynamış gözüküyor. Snow Crash romanındaki kahramanı sanal Metaverse âleminde kılıç kuşanan Stephenson’ın kendisi de Orta Çağ kılıç sanatları konusunda uzmanlığı olan bir kılıçsever. Stephenson’ın bu hobisinden haberdar olan Magic Leap’in kurucusu Rony Abovitz, yazar ile ilk görüşmeleri için seçtiği dört elçisini, Hobbit üçlemesinde Thorin Meşekalkan’ın meşhur kılıcı Orcrist’in Weta atölyelerinde yapılmış el yapımı bir replikasının eşliğinde Stephenson ile görüşmeye gönderiyor. Evinde kendisini ziyaret eden Magic Leap heyetiyle ilgili, “Birilerinin ellerinde mitik bir kılıç ile kapınızda belirmesi her gün karşılaşabileceğiniz bir durum değil.” yorumunu yaparak kılıç sanatları ve mitolojiye olan ilgisini gizleyemeyen Stephenson, onları içeri davet etmekten başka seçeneği kalmadığını itiraf ediyor ve böylelikle kendi yarattığı mitleri hayata geçirmek üzere Magic Leap şirketine Baş Fütürist olmaya giden yolda da ilk adımını atıyor.
Neal Stephenson’ın Tolkien dünyası ile kesişimi, Weta’nın kurucusu ve kreatif direktörü Richard Taylor’ın Magic Leap bünyesinde mesai arkadaşı olması ve Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit üçlemelerinin yönetmeni Peter Jackson’ın Magic Leap’in danışma kurulunda bulunması ile de sınırlı değil. Stephenson, Snow Crash romanında Metaverse sanal âlemine sanal gerçeklik gözlükleriyle sabit terminaller üzerinden bağlanan standart kullanıcı topluluğunun bir alt-kültürü olarak, üzerlerine giydikleri portatif terminaller ve gözlükler aracılığı ile devamlı bir şekilde Metaverse’e bağlı yaşayan ve “Gargoyle” tabir edilen insan gruplarından bahsediyor. Gotik mimarinin yüksek noktalarını süsleyen heykellere verilen “gargoyle” isminin bu insan grubu ile anılmasının sebebi ise sürekli Metaverse’de çevrimiçi kalabilmek için gündelik hayatlarında sürekli bedenlerinde taşıdıkları ekipmanlar ve gerçek âlem ile sanal âlem arasında sürdürdükleri yapay hayatın bedenlerine ve tavırlarına etkileri yüzünden son derece çirkin ve itici gözükmeleri. Tolkien Külliyatı’na (Tolkien’s Legendarium) hâkim olanlar, her şeye hükmeden Tek Yüzük’ü keşfeden Sméagol’ın trajik hikâyesi ile “Gargoyle”lar arasındaki benzerliği fark edeceklerdir diye tahmin ediyorum.
Tolkien evreninde Sauron’un dövdüğü Tek Yüzük’ü takanlar, fiziksel dünyanın ötesinde bir gölgeler âlemine giriyor ve bu âlemde kaldığı süre ve kalma sıklığı oranında o “Gölge” âleme ve dolayısıyla Tek Yüzük’e olan bağımlılıkları da artıyor. Aslında ana hikâyenin kahramanları Frodo ve Bilbo Baggins gibi bir hobbit olan Sméagol’ın, Tek Yüzük’ü taktığı yıllar içinde çirkin ve itici bir yaratık olan Gollum’a dönüştüğünü öğreniyoruz. Bu dönüşüm, sanal âlemin müptelası olan ve sürekli olarak Metaverse’e bağlı olmayı seçtiklerinde çirkin “Gargoyle”lara dönüşen bu alt-kültür ile benzerlikler gösteriyor. Yüzüğü takınca girilen dünyanın gerçek dünyanın bir “gölge”si olması ile Metaverse’ün gerçek dünyanın bir sanal yansıması olarak tasarlanması da ilginç bir paralellik. Bununla beraber, Snow Crash’in sanal âleminde kullanıcıların bağlandığı “Cadde”nin, Metaverse’ün sanal gezegenini ekvator gibi kesintisiz bir “halka” şeklinde dolanması ile, Tolkien’in evreninin sanal âlemine giriş için bir başka halka olan Tek Yüzük’ün kullanılması birleştirildiğinde, Gargoyle kavramı ile Tek Yüzük’ün hükmettiği kullanıcıları arasındaki benzerlikler biraz daha ortaya çıkmış oluyor.
J.R.R. Tolkien’in Külliyatı’nın genel anlamda Singülariteryen ve Transhümanist akım perspektifinden bir okumasının daha pek çok şaşırtıcı ve ufuk açıcı açılıma vesile olacağını ve konunun ehilleri tarafından zaman içinde hakkıyla inceleneceğini ümit ettiğimi ifade etmek istiyorum. Bu çalışmaya ufak bir katkısı olur niyetiyle de Neal Stephenson’ın eserlerindeki başka Tolkien çağrışımlarına, Stephenson’ın son eseri Seveneves’i incelemeyi planladığım bir sonraki yazı dizisinde değinmeyi planlıyorum.
GERÇEKTEN BÜYÜLÜ BİR SIÇRAMA MI?
Snow Crash romanında tasvir ettiği Metaverse sanal âleminin, “Kablolu TV’yi alıp onu interaktif bir 3 boyutlu deneyime dönüştürseydik nasıl olurdu?” sorusunun bir cevabı ve aslında 25 sene önce yazılmış bir kitabın hikâye öğesi olduğuna dikkat eçeken Neal Stephenson, Magic Leap teknolojisini kastederek artık bundan çok daha ötesini hayata geçirmeye imkanlarının olduğunu ifade ediyor. Stephenson’ın bu teknolojinin vadettikleri konusundaki heyecanları ve kişisel vizyonunun genişliğine rağmen Magic Leap’in kurucusu Rony Abovitz, geliştirdikleri teknolojiyi çok daha büyük açılımlara giden yolda geçici bir basamak olarak gördüğünü söylüyor. “Beynin nasıl çalıştığı hakkında daha fazla fikre sahip oldukça, yüz binlerce küçük nöral bağlantının olduğunu ve her bir nöronun her birinin belki de inanılmaz kuvvetli kuantum bilgisayarlar olma olasılığı taşıyan minicik altyapılardan oluştuğunu görüyorum.” diyen Abovitz, Magic Leap’i bu potansiyelin kilidini açmak için bir eğitim tekerleği fonksiyonunda gördüğünü ifade ettikten sonra sözlerine gelecek adına bir tahmin ile devam ediyor:
“Bir gün gelecek ki dijital nesneleri gerçekliğe giydirmek için gözlüklere ihtiyacımız kalmayacak; beynimizi doğrudan programlayabilecek hale geleceğiz.”
Abovitz’in bu gelecek tahmininin beynin sırlarını çözmeye kendini adamış Ray Kurzweil gibi Singülariteryen akımının başını çekenlerin çalışma alanları ile kesişmesi, karışık ve yapay gerçeklik teknolojilerinin Singülariteryen ve Transhümanist akımlarının gelecek planlarındaki yeri adına çok şey ifade ediyor.
Bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken bazı noktalar var kanaatindeyim. Her ne kadar Neal Stephenson’ın Metaverse’ü hayata geçiriliyor diyerek Magic Leap teknolojisinin reklamı yapılıyor olsa da, Magic Leap şirketinin aslında “sanal” gerçeklikten ziyade o gerçekliği normal yaşantımız içerisinde görmemizi sağlayan “karışık” gerçeklik üzerine uzmanlaştığını görüyoruz. Bu durumda, Metaverse’ün sanal gerçeklik “Cadde”sine giren standart kullanıcıların tecrübesinden ziyade, aslında Metaverse âlemine sürekli bağlı ama Metaverse’ün sanal âlemi ile gerçek hayat arasında bir deneyim yaşayan “Gargoyle”ların tecrübesinin hayata geçirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu çerçeveden bakıldığında, Magic Leap teknolojisi acaba bizlere “büyülü” yeni ufuklar mı açacak, yoksa Tek Yüzük’ün kontrolüne girmiş Sméagol’ın zaman içinde korkunç Gollum’a dönüşmesi gibi, Magic Leap gözlükleri ile hayatı “yaşadığını” zanneden zombi “Gargoyle”lara mı dönüşeceğiz sorusu, yerinde ve mutlaka cevabı alınması gereken bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Bir başka endişe verici konu da geliştirdikleri teknoloji için “Bizimkisi iç dünyaya yapılan bir yolculuk. Biz burada ‘mevcudiyet’in ve ‘deneyim’in internetini kuruyoruz.” ifadesini kullanan Abovitz ve çevresindekilerin kullandığı terminoloji. Sanal gerçekliğin önemli vaatlerinden biri olan, olmayan nesneleri orada varlarmış/mevcutmuşlar gibi göstermesini ifade eden “mevcudiyet/varlık” (presence) kavramının Allah’ın varlığını ifade eden “Vücûd” sıfatı ile benzerlikleri ve Magic Leap teknolojisinin “deneyim”i tasvir ederken sürekli tekrar eden “mevcudiyet/varlık” kavramı, Davut Demirhan’ın Omega Point ve Feridun B. Kaya’nın Ouroboros Kuluçkası yazılarında ele aldıkları Omega Noktası sonrası “mevcudiyeti”ne kavuşacağı iddia edilen sanal bilincin zamanımızdaki teknolojilerde bir yansıması ya da bunun bir hazırlığı olabilir mi sorusunu akıllara getiriyor.
Bilim ve teknolojinin öncüsü olduğunu iddia etmesine rağmen “Artık büyüyü dünyaya geri getirmenin zamanı geldi.” gibi metafizik bir mottosu olan Magic Leap şirketinin “Büyülü Sıçrayış” anlamına gelen ismi incelendiğinde, batı kültürüne hakim metafizik bir kavram olan “İnanç Sıçrayışı” (Leap of Faith) kavramı ile benzerlik taşıdığını görüyoruz. Burada asıl dikkat edilmesi gereken, 2010 senesinden beri faaliyette olmasına rağmen tam olarak ne olduğu bir türlü açıklanmayan ve gizemli perdeler arkasında geliştirilen teknolojileri ile aslında bizden “Büyülü bir İnanç Sıçrayışı” yapmamızı bekleyen Magic Leap şirketinin ve genel anlamda Singüleriteryen ve Transhümanist akımın, bu sıçrayışı yaptıktan sonra insanlığın ineceği yer ile ilgili yine onlara “inanmamızı” ve “güvenmemizi” bekliyor olmaları.
Bir kere ayaklarımız yerden kesildikten sonra nereye iniş yapacağımızla ilgili hiç bir kontrolümüzün olmadığı büyük bir sıçrayış için irademiz dışında yönlendiriliyor durumdayız. Bu durum bana bir uçurumun kenarında duran Hz. İsa’ya “Atla bakalım Tanrın seni kurtaracak mı?” diye fısıldayan Şeytan ile Hz. İsa’nın menkıbesini hatırlatıyor.
Kanaatimce, bu teknolojilerin vadettiği heyecan verici ve göz boyayıcı gelişmeler ile “büyülenmiş” ve “büyülenecek” bizlerin, kulaklarımıza “Atlayın ve bize güvenin! Bakın çok güzel şeyler olacak!” diye fısıldayan ve göz boyayıcı numaralardan başka pek de bir vaatleri olmayan bu teknoloji geliştiricilerinin büyüsünden kurtulup, nihayetinde insanlığın ineceği yer ve bizleri orada bekleyen geleceğin aslında ne olduğu konusunda derin derin düşünmemiz gerekiyor. Umuyorum ki menkıbede geçtiği üzere Hz. İsa’nın peygamber feraseti ile “Kul rabbini imtihan etmez!” diyerek Şeytan’ın planını bozduğu gibi, insanlık da kendisini bilinmez sulara sürükleyen bu cazibedar teknolojiler karşısında ferasetli bir duruş sergileyecektir.
Not: Neal Stephenson ve eserlerini incelemeye çalıştığım yazı dizisine yazarın eserlerindeki Avatar kavramını inceleyerek önümüzdeki yazıda devam etmeyi planlıyorum.
“Neal Stephenson – 5 : Gerçekliğin Geleceği” yazısına bir yanıt var
Bir cevap yazın
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017
Yüzük/halka tespiti enteresan, aklıma şu hadisi getirdi;
“Yâ Eba Zer! Yedi göğün Kürsî’ye olan nispeti, ancak geniş düzlük bir arazide (bir çölde) bırakılmış bir halka gibidir. Arşın Kürsî’ye büyüklüğü/üstünlüğü ise bu geniş düzlük arazinin halkaya olan büyüklüğü, üstünlüğü gibidir.”
Arş’ın kalb ile bağlantısı gibi Kürsi’nin de beyin ile bağlantılı olabileceğini yazmıştı bir Sevgili. Kalbin ve ruhun dereceyi hayatına çıkamayan insanları beyni kullanarak sahte ilüzyonlarla avutmak çok güçlü bir plan.
1900’lü yıllar teknik olarak insanların metafiziğe kapalı olduğu bir yüzyıl oldu. 2000’li yıllarda şüphesiz bu durum değişecek. Ara dönemde yaşayan bir insan olarak heyecan ve endişeyi birlikte yaşıyorum.
Çok başarılı bir yazı dizisi, Rabb’im muvaffak eylesin..