Neal Stephenson – 7 : Bilim Kurgu Neden Vardır?
Akif Manisalı, 19 Ağustos 2016AKİF MANİSALI – Her ne kadar Neal Stephenson’ın eserleri arasında, amcası J. Frederick George ile “Stephen Bury” mahlasıyla kaleme aldığı politik macera romanları Interface (1994) ve The Cobweb (1996) ve yazarın tarihi kurgu üçlemeleri Baroque Cycle (2003 – 2004) ve The Mongoliad (2010 – 2012) gibi farklı dallarda eserler bulunsa da Stephenson’ın romanlarının büyük bir çoğunluğu bilim kurgu alanında kaleme alınmış eserler olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizde Elmas Çağı: ya da Genç Bir Kadının Resimli Okuma Kitabı olarak basılan romanı The Diamond Age: or A Young Lady’s Illustrated Primal (1995), Cryptonomicon (1999) ve Anathem (2008) gibi romanlarıyla prestijli Hugo ve Locus bilim kurgu ödüllerinin de sahibi olan yazarın 2015 senesinde sevenleri ile buluşan son bilim kurgu romanı Seveneves de bu senenin Hugo ödüllerinde en iyi roman kategorisinde aday gösterilmiş durumda ve okuduğunuz yazının yayınladığı tarihten bir gün sonra (20.Ağustos.2016) tarihinde gerçekleşecek ödül töreninde Stephenson’ın kütüphanesine yeni bir Hugo ödülü katıp katmadığı belli olacak. Neal Stephenson, yazı dizisinin önceki yazılarında incelemeye çalıştığım meşhur eseri Snow Crash (Parazit / 1992) romanı ile de bilim kurgunun post-siberpunk (post-cyberpunk) alt dalının ilk eserini başarıyla ortaya koymuş sayılıyor. Bilim kurgu edebiyatı alanındaki itibarına rağmen özellikle Snow Crash romanının sinemaya ne zaman uyarlanacağı yıllardır hayranları arasında merak ve tartışma konusu olan Stephenson, eserlerinin görsel sanatlara uyarlanmasındaki yavaşlığı romanlarının uzunluğuna bağlıyor (Cryptonomicon: 918 sayfa, Anathem: 928 sayfa, Reamde: 1056 sayfa). Her ne kadar yazar eserlerinin sinemadan ziyade televizyon dizilerinin imkan verdiği uzun formata daha uygun olduğunu ifade etse ve televizyon yapımlarının son yıllardaki ortaya koyduğu başarılı eserler ile belki de umutlanmaya başlasa da son romanı Seveneves’in, oscar adayı büyük yapım Apollo 13 filminin ekibi tarafından önümüzdeki yıllarda beyaz perdeye uyarlanacağı haberi sevenlerini fazlasıyla heyecanlandırmış durumda.
Neal Stephenson’ın yukarıda örneklendirmeye çalıştığım başarılı bilim kurgu yazarlığı kariyeri göz önüne alındığında, MIT Technology Review dergisinin baş editörü Jason Pontin’in, bilim kurgu edebiyatının ve yazarlarının önemi ve işlevi üzerine şu basit ama önemli soruyu Stephenson’a yöneltmesi kimseyi şaşırtmayacaktır diye tahmin ediyorum: “Bilim kurgu neden vardır?”
2012 senesinde Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) düzenlenen bir söyleşide konuk iken kendisine bu sual yöneltilen Stephenson, “Bilim kurguya bir enstrümanlık görevi biçmek konusunda biraz çekingenim, çünkü böyle yapınca bir başkasının enstrümanı oluyorsunuz ve böyle bir insan olmak istediğimden emin değilim” uyarısında bulunduktan sonra bilim kurgunun toplum, bilim ve gelecek üzerine etkileri üzerine düşüncelerini ifade ediyor.
Stephenson, bilim kurgunun önemi ve faydasına dair, teknolojistler, bilim insanları ve mühendislerle zaman içinde girdiği etkileşimler esnasında karşılaştığı iki temel yorumu, kendisi için konferans salonunda toplanmış MIT öğrenci ve öğretmenleri ile paylaşıyor. Bu tespitlerden ilki, bilim kurgunun okuyucularına kendilerinin de bilim alanında kariyer seçmeleri konusunda ilham verici olduğu. Yani bilim kurgu edebiyatı, okuyucularını bilim insanı olma konusunda heyecanlandırıyor. Bu konuya bilim tarihinden sayısız örnek bulmak mümkün. Büyük patlama teorisinin (Big Bang Theory) doğruluğunu ispatlamak adına güçlü deliller sunan ve Samanyolu’nun dışında da galaksiler olduğunu ilk ispatlayan Edwin Hubble, bilim insanı olmaya Jules Verne romanları okuduktan sonra karar veriyor. Astronom ve bilim kurgu yazarı Carl Sagan da, Isaac Asimov ve Arhur C. Clarke ile beraber bilim kurgu dünyasında “Büyük Üçlü” olarak anılan Amerikalı bilim kurgu yazarı Robert A. Heinlein’den etkilenerek kendisi gibi pek çok insanı etkileyecek bir bilim insanı olarak karşımıza çıkıyor. Teorik fizikçi Michio Kaku da çocukluk yıllarında televizyon dizisi Flash Gordon’u zevkle izlediğini ifade ediyor. Uzay Yolu (Star Trek) dizisi referansları da konuşmalarında sıkça beliren Kaku, gezegensel uygarlık tiplerinden tip I’i açıklamaya çalıştığında bile Flash Gordon’un ait olduğu uygarlık tipini muhataplarının zihninde daha net bir resim çizebilmek için referans olarak kullanıyor. Neal Stephenson, genç nesillerin bilim kurgu ile yetiştikçe bilim alanına yönlendikleri yorumunu yapan bu ilk tespite katıldığını ifade edince moderatör Jason Pontin, MIT öğrencilerinden oluşan konferans salonuna dönerek neredeyse hepsi teknolojist ve bilim insanı olma yolunda ilerleyen ve bilimsel eğitiminin doruklarında sayılan bir üniversiteye mensup kalabalığa soruyor: Kaçınızın alanınızı seçmenizde bilim kurgu edebiyatının etkisi oldu? Salonun üçte birinden fazlası ellerini kaldırıyor.
Stephenson, ikinci olarak, bilim kurgu edebiyatının, görüştüğü bilim insanlarının kariyerlerinde ilerlerken bir şeyler yapabilecek konuma geldiklerinde, bir yere kadar, ne yaptıklarını şekillendirme konusunda rol oynadığını ifade ettiklerini izleyicileriyle paylaşıyor. Bilim kurgunun potansiyeli, sorumluluğunun büyüklüğü ve ağırlığı, aslında bu ikinci yorumda gizli.
Bütün bilim kurgu ve fantazi eserlerinin aslında dünya oluşturma ile ilgili olduğunu ifade eden Neal Stephenson, küçüklüğünde okuduğu Frank Herbert’in büyük eseri Dune’un sözlük kısmındaki terimlerle ilgili, “İlk seferinde garip gelse de o dünyanın nasıl işlediğine dair zihnimde bir resim oluşturmuştu.” yorumunu yaparak kurgu dünyanın ayaklarının üzerine basıyor olmasının önemine değiniyor. Stephenson, bilim kurgunun yenilik ve icatların hayata geçtiği ayakları yere basan, tutarlı bir alternatif geleceğin resmini sunabileceğini ifade ediyor. Bunun sadece teknik yeniliklerin kendisinin değil, o yeniliğin anlamlı olmasına imkan veren sosyal ve ekonomik çevre ve koşulların ifade edilmesinden geçtiği yorumunu yapıyor. Bilim kurgunun bu potansiyel etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için de yine irtibat halinde olduğu bilim insanlarının yorumlarından yola çıkarak bilim kurgunun, demir parçacıklarını hizaya sokan görünmez bir mıknatıs gibi derinden yönlendirici bir etkisinin olduğu yorumunu yapıyor. Büyük mühendislik organizasyonlarında büyükçe bir problemin küçük parçaları üzerine çalışan sayısız insan olduğuna ve bu insanların koordineli bir şekilde çalışmalarının ve iletişim halinde olmalarının zorluğuna ve pahalılığına değinerek insanların zihninde aynı resim var olduğunda bu problemlerin önüne geçilebileceği olasığı üzerinde duruyor.
Bilim kurgu işte bilim insanlarının etrafında toplandığı bu “büyük resim” olma potansiyeline sahip. Ayakları yere basan, okuyucusunu gerçekliğine ikna edici bir şekilde çeken ve bunlarla ek olarak ulaşılabilir ve tutarlı bir gelecek alternatifi, öngörüsü sunabilen bir eserin nasıl bilim dünyasını yönlendirebildiğine, Neal Stephenson’ın Snow Crash’de ortaya koyduğu Metaverse sanal aleminin ve çağrışımlarının Magic Leap ve benzeri şirketler tarafından tam hızda hayata geçirilmeye çalışıldığını incelediğim önceki yazılarda değinmeye çalışmıştım. Robert A. Heinlein’ın, yakın zamanda Blue Origin’in New Shepard ve SpaceX’in Falcon 9 roketleri ile insansız olarak hayata geçirdikleri kanatları üzerine dikey iniş yapan roketleri, Magic Leap ve benzeri şirketler tarafından gerçekleştirilmesi için büyük adımlar atılan William Gibson’ın Stephenson’dan da önce ortaya attığı Cyberspace kavramı ve Singülariteryen ve Transhümanist bilim adamlarının hayata geçirmek için var güçleri ile çalıştıkları Isaac Asimov’un robotları düşünüldüğünde, bilim kurgu romanlarının insanlığın geleceği adına ne kadar yönlendirici oldukları daha açık hale geliyor.
Not: Neal Stephenson ve eserlerini incelemeye çalıştığım yazı dizisine yazar için önemli bir kavram olan “Büyük İşler” kavramını inceleyerek önümüzdeki yazıda devam etmeyi planlıyorum.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017