Kişilerin Kobaylığı ve Yasallaşması Üzerine – 5
Misafir Yazarlar, 4 Ekim 2016İlk Düğmeyi Kim İlikledi?
ŞEFİK FARUK – Önceki yazıya başlarken, tekvinî emirler, yani oluş kanunlarının doğru takip edilmesinin bir mükâfatı olarak ABD dahil olarak batı ülkelerinin ekonomik ve teknolojik konularda önde olduğu bir zaman diliminde olduğundan bahsetmiştim. Son onyıllarda bu çembere Uzakdoğudan da birçok ülke dahil olmuş durumda. Yıkım ve adeta sıfırlanma yaşayan Japonya gibi ülkeler dünya ekonomisinde ilk sıralarda yer alıyor. Çin ve Hindistan, uzaya uydu gönderen, Ay topraklarına araç gönderebilen ülkeler arasında yer alıyor. Hindistan aynı zamanda Mars yörüngesinde gözlem aracı bulunan bir ülke olmayı başarmış durumda. Hindistan bu başarıya parasal olarak 74 milyon doları ile ulaştı. Buradaki sayısal değer dünyanın birçok devletinin ve hatta ülkemizin ekonomisinde önemli olmayacak bir değerdir. Burada iki türlü bir acı tablo bulunuyor. Birincisi, çok önemli meselelerde birtakım gelişmelere imza atmak hiç uzak değil ancak mesele bu miktar paraya sahip olmaktan ibaret değil. İkincisi, biz ve bizim gibi geri kalmış (gelişmekte olan?) ülkeler bu konuları, lazım gelen paranın küçüklüğüyle doğru orantılı olarak küçümsüyorlar. Hindistan gibi bir ülkenin farkı, başta ifade ettiğimiz ve birçok kez daha tekrar edeceğimiz oluş kanunlarına uygun hareket etmeyle alâkalıdır. Bu da bir bakıma kalite farkı demek oluyor.
Zimam başkasının elinde olursa, binek onun istediği yöne gidecektir. Dünya hepimizin üstünde olduğu bir binek. Şöförlüğü bırakalı uzun zaman oldu. Yolcu’luk ediyoruz. Dolayısıyla, günümüz bilimsellik anlayış ve metodlarının doğurduğu problemlere karşı hiç kızmamak gerek zira bunun en başta sebebini ilk düğmenin ilikleyicisinin İslâmî prensipleri hayatına hayat kılan insanlardan çıkmayışında aramalı.
İlk düğmeden sonrasını konuşuyoruz. Bu girişi yapma gereği duydum çünkü insan-hayvan genini karıştırmanın normalleşebildiği bir cemiyetten ne kadar yabancıysak kendi değer ve prensiplerimize de o kadar yabancı olduğumuzu hissediyorum. Oluş kanunlarını, yani ciddiyetle ve sabırla kendine düşen konu hakkında sistemli, derin ve sürekli düşünmenin ve çalışmanın önemini kavramayı, sonucu değil süreci öne almayı, bedel ödemeyi göze alan bir cemiyet ya da zümrenin var olamadığı yerlerde, bunu yapanlar karşısında mağlubiyet kesindir.
Yukarıda sıraladığımız meseleler ve problemlerle ilgili çözüm sunucu bir pozisyonumuz olmayışı, gelişmelerin kendisinde rol almayışımızdan kaynaklanıyor. Bu sebeple takipçilik ve taklitçilik pozisyonundan henüz kurtulabilmiş değiliz. Batıyla yakın yakına durduğumuz noktalardan biri, ortaya çıkan aşırı hızlı gelişmelerin karşısında nasıl tavır alınacağı ve bunların nasıl kodifiye edileceği konusunda sürat-uyum problemi yaşıyor oluşumuz sayılabilir. Dünyada, teknolojinin açtığı kapı ve içeri giren fırtına karşısında herkes şaşkın denebilir. Şu ânda işler öyle süratlendi ve ivme kazandı ki, “bunları düşünmeyi vakit yok” diyen bir ses, bütün etik tartışmalarının önüne geçmeye çalışıyor.
Bu anlamda, gelişmeler karşısında geri kalışımızın oluşturduğu dezavantaja rağmen, moral değerlerin korunması konusundaki refleksi ortak ses olarak duyurma imkânı olabilir. Kaldı ki, teknoloji aygıtı müthiş sayıda bir kategori artışına sebep oldu ve çok küçük bir adımdan, yerçekimsiz ortamdaki gibi, devasa mesafeler almak da mümkün. Sadece “3D printing” başlı başına gidişat değiştirici bir kategori. Uydu ve roket teknolojilerinin ucuz hale gelebilmesi, yeni enerji türlerine üzerine çalışmalar, geride kalanları aniden aktör haline getirebilir kategorilerdir diye düşünüyorum. Yukarıda çizdiğim kötümser tablo, kanaatimce bir realite olmakla beraber, salt ümitsizlik barındırmıyor.
Türkiye’deki Gelişmeler
Avrupa Birliği’nce kabul edilen, Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’ne, AB üyelik sürecinden kaynaklı olarak, 2003 yılında taraf olan Türkiye, 2005 yılında mer’i Klinik Araştırmalar Yönetmeliği’nde değişiklikler yaptı. Söz konusu değişiklikler, ilgili sözleşmeye uyum sağlamaya yönelik ilâveler içeriyor.
İnsan-denek kullanmanın şartları özetle şöyle;
a) Araştırmanın, öncelikle insan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda deney hayvanı üzerinde yapılmış olması gerekir.
b) insan dışı deney ortamında veya hayvanlar üzerinde yapılan deneyler sonucunda ulaşılan bilimsel verilerin, varılmak istenen hedefe ulaşmak açısından bunların insan üzerinde de yapılmasını zorunlu kılması gerekir.
c) Araştırmadan beklenen bilimsel faydalar ve kamu menfaati, araştırmaya iştirak edecek gönüllü sağlığından veya sağlığı bakımından ortaya çıkabilecek muhtemel risklerden ve diğer kişilik haklarından daha üstün tutulamaz.
ç) Gönüllüye ait germ hücrelerinin genetik yapısını bozmaya yönelik hiçbir araştırma yapılamaz.
d) Araştırmaya iştirak eden gönüllünün tıbbi takip ve tedavisi ile ilgili kararlar, bunların gerekli kıldığı mesleki nitelikleri haiz hekim veya diş hekimine aittir.
e) Araştırma sırasında, gönüllüye insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde acı verecek yöntemlerin uygulanması yasaktır.
f) Araştırma acıyı, rahatsızlığı, korkuyu, hastanın hastalığı ve gelişim safhası ile ilgili herhangi bir riski mümkün olan en alt düzeye indirecek biçimde tasarlanır. Hem risk sınırının hem de rahatsızlık derecesinin özellikle tanımlanması ve sürekli kontrol edilmesi gerekir.
g) Araştırmayla varılmak istenen amacın, bunun kişiye yüklediği külfete ve kişinin sağlığı üzerindeki tehlikeye göre daha ağır basması gerekir.
ğ) Araştırmanın insan sağlığı üzerinde öngörülebilir zararlı ve kalıcı bir etki bırakmaması şarttır.
Bunun gibi birtakım başka şartlarla beraber kişinin denek olabilmesinin yolu açılmış bulunuyor. Ancak denek olma karşılığında menfaat sağlamak, yani parasal kazanç edinmenin önü yine bu yönetmelikle kesilmiş durumda. Denek kişi de, gerekçeli ya da gerekçesiz ayrılma hakkına sahip.
Yapılacak araştırmalarla ilgili Bakanlıkça teşekkül ettirilmiş Etik Kurul tarafından izin alınmış olması gerekiyor. Bu iznin de aynı çerçevede şartları var. Teknik anlamda işleyiş bu şekilde kodifiye edilmiş durumda.
Aynı yönetmelik ile, belli başlı şartlarla sınırlandırılarak, çocukların denek olabilmesinin yolu da açık. Araştırma konusunun doğrudan çocukları ilgilendirdiği veya sadece çocuklarda incelenebilir klinik bir durum olduğu ya da yetişkin kişiler üzerinde yapılmış araştırmalar sonucu elde edilmiş verilerin çocuklarda da geçerliliğinin kanıtlanmasının zorunlu olduğu durumlarda, risk seviyesine göre çocuk rıza ve izin koşulları sübut bulmuşsa, çocuklar denek olarak kullanılabiliyor.
İnsan-denek konusunun, bahsini ettiğimiz kanunlaşma sürecinden önce gündeme geldiği hadise, GATA’da başına elektrotlar bağlı olarak bir işleme tabi tutulan askerin görüntülerinin ortaya çıkmasıdır. Avrupa sözleşmesinin uygun bulunduğuna dair kanunun yasalaşması ve yönetmelik değişikliklerinden sonra 2008 yılıda GATA’da çekilen görüntülerde, başına elektrik çarpmasına benzer bir işlem yapılan askerin baygınlık geçirmesi söz konusu oluyordu.
İlgili haberin medya tarafından sunuş şekli ile GATA’daki doktorun açıklamaları arasındaki, kamunun doğru bilgilendirilmesi itibariyle, orantısızlığını ele alacağız.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017