Seveneves – 6: Genetik Mühendisliği
Akif Manisalı, 14 Ekim 2016SEVENEVES ROMANINDA İNSANOĞLUNUN GELECEĞİ
Seveneves romanının ikinci bölümünün sonuna gelindiğinde Ay nedeni belirlenememiş bir şekilde parçalara ayrılmış, bu parçalanma ile tetiklenen olaylar sonucunda önce “Beyaz Gökyüzü” (White Sky) ardından da “Çetin Sağanak” (Hard Rain) gerçekleşmiş ve 5000 sene Dünya’yı hiçbir canlının yaşayamayacağı bir alev topuna çevirmiş durumdadır. İnsan ırkının devamlılığını sürdürebilmesi amacıyla bir “Nuh’un Bulutu”nda (Cloud Ark) yörüngeye kaçırılan romanın ana karakterleri tehlikelerle dolu bir hayatta kalma mücadelesinin sonunda hala orjinal yörüngesinde seyreden Ay’ın demir çekirdeğindeki bir vadi olan “Gamze”ye (Cleft) ulaşmış ve uzayın tehlikelerine karşı bir sığınak hükmündeki bu yeni evlerinde insan ırkının bekası için çalışmalara başlamışlardır. Mürettebattan geriye sadece, hepsi de dişi olan sadece sekiz kişi sağ kalmıştır. Sosyolog Luisa’nın menapoza girmiş olmasıyla bu durumda doğum yapabilme yeteneğine sahip yedi kişi (Dinah, Ivy, Aпda, Tekla, Camila, Moira, ve Julia) vardır. İnsanlığın yeniden sağlıklı bir şekilde çoğalabilmesi için Dünya’dayken hazırlanan kapsamlı İnsan Genetik Arşivi’nin yolculuk sırasında yokolmuştur ama sağlam kalan laboratuarlarını, partenogenez (döllenmesiz üreme) yöntemi ile insan ırkını yeniden inşaa etmek amacıyla kullanmak için yeterli kaynaklara sahiptirler. Daha sonraları “Yedi Havva” (Seveneves) olarak anılacak üreme yeteneğine sahip yedi karakter, genetik mühendisliğinin kendilerine imkan sağladığı ölçüde kendi soylarının nasıl devam etmesini istediklerini belirlemek için kişisel tercihlerde bulunurlar. Her “Havva” kendisinden gelecek soyda hangi özelliklerin olup hangi özelliklerin olmaması yönünde tercihlerde bulunarak insanlığın geleceğini oluşturacak yedi ayrı ırkın ortaya çıkmasının ilk tohumlarını atarlar. Hikayenin 5000 sene ileriye atladığı üçüncü kısımda yeniden çoğalan insanlık, Dünya’ya geri dönmüş ve her biri Yedi Havva’nın soyundan gelen ve onların isimleriyle anılan yedi ayrı ırka ayrılmıştır. Bu ırkların her birinin birbirinden farklı belirgin karakteristikleri vardır. Bu yedi ırka ek olarak Çetin Sağanak sırasında Dünya’da kalmış ve biri okyanus çukurlarındaki mağaralara diğeri de yeraltındaki madenlere sığınmış ve 5000 sene hayatta kalmayı başarmış iki ayrı insan ırkının daha olduğu ortaya çıkar. Okyanus çukurlarına sığınan Pingciler (Pingers) yapay seçilim (selective breeding) yöntemi ile dar alanlarda hayatta kalmayı başaran, zaman içinde okyanusların yeniden oluşması sonrasında da suda nefes alabilen bir ırka evrilmiş, madenlere sığınan Kazıcılar (Digger) ise asıl insan ırkına en yakın ırk olarak hayatta kalmışlardır. Hikayenin sonuna gelindiğinde, genetik mühendislik ile üretilmiş Yedi Havva’nın soyundan gelen yedi ırk, 5000 senelik bir evrim geçirmiş Pingciler ve asıl insan ırkını temsil eden Kazıcılar’dan oluşan toplam dokuz ayrı ırk insanlığın geleceğini temsil etmektedir.
TRANSHÜMANİZM ve GENETİK MÜHENDİSLİĞİ
Seveneves romanının ana konusu olan insanlığın yokolma tehlikesi karşısında hayatta kalma mücadelesinin başarıyla sonuçlanmasının kilit çözümü olarak karşımıza çıkan genetik mühendislik kavramının günümüz bilim dünyasındaki yansımalarını inceleyebilmek için Transhümanizm akımını mercek altına almakta fayda görüyorum. “Transhümanizm” tabiri ilk olarak, Cesur Yeni Dünya (Brave New World) kitabının yazarı Aldous Huxley’in kardeşi biyolog Julian Huxley tarafından 1957 senesinde yayınladığı “Vahiy Olmadan Din” (Religion Without Revelation) eserinde ortaya atılmış bir kavram. “İnsan ırkı, eğer istere, kendini aşabilir — farklı farklı zamanlarda, bazı bireyler bir yerde bir şekilde, başkaları ise başka bir yerde başka bir şekilde değil, insanlığın tamamı. Bu inanç için bir isme ihtiyacımız var. Belki transhümanizm bu ihtiyacı karşılar: insan insan olarak kalır ama insan doğasının yeni olanaklarını ve insan doğası için yeni olanakları farkederek kendini aşar (transcend).” satırları ile transhümanizmi tarif eden bilim adamı, doğal seçilim ve Darwin’in evrim teorisinin ateşli bir taraftarı ve İngiliz Öjenik Topluluğu’nun üyesi bir öjenik felsefesi savunucusuydu.
Kelime anlamıyla bakıldığında insanın ötesi anlamına gelen transhümanizm felsefesine göre bilim ve teknoloji kullanılarak insanın kökden bir şekilde “iyileştirilmesi” öngörülüyor. Önerilen teknolojilerin arasında robotik kalpler, kafatasına yerleştirilmiş eklentiler, yapay uzuvlar, dış iskelet kıyafetler (exoskeleton suits), yapay zeka, yaşlanmayı önlemeye yönelik araştırmalar ve çok hızlı gelişme gösteren genetik mühendislik alanı var.
Popüler Singularity blogu Singularity Weblog’un yazarı Socrates lakaplı Nikola Danaylov, “Transhümanist Manifesto” isimli makalesinde biyolojik evrimin daimi ama yavaş, verimsiz, kör ve tehlikeli olduğunu, buna karşı olarak da teknolojik evrimin hızlı, verimli, hızlandırıcı ve doğası gereği daha iyi olduğunu iddia ediyor. Varlığımızın devamının temini, kaderimizin kontrolünü ellerimize almamız ve özgür olabilmemiz için evrime hükmetmemiz gerektiğini iddaia eden Socrates bu sözleriyle genetik mühendisliğinin transhümanist ve singüleriteryan akımlar için ne kadar kilit bir alan olduğunu ortaya koyuyor.
ÖJENİK
Transhümanizm terimini ortaya atan Julian Huxley’in de önemli bir savunucu olduğu öjenik (eugenics) için, transhümanizm akımının genetik mühendisliği yoluyla insanı değiştirme yaklaşımının, Antik Yunan’da Eflatun’a kadar dayanan ilk felsefi atılımı olduğunu söyleyebiliriz. Öjenik, istenilen özelliklere sahip insanların daha yüksek oranlarda çoğalmasının teşvik edilmesi (positif öjenik) ya da az istenen ya da istenmeyen özelliklere sahip insanların düşük oranda çoğalmasının ya da kısırlaştırılmasının teşvik edilmesi (negatif öjenik), ya da her ikisinin de yapılması yoluyla insan genetik özelliklerinin iyileştirilmesini savunan bir sosyal felsefe olarak tanımlanabilir.
1927 senesinde Rockefeller Vakfı’nın ödeneğiyle Berlin’de kurulan Kaiser Wilhelm Antropoloji, Irsiyet ve Öjenik Enstitüsü’nün başına getirilen Eugen Fisher ve Fisher’in kitabı Irsiyet ve Irk Temizliği Prensipleri’ni Landsberg’de hapis yatarken okuyan ve öjenik kavramlarını Davam (Mein Kampf) manifestosundaki saf “Aryan” toplum idealini desteklemek için kullanan Adolf Hitler örneğinin öjenik felsefesinin yıkıcı etkilerini anlamak adına faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
REPROGENETİKS
Reprogenetiks, insanın geliştirilmesi adına, üreme ve genetik teknolojilerini kullanarak embriyolara genetik olarak müdahale edilmesine verilen isim. Hasting Merkezi’nin bir raporuna göre tanımı “cinsiyet hücreleri ya da embriyoların üretimi, kullanımı, değiştirilmesi ve saklanması”nı kapsayan her türlü eylem olarak genişletilen reprogenetiks kavramı, ilk olarak Princeton Üniversitesi’nde moleküler biyoloji profesörü Lee M. Silver tarafından 1998’de basılan kitabı Cenneti Yeniden Yaratmak: Genetik Mühendislik ve Klonlama Amerikan Ailesini Nasıl Dönüştürecek’de ortaya atılıyor.
Kitabında insan klonlama ve tasarım sonucu üretilen bebekler kavramına olumlu bir perspektiften bakan Silver’a göre reprogenetiksin öngördüğü bilimsel gelişmeler gerçekleştiğinde aileler bebeklerinin genetik özelliklerini biyolojik süreç başlamadan masa başında seçebilme imkanına kavuşacaklar. 1997 yapımı Gattaca filminde de birey ve toplum üzerindeki çarpıcı etkileri ile etkileyici bir şekilde ele alınan bu yaklaşım, Silver’ın tarafından, uygulamaya konulduktan bir süre sonra pek çok çarpıcı toplumsal değişime sebep olacağı iddia ediliyor.
Silver’a göre Öjenik ile Reprogenetiks’in arasındaki temel farklar uygulama yöntemleri üzerinden ortaya çıkıyor. Nazi Almanyası uç örneği ile cisimleşen 20. yüzyılın ilk yarısındaki zalim uygulamalarıyla kötü bir şöhrete kavuşan öjenik politikaları, genetik havuzu iyileştirmek adına devletlerin vatandaşlarına zorla uyguladıkları yaptırımlardı. Silver, bu yaklaşımın aksine reprogenetiks yaklaşımında, ebeveynlerin bir zorlama olmadan ve bireysel olarak, ve çocuklarının ileride girecekleri üniversite sınavlarını kazanmaları için nasıl özel kurslara para harcıyorlarsa aynı motivasyonlarla çocuklarını daha iyi yapabilmek çaba göstereceklerini ifade ediyor. Bu durumda, Seveneves romanının Yedi Havva’sının her birine verilen kendi soylarının genetik haritasını tasarlayabilme imkanının da reprogenetiks yöntemlerinin Gattaca filmi gibi edebiyata yansımalarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Öjenik felsefesi yaşamaya “layık”ların devamlı olarak çoğaltılması ve “layık olmayanlar”ın sistematik bir şekilde ayıklanmasını öngörürken, biyoetik uzmanı James Hughes, sosyal bir devlet tarafından sunulan reprogenetics hizmetleri sayesinde başlangıçta “layık olmayanlar”ın en yüksek genetik seviyeye dönüştürülmelerine imkan sağlayacağını ifade ediyor. Bu öngörünün düşünülmesi gereken bir yönü, Transhümanist ve Singüleriteryan Akımları’nın vaatlerinin hepsinde karşımıza çıkan bu imkanlara herkes aynı ölçüde sahip olabilecek mi sorusu. Silver, imkan eşitsizliği durumunda toplumların “GenZenginleri” ve “GenFakirleri” olarak kutuplaşabileceğini ve Gattace filminde resmedildiği gibi genetic mühendislik ürünü ayrıcalıklılar ve ayrıcalıksızlar ile karşı karşıya kalabileceğimizi ifade ediyor. Silver’ın kitabının sonlarına doğru yaptığı “GenZenginleri” ile genetik değişime girmemiş “Doğallar”ın zaman içinde ayrı ırklara dönüşebileceği öngörüsü de Seveneves romanında karşımıza çıkan Yedi Havva’dan gelen ve genetik mühendislik ürünü olan yedi ayrı soyun yedi ayrı ırka dönüşmesi kurgusu ile örtüşüyor.
Not: Seveneves romanında genetik mühendislik kavramını incelemeye, Google ve Darpa gibi ön plana çıkan oluşumlar ile anılan modern genetik mühendislik yöntemlerine ve romandaki yansımalarına değinerek önümüzdeki hafta devam etmeyi planlıyorum.
1 Ekim 2017
24 Eylül 2017
17 Eylül 2017