Farklı Bir Perspektiften Singularity – 2

, 8 Kasım 2016

“Bismillah, bütün mevcudatın lisan-ı hâliyle vird-i zebanıdır.” Bu cümle Birinci Söz’ün giriş bölümünde yer alır. Yani bütün varlıkların hâl diliyle aralıksız ifade ettikleri hakikat, kendi mahir Sanatkâr’larının varlığını ve birliğini (rahmet eksenindeki sıfatlarını da ilân edecek şekilde) dile getirmektir. Bu dile getiriş o kadar coşkun, çok renkli, çoksesli, anlam yüklü ve baş döndürücüdür ki adeta bütün kâinat vecd içinde dile gelmiş, binlerce başı olan ve binlerce dille zikreden bir melektir. Başka bir açıdan ise, kâinat adeta sayısız sesin bir arada icra ettiği büyüleyici bir senfoni, aralıksız süren müthiş bir musikidir. Bu ilahî, ulvî musikiyi duyabilmek için ise bedenin baskısından ve beşerî kaprislerden kurtulup, hayvanî dürtüleri gemleyip, bencillikten sıyrılıp, kalp ve ruh ufkunda seyahat etmek gerektir. Külliyatın başka yerlerinde de her bir varlığın hakikatte kendi Yazar’larından bizlere mesaj sunan birer mektup, birer şiir, birer kitap olduğu ifade edilir. Bu metaforların/benzetmelerin ortak noktası, her bir varlığın esasen anlam yüklü birer mesaj yumağı, birçok mânâyı ifade eden birer sanat eseri olduğudur. (şekliyle, rengiyle, diğer varlıklarla olan ilişkisi ve kendine has özellikleriyle, işlevi ve faydalarıyla, estetiği ve kendi iç uyumuyla, ilham ettikleriyle..)

Aslında Birinci Söz’de üzerinde durulan nokta, her işe besmele ile başlamaktan daha çok, anlam/mânâ eksenli bir “varlık okuması”dır. Bu sistemli ve amaçlı okuma sonucu varlığın ifade ettikleri mânâları, zikirleri kalp kulağıyla duyabilmenin; varlıktaki hikmet, şefkat, rahmet gibi her yanı kaplamış hakikatleri, iç duyuşlarla sezebilmenin, aklen ve ruhen farkedebilmenin.. ve ayrıca bu aşkın durumla senkronize olabilmenin insanın asıl varlık gayesi olması hakikatidir. Dolayısıyla akıl ve kalp eksenli bir tefekkürle parlatılacak/keskinleştirilecek insanî şuur (bilinç, farkındalık) insanı insan yapan temel özelliktir. Selim (kinden, nefretten, kibirden vb bozucu etkilerden arınmış) bir kalbin rehberliği olmazsa düşüncenin tefekküre dönüşmesi mümkün olmadığı gibi, vicdanın da yüksek mânâları sezebilmesi mümkün değildir. Bu anlamda zeka ve malumatın (data,veri), insanî akıl ve ilme dönüşmesi ancak selim bir kalp eşliğinde mümkündür. Selim bir kalbe sahip olmanın (daha doğrusu yaratılıştan selim bir doğada donanımımıza yerleştirilen manevî kalbimizi korumanın) yolu ise doğru, müstakîm bir düşünce sistemi ile “varlık okuması”ndan geçmektedir.

Kötücül, karamsar, benmerkezci ve kibirli bir ruh haliyle, maddî menfaatler doğrultusunda varlığa bakmak; bu ruh hali ve bu bozuk kimya ile varlıkla muhatap olmak, kaçınılmaz olarak insanın en değerli sermayesi olan kalbini bozacak, karartacak, ifsad edecektir. Sonrasında ise kalbin aklı diyebileceğimiz basireti körleşecek, zaman içinde kalp bütün bütün ölerek mânâya kapanacaktır. İnsanın, bütün varlığı kendi kalp aynasında/boyasında gördüğünü düşünecek olursak, bu durumdaki bir insan, kendi hataları sonucu bozulmuş kalbiyle karanlık, evhamlı, bulanık, şüphelerin ve bencilliğin kuşattığı, kaotik bir dünyaya mahkûm olarak (daha doğrusu kendi yanlış bakış açısı nedeniyle, kendisini bu karanlık dünyaya hapsederek), kişisel yolculuğunu hikmetsizlik, hissizlik, anlamsızlık, absürdizm, nihilizm, pesimizm, abesiyet, amaçsızlık gibi sahillerde sonlandıracaktır.

İşte aslında Singularity’nin sinsice bizlere fısıldadığı, insanları davet ettiği, cazibedar hale getirmeye çalışıp, içine çağırdığı dünya tam da bu: Anlamsızlık ve amaçsızlık.. Fakat davetlerini çekici ve bu süreci insan için katlanılabilir kılmak adına, pazarladıkları ürünü (nihilizmin ağındaki o karanlık dünyayı) o kadar çok iç içe, aldatıcı ambalaja sarıp sunuyorlar ki.. öncelikle baş döndürücü ve efsunlayıcı bir “hız” ilüzyonu.. ayrıca teknolojinin fetiş haline getirilerek, acımasızca istismarı.. parlak renkleriyle yapay bir şekilde oluşturulan bir karnaval meydanı.. ve fakat sonrasında.. insanî şuurun çatlaması ve bütünlük duygusunun kaybedilmesi, sonrasında ise maalesef bilinç kıyameti, ve ardından anlamsızlık ve yokluğa doğru korkutucu bir karanlık!.

“Zaman gittikçe hızlanıyor. Serbest düşüş tamamlanmak üzere. Delili, süratin artık kendi başına bir amaç haline gelecek kadar başımızı döndürmesi, bakışlarımızı bulandırması. Bakışlarımız kilitlenmiş durumda hız denilen mefhuma (kavrama). Hipnotize etmiş sanki bizi. Hedefsiz ve amaçsız sadece sürat.. sadece sürat.. sadece sürat…(..)
Kötü bir yolda, kötü bir amaca sahip olmak bile -nisbetler perspektifinde- insanîdir ve o amaç sahibinin bir kalbi olduğuna işaret eder. Belki kötü bir kalptir; ama kalptir. Zira bir amaca sahip olabilme kabiliyeti taşımaktadır. “Kast” mekanizması (kalben bir şeyi kastetmek, niyet etmek, istemek) işlemektedir. Ağrıyan çürük bir diş, diştir yine. Çürük diş tedavi edilebilir, dolgu yaptırtabilirsiniz. Çürük hali ile bile, bazı yiyecekleri çiğnerken faydalı olabilirler. Dişinizi çektirirseniz ağrı kalmaz, doğru. Fakat bir ağrıya, kötü bir kokuya bedel orada bir boşluk, bir kara delik kalır. Kalp amaç edinebilme kabiliyetini kaybederse -bu amaç ne olursa olsun- bu kalp çoktan bir diş gibi çekilmiştir o kişinin haberi olmadan. Yerinde koca bir “Kara delik”(Black hole) bırakır sanki. Merkezinde Singularity dediğimiz bir merkez noktası vardır. Kapkaranlıktır orası. Şeytan’ın evidir karanlık. Kalp asıl bir yolda, bir amaç için ilerleme duygusunu yitirirse ölür ve orada kalan koca boşluk Şeytan’ın evidir aslında.

Başa dönelim. Bu kasıtla isimlendirilmiş olsun olmasın, Singularity, dünyada ilk defa global mânâda insan yüreğinde Şeytan’ın evini kurmasının adıdır. Hasta kalplerde, nifak dolu kalplerde, inkarcı kalplerde Şeytan hep kiracıdır. Global mânâda, İnsanlık nevinin yüreğinde ilk defa, kalpsizlik ile, boşluk ile, karanlık ile, nihil ile kendi evini inşa ediyor. Belki işte bu yüzden Nebiler nebisi (sav): “Karnuş şeytan” (Şeytan çağı)na dikkat çekmiş. Ne Moğol ne haçlı istilası… Ne Mescid-i aksa’nin ve ne de Kabe’nin defalarca işgali ve mancınıklarla ateşten taşlara tutulması… Evet, hiçbiri için “Şeytan çağı” dendiğini bilmiyoruz. Zira çürük de olsa diş diştir. Dolgu yapılır düzelir. Tevbe ederiz, Allah dilerse kabul buyurur. Ama dişimiz çekiliyor. Kalbimiz yerinden sökülüyor. “Tevbe kapısı” kapatılmaya çalışılıyor. “İnsanlık tepesi”, “Gönül tepesi” bu kadar zor bir durumda kalmış mıydı bilmiyorum.” – Savaşabiliyorsan Sen İnsansın

Yukarıdaki alıntı pasajda geçen “kalbin amaç edinebilme kabiliyetini kaybetmesi” aslında bir yönüyle inanabilme kabiliyetini ve dolayısıyla insanlığını da kaybetmesi demektir. Çünkü insanı insan yapan kalbî arzuları, amaçları, istekleridir. İnsana hayat ve ümit vererek onu canlandıran, kalbî emelleri, ulaşmaya çalıştığı insanî hedefleri, gayeleridir. Dolayısıyla amaçsızlık, kayıtsızlık, umursamazlık ve içinde bulunduğu ana sıkışmışlık içinde bencilcesine kendi bedeni arzularını tatmin peşinde koşturmak, hiç farkına varmadan insanlık hakikatinden uzaklaşmaktır esasen. Allah hepimizi böyle bir yokluğa/boşluğa/karanlığa düşmekten korusun. Yukarıdaki pasajda dikkat çeken diğer bir ifade ise “tevbe (tövbe) kapısının kapatılmaya çalışılması”. Gerçekten korkutucu bir durum. Rabbimiz bizi insan suretinde yaratmış, umalım ki bizim su-i istimallerimiz sonucunda “potansiyel insan”ı “hakikî insan” yapan hâyâ/utanma, nedamet/pişmanlık gibi duyguları elimizden almasın. Çünkü ancak bu duygular sayesinde “kaçkınlık” içindeyken tekrar kendimizi Rabbimizin şefkatli kucağına atabiliyoruz. Bu duyguların ölmesi, “tevbe” gibi rahmete dönüş yollarının kapanması anlamına geleceği için, o durumdaki bir insan rahmetten uzak olarak, kendi yalnızlığına mahkûm olur. Manevî olarak çürür ve nihayetinde insanî cevheri ölür.. Geriye hareket eden bir cesed, bir kadavra, bir zombi kalır.. ki Singulariteryen rüyanın (daha doğrusu kabusun) vadettiği de bundan başka bir şey değil esasen: insanî ruhu çekilmiş bedenler..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.